Bugüne kadarki en kapsamlı Vermeer sergisi Hollanda’nın başkenti Amsterdam’daki Rijksmuseum’da açıldı.
Sergi için Hollandalı ressam Johannes Vermeer’in günümüze ulaşan 37 tablosundan 28’i bir araya getirildi.
“Amsterdam’da yaşamıyorum ki sergiyi nasıl göreyim” diyorsanız hemen belirtelim, orada yaşasanız bile gidemeyebilirsiniz çünkü 4 Haziran’a kadar açık serginin biletleri şimdiden tükendi.
The Guardian gazetesinin ‘ıskalanmayacak bir şölen’ diye nitelediği sergi açık kaldığı süre boyunca konuşulmaya devam edecek gibi görünüyor.
1632 ile 1675 yılları arasında yaşayan Vermeer, ‘günlük hayatın sıradan ayrıntılarını ışığı ustaca kullanarak’ resmetmesiyle ünlü. Serginin eş küratörlerinden Pieter Roelofs’un BBC’ye söylediği gibi sanatçı için ‘sembolizm‘ de çok önemli.
BBC Vermeer sergisi vesilesiyle ressamın beş ünlü tablosunu mercek altına aldı ve görünenin ötesindeki gizemlerin ve simgesel mesajların peşine düştü.
‘Açık Pencerede Mektup Okuyan Kız’daki yeşil perde (1657-1658)
Vermeer, bu resmi yaptığında 25 yaşındaydı. Eser, sanatçının resimlerinde dini betimlemelerden uzaklaşıp ev hayatından samimi, biraz içe dönük bölümlere odaklanmaya başladığı yeni bir döneme işaret ediyor. Resmin temelinde, kadının kendini okumaya kaptırmasının sessiz huzuru hissediliyor.
Bakanlar, eserin insan karakterini mükemmel bir şekilde işlemesine hayran kalsa da Vermeer bir noktada bu mükemmelliği kasten bozuyor.
Kompozisyonun beşte birini kaplayan yeşil perde, pirinç halkalarla bir raya asılmış. 17’nci yüzyıl Hollanda’sında resimler korunmak için sık sık perdelerle kapatılırdı. Bu resimdeki yeşil parlak perde ‘insanda uzanıp perdeyi kenara çekme isteği’ uyandırıyor.
Resim aynı zamanda sanat tarihindeki ünlü bir hikayeye gönderme. Zeuxis ve Parrhasius adlı ressamlar arasında kimin daha iyi olduğuna dair bir yarış vardır. Zeuxis, o kadar gerçekçi üzümler çizer ki Parrhasius tablonun örtüsünü açtığında kuşlar resmi yemeye kalkar. Zeuixis Parrhasius’un yaptığı resmin örtüsünü açmaya çalışır ama bunu başaramaz çünkü örtü tablonun kendisidir.
Yeşil perde, Vermeer’in yeteneğini sembolize etmek ve sanatın yanılsama ile gerçeklik arasında salınışını sorgulamaya yönelik hikayeye bir gönderme.
‘Sütçü Kız’daki ayak ısıtıcısı (1658-1959)
Oda soğuk ve bakımsız, duvarlar nemli, pencere camı kırık… Hizmetçi, bayat ekmek ve sütle yiyecek hazırlıyor.
Sağ alt köşede gördüğümüz ayak ısıtıcısı ise bütün tablonun anlamını dahiyane biçimde değiştirip günlük hayatın bir yansımasından çok daha öteye taşıyor.
Ayak ısıtıcıları, kış aylarında ev işi yapan kadınların ayaklarının yakınına konulurdu. Vermeer bu resimde ayak ısıtıcısını, aşk tanrısını ve arzu okunu tasvir eden mavi boyalı bir karonun önünde çizmiş. Bu semboller, dönemin Hollanda’sında özel bir anlam taşıyordu. Ayak ısıtıcıları, vücudun alt bölgelerini alevlendirdiği için şehveti simgeliyordu. Genellikle kadın hizmetçilerin cinsel olarak ‘müsait‘ olduğunu göstermek için boş sürahi gibi diğer örtük nesnelerle birlikte resmediliyordu.
Ancak Vermeer bu resimde bütün bu sembolleri kullanmasına rağmen hizmetçiyi iffetli bir biçimde resmetmiş. Bize bakmıyor, şehvet sembolleriyle değil işiyle ilgili. Bedeni kalın giysilerle örtülü.
