MURAT SEVİNÇ
Türkiye düzenli aralıklarla aynı saçmalıkları yaşadığı için, bizler de düzenli aralıklarla o saçmalıklar hakkında yazmak zorunda kalıyoruz. Maşallah memleketimizde belli konularda göz yaşartıcı bir ‘ittihat’ var ama çağın gereği olan ‘terakki’ yok. Ne yazık ki bir kez daha: Milletvekili dokunulmazlıkları.
1. Dokunulmazlıkların genel adı, ‘yasama bağışıklıkları.’ Parlamento üyelerine ve bazı ülkelerde örneğin komisyonlara davet edilenlere de tanınır. Türkiye’de yalnızca vekillere ve dışarıdan bakan olanlara. Bu yazıda ‘bağışıklık’ yerine, bağışıklıklardan yalnızca biri olan ‘dokunulmazlık’ ifadesi tercih edilecek.
Dokunulmazlık, kürsü dokunulmazlığı ve kürsü dışı dokunulmazlık olarak ikiye ayrılır. Kürsü dokunulmazlığının diğer adı ‘sorumsuzluk.’ Anlamı, vekillerin meclis çalışmaları esnasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı meclis dışında sorumlu tutulamaması. Kamuoyunda ‘dokunulmazlık’ olarak bilinen ise ‘kürsü dışı dokunulmazlık.’ Amacı, vekillerin belli istisnai durumlar dışında yargılanmasını önlemek.
Dokunulmazlık, vekillere tanınmış bir ‘ayrıcalık.’ Ancak bu ayrıcalık onların kişiliklerine değil, temsil görevleri nedeniyle ‘konumlarına’ tanınıyor. Dolayısıyla ‘yasa karşısında eşitlik’ ilkesinden verilen bir ödün olan dokunulmazlıklar, vekillerin kara kaşı kara gözü için değil, ‘kamu yararı’ nedeniyle tanınıyor.
2. Dokunulmazlık konusunda Anglo Sakson diyar ile Kıta Avrupası arasında içerik/uygulama farkları var. Örneğin İngiltere ve ABD’de, bizim ‘dokunulmazlık’ olarak adlandırdığımız ‘kürsü dışı’ dokunulmazlık, bir iki önemsiz istisna dışında yok. Vekil, sıradan bir yurttaş gibi yargılanabiliyor. Buna mukabil kürsü dokunulmazlığı mutlak.
Türkiye, kıta hukuk sistemine dahil ve dokunulmazlık kurumu bir ölçüde Fransa’yı andırıyor ancak burada, karşılaştırılamayacak ölçüde güçlü. Yani ölçüsüz! Oysa kurumun amacı yalnızca vekillerin yasama çalışmalarına özgürce katılabilmelerini sağlamak.
Türkiye’de dokunulmazlık zırhı olması gerekenden çok daha kalın. Demek ki sorun, dokunulmazlığın varlığından çok sağlanan korumanın içeriği. Bu nedenle dokunulmazlık çoğu zaman engellenmeden yasama çalışmasına katılmanın değil de, yargıdan kaçmanın aracı olarak kullanılıyor. 1982 Anayasası’nın kabul edildiği günden bugüne eleştirildi bu düzenleme.
Hemen her parti iktidar olmadan önce değiştirilmesi gerektiğini savundu. Hiçbir parti, iktidar olduğunda değiştirmeye yanaşmadı! Çünkü Türkiye’de partiler, muhalefetteyken demokratiktir ve iktidar olduklarında ‘eleştirdikleri’ hukuk kurallarına sığınır. Tahmin edilebileceği gibi bu ezeli ebedi riyakâr tutumun da, anayasa ile bir ilgisi yok. Fıtrat meselesi!
3. 1982 Anayasası, yasama bağışıklıklarını aynı maddede (83) düzenler. İlk fıkrada sorumsuzluk, sonraki fıkrada dokunulmazlık hükme bağlanır. Çok kısaca:
a. Sorumsuzluk gereği vekillerin meclis çalışmalarındaki oy/söz/düşünceleri (söz ile ifade edilmeyen görüşler) ve bunların meclis dışında tekrarı nedeniyle yargılanamamaları gerekir. Ancak aksi örnekler de var. Yargı, özellikle küfür/hakareti yasama çalışması saymayıp cezaya/tazminata hükmedebiliyor. Oysa bir vekil küfür dahi etse (tabii üçüncü kişiler istisna), meclis dışına karşı korunmalı ve İçtüzük’teki disiplin hükümleri uygulanmalı. Zira bütün mesele vekili ‘dışarıya’ karşı koruyabilmek.
