CENK SİDAR
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 22 Şubat 2015 gecesi Süleyman Şah Türbesi ve türbenin korunması için inşa edilmiş Süleyman Şah Saygı Karakolu’na 600 asker ve zırhlı birliklerle gerçekleştirdiği ‘Şah Fırat’ tahliye operasyonu askeri, iç ve dış politika boyutları bakımından hayli önemli.
Hükümete yakın medya tarafından büyük bir askeri ve siyasi başarı olarak lanse edilen bu tahliye operasyonunun tam olarak ne anlama geldiğini ve ülkemize etkilerini yedi maddede analiz etmeye çalıştım.
1- Şah Fırat operasyonu taktiksel olarak bir başarı, stratejik olarak bir fiyaskodur.
Karakola bölgedeki çatışmalar nedeniyle aylardır ikmal yapılamıyordu. Karakolun etrafı IŞİD tarafından çevrilmiş, içerisindeki 40 kadar askeri personelimiz bir anlamda rehin kalmıştı. Operasyonla askerimizin can güvenliği sağlanmış, kutsal emanetler kurtarılmış ve bu ‘sorumluluk’tan TSK ve hükümet kurtulmuştur.
Operasyon bu açıdan taktiksel olarak son derece başarılı.
Fakat meselenin çok daha fazla öneme sahip stratejik boyutundaysa Türkiye’nin toprakları dışında sahip olduğu tek vatan toprağını askeri bir kaçış operasyonuyla terk etmesi bölgede ve dünyada acziyet algısı yaratmış, dünyanın en güçlü ve kararlı ordularından biri olarak konumlanan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcılığına azami zarar vermiştir.
Büyük resme baktığımızda da bölgede Türk dış politikasının ve güvenlik politikalarının iflas ettiğini tekrar gözler önüne sermiştir. ‘Birkaç saat içerisinde Şam’a gireriz’ diyen bir siyasi irade, yurt dışındaki tek vatan toprağından gece operasyonuyla saatler içerisinde kaçış gerçekleştirmiştir. Bu, stratejik olarak büyük bir fiyasko.
2- Bu hamleyle Türkiye, Esad rejimine ya da IŞİD’e karşı büyük bir operasyon yapmayacağını bugünden ilan etmiştir.
Askeri caydırıcılığının en önemli koşulu askeri güç kullanımı opsiyonunun her zaman masada olması ve bir diplomatik pazarlık unsuru olarak var olmasıdır.
Türkiye taktiksel olarak Süleyman Şah’dan vazgeçerek kapsamlı bir operasyonu düşünmediğini cümle aleme ilan etmiştir. Süleyman Şah türbesinin stratejik askeri konumu Türkiye’nin Suriye’ye yapacağı muhtemel bir askeri operasyonda son derece kritikti. Fırat Nehri’nin Suriye’yi ikiye bölerek doğal doğu-batı sektörlerine ayırdığı ve IŞİD’in bu sektörün ortasında kalan Rakka’da yoğunlaştığı göz önünde tutulduğunda Süleyman Şah Türbesi, Fırat kuzeyinde doğu-batı istikametinde doğal geçit veren Karakozak Köprüsü üzerinde yer almakta ve askeri terminolojiye göre kritik arazi özelliği arz etmekteydi. Türkiye ve koalisyon güçleri için Esad’a ya da IŞİD’e karşı girişilecek kapsamlı bir askeri harekatta, bu kritik arazinin elde bulundurulmasının zarureti tartışmasız önemi haizdi.
Türkiye sembolik değere sahip birliğini bölgeden çekerek, uluslararası kamuoyuna şu mesajı vermiş oldu: ABD ve Batı öncülüğünde Musul ve Suriye’de başlatılacak askeri harekat zamanlama olarak çok yakın ve Türkiye bu harekatta askeri görev almayacak, seyreden ve destek veren aktör olacak. Hükümetin kurtarma operasyonuyla birlikte, IŞİD’in yaklaşmakta olan bir koalisyon harekatına yönelik hazırlıklarını hızlandıracağına, Musul ile Süleyman Şah Türbesi arasında kalan yaklaşık 450 km’lik alanda daha rahat hareket edeceğine ve askeri teşkilatlanmalarını kuvvetlendireceğine kesin gözle bakabiliriz.