‘Terazi Tutan Kadın’daki tartı (1662-1664)
Genç bir kadın, sessiz ve perdeyle kararmış bir odada terazinin yavaş yavaş dengeye oturmasını izliyor. Masanın üzerindeki nesneler, çeşitli madeni paraların ve incilerin değerini ölçtüğünü gösteriyor.
Ancak kadının hemen arkasındaki tam tablo, resme derinlik katıyor. Kadının başı resmin çoğunu gizlese de ‘tablo içindeki tablo’ İsa’nın Kıyamet Günü’ndeki hesaplaşmasını gösteriyor. İsa bir anlamda kadının yaptığını yapıyor – bir şeyi tartıyor.
Vermeer son derece dindardı ve sanat eserlerinin birçoğunu maneviyat simgeleriyle şifreledi. Protestan Hollanda Cumhuriyeti’nde yaşıyordu, ancak Katolikliğe geçmişti ve terazinin, onun azınlık inancına bir gönderme olabileceği düşünülüyor.
‘İnci Küpeli Kız’daki kumaşlar (1664-1667)
‘İnci Küpeli Kız’, Hollanda’ya ait bir sanat türü ‘Tronie‘; isimsiz bir figürün ilginç bir kostüm içinde doğal biçimde resmedilmesiyle yapılmış.
Başındaki örtü kızı egzotik ve mazide kalmış bir karakter olarak gösterirken inci manevi saflığı ve dünyevi güzelliği aktarıyor.
Ceketi, gölgeli alanlarda gri/mavi ve doğrudan ışıkta altın rengi görünen yanardöner bir kumaştan yapılmış.
Vermeer’in zamanında, kaliteli malzemelerin resimde gösterilmesi, ressamları sanatta çağrıştırabilme yeteneklerine göre derecelendiren koleksiyoncular için özel bir ilgi alanıydı. Babası kumaş ticaretinde çalıştığı için Vermeer kumaşların güzelliğini ve önemini erken yaşta anlamıştı.
Vermeer’in sembolik bir sanat dili kullandığı biliniyor. Bu resimdeki modelinde, bir ressamın sanatının temeli olan üç ana renk görülüyor: Kırmızı dudaklar ve sarı ve mavi renkte giysiler. Vermeer’in resminde kız bize bakıyor ve ağzı hafif aralık. Aynı zamanda her an karanlıkta kaybolacak gibi. Mükemmelliğin hem cazip hem ulaşılmaz oluşunun somutlaşmış hali.
‘İnancın Alegorisi’ndeki cam küre (1670-1674)
Vermeer dini inancını ‘İnancın Alegorisi’ tablosunda en güçlü şekilde ifade ediyor. Ana karakter Katolik inancının bir kişide vücut buluşunu gösteriyor.
Kadının görünüşü ve jestleri Cesare Ripa’nın ‘Iconologia‘ adlı kitabından alınmış ama başının üzerindeki cam küre Ripa’nın kitabında geçmiyor. Akademisyenlerin bunun ne anlama geldiğini çözmesi onlarca yıl aldı.
1975’te sanat tarihçisi Eddy de Jongh, Flaman Cizvit Willem Hesius’un ‘Kutsal İnanç, Umut ve Yardımseverlik Amblemleri’ adlı kitabında bir kurdeleyle asılı cam küre simgesi gördü. Ambleme bir de slogan eşlik ediyordu: “Tutamadığı şeyi yakalar”.
Kitaptaki kısa bir pasaj, kürenin insan zihni gibi olduğunu açıklıyor: ‘Engin evren küçük bir şeyde gösterilebilir. Tanrıya inanıyorsa, hiçbir şey o akıldan daha büyük olamaz’. Küre, zihnin tanrıyla etkileşimini sembolize ediyor.
Ressamın tüm resimlerinin de küre gibi olduğu, olup bitenleri ve fikirleri yakalayıp gelecek nesiller için mühürlediği eklenebilir.
Resimden çok az kazandı
Vermeer, gerçeği yakalamadaki olağanüstü becerisine rağmen, birçok usta ressamın kaderini paylaştı; yaşadığı sürede değeri anlaşılamadı. Yılda yaklaşık iki resim yaptı ve bu kadar az parayla geçinebilmesi imkansızdı.
Bugün sanatı büyük değer görüyor. Belki de bu çılgın 21’inci yüzyılda, eserlerindeki benzersiz sükunet duygusuna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.