Bu cümlelerin yadırgatıcı olduğunun farkındayım. Hatırlarsınız belki, bir iki yıl önce ‘ar namus bekçisi’ iktidar partisinin mümtaz bir vekili, muhalefet partisi üyesine Genel Kurul çalışması sırasında ‘zorla cinsel birleşme’ teklif etmiş, muhalefet vekili ise bu uygunsuz teklife ‘asıl ben seninle istiyorum’ anlamına gelen bir şeyler söyleyerek yanıt vermişti. İşte bu tarz cinsel içerikli zarif öneriler dahi, disiplin hükümleriyle karşılanmalı ve vekil yargılanmamalı.
Diyeceksiniz ki eğer vekil örneğin ırkçılık yaparsa, nefret söylemi kullanırsa ne olacak? Haklısınız bu soruda, ancak başkaca bir temel hak tartışmasını gerektiriyor, burada girmeyelim.
b. Dokunulmazlık zırhı ise çok kalın. Bir üye (iki istisna dışında), TBMM kararı olmadıkça ‘tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.’ Vekillerin TBMM çalışmalarına katılmalarını sağlamak için ‘tutulmamaları’ ve ‘tutuklanmamaları’ anlaşılabilir diyelim. Peki neden sorgulanamıyor ve yargılanamıyor. Tutuksuz yargılamak neden mümkün olmasın? İşte zırhın kalınlığı derken anlatmaya çalıştığım bu ölçüsüzlük.
Tabii burada da, ‘eğer yargılanır ve vekil seçilmesine engel bir suçtan hüküm giyerse ne olur?’ sorusu akla gelir. Haklı bir soru. Bu nedenle, bir gün 83.maddede değişiklik yapılırsa Anayasa’nın başkaca maddeleriyle (seçilme yeterliliği gibi) birlikte düşünülmeli ki, vekiller kolayca üyeliklerini kaybetmesin. Yüce Türk yargısının, yüce performansı düşünüldüğünde olmayacak iş de değil hani!
Demek ki dokunulmazlık zırhı mutlaka incelmeli ancak vekillerin TBMM’ye gelip çalışmalara katılabilmeleri de sağlanmalı. Böylesi, kurumun mantığına/amacına uygun olur.
4. 83. maddede, dokunulmazlığın iki istisnasına yer verilir. a. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali. b. Soruşturmasına seçimden önce başlanmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar. Bu iki durumda, yargılama için dokunulmazlığın kaldırılmasına gerek yok. 14.maddede sayılan durumların ceza kanunlarındaki karşılığı büyük ölçüde, kamuoyunda ‘darbecilik’ ve ‘bölücülük’ olarak bilinen fiiller. Bildiğim kadarıyla bu istisna ilk kez 2007 seçimleri sonrasında Sebahat Tuncel’e uygulandı ve cezaevindeki Tuncel vekil seçilince tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ancak aynı uygulama 2011’de seçilenlerden esirgendi ve vekil seçilmiş olanlar serbest bırakılmayarak ‘cezalandırıldı.’
Demek ki 2011’de olup bitenin hukukla vs. ilgisi yoktu, hemen her zaman olduğu gibi! Tutmak istediler, tuttular. Ancak yine hatırlanacağı gibi, yazar çizerden anlamlı bir tepki gelmedi çünkü şu aralar ‘eyvah faşizm’ yazıları döşenenler o dönemde henüz ‘hacette boncuk arama’ sürecindeydi!
Bu arada, bir vekil dokunulmazlığının kaldırılması için kendisi başvuramıyor. Tartışmalara ve hatta AİHM kararına (A. Kart davası) konu olsa da kural/uygulama bu yönde.
Bir ara, (tahmin edebileceğiniz gibi bir sağ parti vekili) meclis kürsüsüne çıkmış ve “Başvurum kabul edilmedi, ben de milletin huzurunda bir kez daha başvuruyorum” diyerek kafasını kürsüye vurmuştu! İnsan, maaşını vergisiyle ödediği birinin daha zeki olmasını istiyor tabii ama ne yapacaksın!
5. Gelelim HDP’lilerin durumuna. ‘Tarafsız’ devlet başkanı, HDP eş başkanlarının dokunulmazlıklarının kaldırılmasının doğru olacağını söyledi. Bunu söylerken Anayasa’nın üç beş maddesini daha çiğnedi ama olsun, ondan kıymetli mi? Gazeteciler, muhalefet ve hükümet sözcüsü de olup bitene dahil oldu. Yorumlar havada uçuşuyor.
Hiç zannetmiyorum ancak eğer bu saçmalık ilerlerse: Önce savcının talebi gerekir. Konu, herhalde özyönetimle ilgili açıklamalar olur. Talep, Adalet Bakanı-Başbakanlık zinciri sonunda TBMM Başkanlığı’na gelir ve Anayasa Komisyonu, hazırlık komisyonu derken, genel kurula iner. Genel kurulda görüşülüp oylanır. AKP’nin sayısı kaldırılması için yeterli. Yani eğer istenirse, hiçbir zorluk çıkmadan, kalkar.
