
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@tutanota.com
@MAlpDagistanli
Birçoğumuza yazmak yetmiyor, konu ne olursa olsun kendimizi yazmaktan alamıyoruz. Yazıda birçok benbenlik yolu var, tuzak bunlar, düşmekten hoşlandığımız tuzaklar.
Eskiden, gazete okunan zamanlarda daha çok rastladığımız bir tuhaflık vardı, gazete yöneticilerinden birinin bir yakını ölür, birinci sayfada haber olurdu bu? Ne münasebet? Okura ne!
Mesela dış politika yazarımız, biz ondan dünyadaki son gelişmelerden biriyle ilgili yorumlarını/analizlerini beklerken, gazeteye bunun için para vermişken, oturur annesinin ölümüne ne kadar üzüldüğünü, onun ne kadar değerli biri olduğunu yazardı köşesinde. Ne münasebet? Okura ne? Peki, muhabirler de yakınlarının ölümünü haber yapsın ozaman, gazete de bassın! Ama hayır, gazetedeki statülere göre önemlidir anneler babalar. İnternet çağında da rastlıyoruz böyle yazılara.
Yazarın ölen yakını hepimizi ilgilendiriyorsa, tamam, yazsın. Ölümün hepimizi ilgilendiren bir boyutu varsa, eyvallah. O ölümü bizi de ilgilendiren bir bağlama oturtuyorsa ne ala. Bizi ilgilendirmiyor ama öyle güzel bir metin ki ona da kabul. Şu saydıklarımıza güzel bir örnek Ahmet Tulgar’ın Bolahenkli Kadınlar’ın Can Sıkıntısıyla Mücadele Örgütü yazısı.
Hiç böyle özel, hassas durumlar içermeyen kendinden bahsetme yazıları da var. Dağhan Irak’ın son yazısından verelim örneğimizi: Yekta Kopan’ın özrü, Gezi’nin sızlayan kemikleri… Dağhan Irak sevdiğimiz bir yazar, yazılarında cevher bulacağımızdan eminiz. O cevheri iyi ifade ettiğini de düşünüyoruz, beğeniyoruz. Bu yazısında da bulduk, ama cevheri bir yazı için çer çöp sayılacak söz birikintilerinin dibine atmış. Satırlarca anlatıyor hangi yazıyı nasıl yazmaya karar verdiğini… Bunlar okurla bir hasbıhal gibi duruyorsa da sırası bu yazı değil, doğrudan konuya girmek en iyisi. Okurla hasbıhal için, çok istiyorsanız, ayrı bir yazı yazarsınız, gevşek gevşek söyleşirsiniz.
İşin doğrusu, konunun organik parçası değilse yazıda işi, yeri yoktur yazarın, imzada görünmesi yeter de artar.
Yazarın yazının içinde rahatsız edici şekilde dolandığı bir tarz da şu:
(…) ilk durağımız Isparta’nın merkez ilçesine bağlı olan Işıkkent muhtarlığı oluyor. (…) Işıkkent ilçesinin tamamının doğalgaz ile ısındığını söyleyerek…
Muhtarlıktan çıktıktan sonra tekerlekli sandalyeyle çocuğunu hastaneye götüren Emine Koçer ile konuşuyoruz.
Kent merkezinde bulunan bir kahveye giderek, yurttaşlarla konuşmaya devam ediyoruz.
Muhabirin, yazarın neler yaptığı, nerelere gittiği biz okurları hiç mi hiç ilgilendirmez bu durumda. Okuru peşinden sürükleyecek bir eylem içinde değil, olayın organik parçası da değil. Kışın ortasında günlerce elektrikleri kesilmiş koca Isparta şehrinde insanların yaşadığı çileyi anlatmak için bir kurgu düşünmediğinden, bir hikaye kurmadığından kendi iş gezintisini bize dayatıyor.
Muhabir Yaşar Kemal de kendini anlatıyor, ama bakın nasıl? 1952 Ocağında depremin yıktığı Hasankale’ye (Erzurum) gitmiş, günlerce kalmış Yaşar Kemal, Cumhuriyet’e göndermiş yazılarını: ‘Hasankale Yerle Bir‘ (Bu Diyar Baştanbaşa içinde). Köyleri dolaşıyor. Evler yıkılmış, yıkılmayan da içine girilecek gibi değil, çadırlarda kalıyor insanlar dondurucu soğukta.
Yaşar Kemal, Kurnuç köyünde yedi çocuklu sığırtmaç Recep İyügün’ün çadırında geçirecek geceyi.
Gece yarıyı çoktan geçmiş, gavur ayaz, belalı ayaz başlıyor. Dayanabilirsen dayan! (…) çıkıp kaçmalı, sabahlara kadar dolaşmalı mı? Ya (…) Recep İyigün üzülmez mi? Ama dayanılmaz. Soğuktan öleceğim. (…) Dayanmalı…
(…)
Tan yeri ağarırken şafağın ayazı başlıyor. Çocukların zangırdaması, hastanın iniltisi ve Recebin üzüntüsü… Artık titremeğe de mecalim kalmadı. Daha fazlası… Fazlasına imkan yok. Kaçmalı. Gün ışıyıncaya kadar koşmalı. (…) Birden yataktan fırlıyorum. Çadırın içini iğne iğne kırağı bağlamış.
“Eyvallah Recep ağa. Ben artık Hasankale’ye gitmeliyim, otomobil bekliyor.”
Benbenliğin envai çeşit yolu var, bu yolları zorlayıp duruyoruz. Halbuki iyi yazar Yeni Cami muvakkiti gibi olmalıdır. Ne demek? Benbenlikten çekinmeyen, ama akıcı, nefis Türkçesiyle parlayan Refik Halid’in “Yenicami Saati” yazısında (Bir Avuç Saçma içinde) var sorunun cevabı:
… saat yalnız Yenicami saati ve muvakkit de bu saati kuran adamdı. (…)
Ve İstanbul’da sabah ezanları bu saatle okunur, horozlar onu bilerek öter, güneş onunla doğar, vapurlar ilk düdüklerini ona uydurarak çalar, şehir böyle uyanır, böyle harekete gelir, yine böyle, onun işlettiği saatle gevşer, su yürütürdü. (…)
Bütün bir payitaht onun ayarladığı saatle oturup kalkardı; zamanımızın, hayatımızın nâzımı [düzenleyicisi] o idi ve bu hükümdarlığına ehemmiyet vermeyerek ne kadar alçakgönüllülükle köşeye çekilmiş yaşardı! Eseri alemin önünde durur, kendisi göze görünmezdi.
DİLE GELENLER
Tekrardan kaçın!
Cumhuriyet gazetesinden bir cümle:
“CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, sabah gerçekleştirilen olağanüstü MYK toplantısı sonrası bir ziyaret gerçekleştireceği duyurulmuştu.”
Genel Yayın Yönetmeni’ne de yazıyorum bunları ama! Hasan Kulaç