3- Davutoğlu genel seçimler öncesi muhtemel bir siyasi risk faktörünü engellemek için uzun vadede Türkiye’nin elini zayıflatan bir hamle yapmıştır.
Türbe IŞİD’in iki yıldır hedefindeydi ve Türkiye ile bir pazarlık konusu haline gelmişti. Her gün basılacağına yönelik tehditler alınmasına rağmen, IŞİD’in psikolojik baskıları dışında herhangi bir olay yaşanmamıştı.
İlk defa seçmen karşısına parti lideri olarak çıkacak Davutoğlu’nun en büyük kabusu seçimlerden hemen önce Süleyman Şah’da da Musul Konsolosluğu benzeri bir fiyaskonun tekrarlanmasıydı. Musul Konsolosluğu personelinin IŞİD’in eline rehin düşmesi Davutoğlu dış politikasının iflasının göstergesiyken benzer bir senaryoyu Süleyman Şah’da yaşamak siyasi planları bozabilirdi. Hele IŞİD ile yapılan rehine pazarlığı gibi bir opsiyonun ABD ile yeni imzalanan Eğit-Donat Anlaşması sonrası yapılması daha zorken!
Bu nedenle kısa dönemde AKP’nin elini güçlendirecek bu kaçış operasyonu yapıldı ve Süleyman Şah riskinden kurtulundu. Olan Türkiye Cumhuriyeti’nin uzun vadeli etki ve gücüne oldu. AKP’nin her zaman yaptığı gibi kısa dönemli siyasi çıkarlar uğruna, uzun dönemli ulusal çıkarlar feda edildi.
4- AKP’nin IŞİD’e karşı koalisyona daha etkili bir şekilde katılmaması için bahane edeceği bir ‘yumuşak karın’ kalmamıştır.
AKP hükümeti uzun süre IŞİD’i ciddi bir terörist tehdit olarak değerlendirmekten kaçındı. Daha yeni IŞİD’e karşı Amerika Birleşik Devletleri ile Eğit-Donat Anlaşması imzalayan Türkiye’nin IŞİD ile daha genel bir mücadeleye katılmamasının ana unsuru ve kendisinin ‘yumuşak karnı’ olarak gösterdiği neden Süleyman Şah Türbesi’ydi. Bu faktörün ortadan kalkmasıyla Batı’yla birlikte IŞİD terörizmine karşı daha kararlı mücadele etmemesi için net bir gerekçe kalmadı.
Bu noktadan sonra Türkiye’nin IŞİD’e karşı daha net bir pozisyon alması beklenebilir. Katkısının artık istihbarat paylaşımı, eğit-donat ve sınır güvenliğinin ötesine geçmesi olası. Keza bölgede Ürdün gibi diğer Müslüman aktörler kadar aktif olmaması Türkiye’nin Batı dünyasında terörle mücadeledeki işbirliğinde kararlılığı ve samimiyeti konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Meselenin diğer yönünü de kaçırmamak gerekiyor. IŞİD’e karşı daha sert bir pozisyon alması durumunda da Türkiye’ye yapılan sızmalarla büyük şehirlerimizde IŞİD terörist saldırılarının yaşanma riski artmış bulunmakta.
5- Karakoldan geri çekilmenin AKP’nin hem içeride hem de dışarıda Kürt politikasına başat etkileri olacaktır.