Dokunulmazlığı kalkmış bir milletvekili, tutuklu ya da tutusuz yargılanabilir. Hangisinin tercih edileceği de yine ‘hukuk’la değil, muktedirlerin ne ölçüde çılgınlık yapmayı tercih edecekleriyle ilgili bir sorun. Neler söylüyorum Allahım, tutukluluk kararını yargı vermeyecek mi? Bağımsız yargı. Benimki de laf işte…
6. Eğer dokunulmazlıklar kalkarsa AYM’ye başvuru mümkün. Anayasa’nın 85.maddesine göre ‘yedi gün’ içerisinde başvuru yapılır ve AYM kararını on beş gün içerisinde verir. AYM, dokunulmazlık kararını iptal edebilir ya da iptal istemini reddedebilir. Eğer iptal ederse, vekil zırhını yeniden kuşanır. Peki AYM konuyu incelerken hangi ölçütleri uygular?
İşte zurnanın zırt dediği yer burası! AYM, TBMM’nin verdiği dokunulmazlığın kaldırılması kararını incelerken, belki garip gelecek ama Cumhuriyet Senatosu (1961 Anayasası dönemindeki iki meclisten biri) içtüzüğünde yer alan bazı ölçütlere bakıyor. CS içtüzüğünün 140.maddesi, o dönemki alt komisyonun dokunulmazlığın kaldırılmasını önerdiği ‘koşullar’ı düzenliyordu. Bunlar: İsnadın ciddiliği, isnadın siyasi bir amaca dayanmadığına ikna olunması, isnat edilen fiilin kamuoyunda yarattığı etki ve üyenin şeref ve haysiyetinin korunması. TBMM, dokunulmazlığı görüşürken bu ölçütleri kullanır. İşte AYM de aynı ölçütlere başvuruyor.
Eğer bir vekilin dokunulmazlığı, örneğin tümüyle siyasi hınç ve linç duygularıyla kaldırılmışsa, bu durum AYM açısından bir iptal nedeni. Ancak AYM, 1994’te DEP’lilerin yaptığı başvuruda ne yazık ki bir ‘siyasi saik’ bulamayarak iptal başvurularını reddetmişti. Resmi Gazete’de dahi yayınlanmayan (eğer gözden kaçırmadıysam!) Mart 1994 tarihli AYM kararları, az sayıda aklı başında karşıoyları bir yana bırakırsak, utanç verici kararlardı. Dedik ya, ‘söz konusu Kürtler olunca…’
7. Herhalde açıkça anlaşılmıştır: Olup bitenin hukuksal zorunluluklarla ilgisi yok. Şu anda devlet başkanının, hükümet sözcüsünün, MHP’lilerin açıklamaları yadırganıyor. Çünkü TBMM ve yargının alanına giren konularda büyük rahatlıkla yorum yapmayı sürdürüyorlar.
Buna mukabil kişisel olarak çok memnunum. Çünkü güçler ayrılığı ilkesini çoktan tedavülden kaldırmış olan muhteremlerin her bir anayasa/hukuk dışı yorumu, ola ki dokunulmazlıklar kaldırılır ve AYM’ye giderse, kararların iptal edilmesi için eşi bulunmaz ‘gerekçeler’ niteliğini taşıyor.
Anlayacağınız, ne kadar konuşsalar, o kadar iyi! Tabii AYM, 1994 Mart ayında olduğu gibi, bir yargı organı olduğunu bir kez daha unutmazsa…
Her şey bir yana, umulur ki 2016 yılında aynı zırvaları yaşamayız. Dokunulmazlıklar kaldırılmaz, HDP’liler tutuklanmaz, parti kapatılmaz ve siyasal sorunlar nasıl çözülmesi gerekiyorsa öyle çözülür.
Birinci sınıf öğrencisine söylediğimizi, bir kez daha hatırlatmakta yarar var: Siyasal sorunlar mahkemede değil, siyasal alanda çözülür…
Not: Şu aralar kimi yazarlar ‘anayasal suç’ diye bir şeyden söz ediyor. Bizim hukukumuzda böyle bir suç türü yok! Olan: Anayasanın ihlali. Bu suç, TCK’de ‘anayasal düzene ve işleyişine karşı suçlar’ başlığı altında. TCK’nin 309.maddesinde hükme bağlanmış. Aykırılık ise başka bir şey, suçla ilgisi yok. Demek ki, ‘anayasal suç’ kavramını kullananlar, terim uyduruyor. Bilginize.