Süleyman Şah Türbesi’nin korunması bölgedeki Kürt unsurlarıyla bir işbirliği zemini gerektiriyordu. Zaten tahliye operasyonunda da YPG’nin rolü olduğu ve Salih Müslim’in Ankara ziyaretleriyle ilişkili olduğu gündeme getirildi. Bu da Türkiye’nin YPG ile işbirliği yaptığını ve YPG’yi tanıdığının bir işareti oldu. Fakat uzun vadede Kürtlerle Süleyman Şah için stratejik olarak bir işbirliği gereksinimi kalmadı.
Bu durumda PKK ile yapılan pazarlıklarda da Suriye’nin bu bölgesi bir unsur olmaktan çıkacaktır. Kürtlerin Türkiye’ye Kobani meselesinden ötürü güvensizliğini de denkleme dahil edersek genel seçimler sürecinde, IŞİD’in Jarabulus ve Sarrin’de (türbenin hemen kuzey ve güneyindeki kritik yerleşim yerleri) Kürtlere yönelik girişeceği Kobani benzeri saldırıları tekrarlaması durumunda Türkiye’nin bölgeden çekilmesinin Kürtlere yönelik bir etki yaratma amacı taşıdığı gündeme getirilerek, ayaklanmaları tetikleyecek bir propaganda malzemesi olarak kullanılabilir.
6- Türkiye Cumhuriyeti Esad rejiminin İstanbul Başkonsolosluğuna haber vererek Esad’ı tekrar diplomatik olarak muhatap almıştır.
Operasyon öncesinde Esad rejimine bilgi verilmesi hem uluslararası hukukun bir yükümlülüğü hem de Esad rejimini hala diplomatik olarak tanıma zorunluluğunun göstergesi. Esad’a karşı muhalifleri destekleyen Türkiye’nin operasyon öncesi rejime haber vermesi büyük bir çelişki teşkil etmekte.
Esad’ın makbul bir siyasi lider ve bölgesel müttefik olmadığı aşikar. Fakat realist bir yaklaşımla Esad rejimiyle ilişkiler asgari düzeyde bile devam edebilseydi, Türkiye Süleyman Şah’dan vazgeçmek zorunda kalmayabilirdi. Keza Esad rejimi bugün bölgedeki en istikrarlı unsur olarak hala hayatta. Esad’ın ve YPG’nin izni olmak şartıyla ikmal yollarını ve bizzat karakolu koruyacak iki tugay askerle Türkiye hem bölgede bir askeri varlığa sahip olurdu, hem de toprağını koruyabilirdi.
7- ‘Stratejik Derinlik’ stratejik kaçışla bir kez daha iflas etmiştir.
‘Stratejik Derinlik’ politikası 2010 yılından beri bölgedeki bütün gelişmeleri yanlış okuyarak ve Türkiye’yi belirsiz bir maceranın içine atarak birçok ulusal güvenlik krizi yaratmıştır.
Reyhanlı terörist saldırısına, savaş uçağımızın düşürülmesine, Musul başkonsolosluğumuzun işgaline ve personelin rehin alınması olaylarının hiçbirine Türkiye Cumhuriyeti büyük devlet olmanın gerektirdiği türden bir yanıt verememiştir. Süleyman Şah’ın tahliyesi ve toprakların arkada bırakılarak kaçılması da bu iflasın başka bir göstergesi olmuştur.
Askeri terminolojide geri çekilme harekatları genellikle karşı saldırı öncesinde, taarruz gücünü kuvvetlendirmek ve düşmanı yanıltmak maksadıyla başvurulan bir taktiktir. Sakarya Muharebesi Harp Akademisi’nde örnek vaka olarak okutulur. Fakat bu geri çekilişin dış politikanın Türkiye’yi içine sürüklediği acz nedeniyle gerçekleştiği önümüzdeki dönemde daha da belirginleşecek.
Türkiye bölgedeki caydırıcılığına ve dış politika etkisine ancak seküler ve tam demokratik bir ülke olarak yeni bir dış politika doktriniyle kavuşabilir.