MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@gmail.com
Metin Münir’in anısına…
En Kötü haber girişi adaylarımdan biri şu:
“Önceki yıllarda yüklenici firmalara verilen projelerle Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin zarara uğratıldığı iddialarıyla defalarca gündeme gelen Konyaaltı’ndaki eski Minicity arazisi, AVM inşaatı sırasında antik çağ mezarlarına rastlanmasıyla başlatılan arkeolojik sondaj ve kurtarma kazılarından sonra gündeme alındığı Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu toplantısında görüşüldü.”
Antik mezarlar çıkan Minicity arazisi ‘Koruma’ gündeminde: AVM projesi daraltılacak haberinin 43 kelimelik bu alengirli giriş cümlesini okuttu bize muhabirimiz, bu zahmetin karşılığında önemli hiçbir şey öğrenemedik. Dağ fare doğurdu. Toplantıda bir şey görüşülmüş. Neyin görüşüldüğünü anlamak için geri dönüp keşif yapmalıyız: Hah işte buldum, araziymiş görüşülen.
Düzgün yazılmış haberlerini de okuduğumuz Ceren Deniz’in dilbilgisi bakımından yanlış görünmeyen cümlesini sorunlu kılan şey nedir? Sorun “ile” takılarında. Cümlenin başında peşpeşe gelen “projelerle” ve “iddialarıyla” farklı anlamsal yükler taşısa da biçimleri aynı, halbuki anlamlarıyla biçimleri paralel olmalıydı. Projeler, iddiaları yaratan sebeptir, ama Ceren Deniz cümleyi böyle kurunca bu mantıksal yapıyı kırmış, sadeleştirirsek, “Projelerle iddialarıyla gündeme gelen” demiş oluyor. Bu yadırgatıyor bizi, anlam bağını sürdüremiyoruz, az sonra karşılaşacağımız “rastlanmasıyla” da eklenince iyice kayboluyoruz.
Bu cümle, bütün kelimelerini koruyarak, şöyle yazılsaydı anlamla ilgili bocalamayacaktık -üstlerini çizdiğim fazlalıklar çıkarılsaydı daha da kolay anlaşılan bir cümle olacaktı:
“Antalya Büyükşehir Belediyesi’ni zarara uğratacak şekilde yüklenici firmalara verilen projelerle önceki yıllarda defalarca gündeme gelen Konyaaltı’ndaki eski Minicity arazisi, AVM inşaatı sırasında antik çağ mezarlarına rastlanınca başlatılan arkeolojik sondaj ve kurtarma kazıları üzerine gündeme alındığı Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu toplantısında görüşüldü.”
Ceren Deniz ikiye bölerek cümlesini daha da anlaşılabilir kılabilirdi, ama bu neyi kurtarırdı, başarılı bir girişin eşiğine getirir miydi bizi? Hayır. Arazinin görüşülmesi midir bize hemen bir çırpıda söyleyeceği, söylemesi gereken şey, haberin en önemli unsuru?
Belki de Gazete Duvar’ın haber yazma kalıbı yüzünden ortaya çıkıyor bu sorun, çünkü bu site de bazı başkaları gibi haberin neden bahsettiğini anlatması gereken, bir gelgel yapan spotu bir tür giriş cümlesi olarak kullanıyor – buna uymayan örnekler de var gerçi. Başlığın altındaki spot şu:
“Antik mezarların bulunduğu eski Minicity arazisine AVM projesi, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nda görüşüldü. AVM için hazırlanan projedeki inşaat alanının daraltılacağı öğrenildi.”
Gördüğünüz gibi, spotun ilk cümlesi de görüşüldüğünü bildiriyor. Ben anlamıyorum, ama demek ki arazinin görüşülmesi olağanüstü önemde bir gelişme. Baksanıza, inşaat alanının daraltılmasına karar verilmesi bile geriye düşmüş.
Kaybolan kural
Gazetecilikte haberin en önemli unsurunu girişte vermek yeğlenir, kuraldır bu neredeyse. Fakat bu kural kaybolmuş gitmiş. Zaten bırakın kuralı muralı, anlatacak bir hikayeniz var, bunu en iyi, en meraklı, en heyecanlı, en sürükleyici şekilde anlatacaksınız; düşünmeniz gereken tek şey bu. Kural budur aslında, sadece haber için değil, her tür metin için kural budur.
Şöyle düşünün: Hergün yüzlerce, binlerce yazı çıkıyor, hele sosyal medya paylaşımlarını da düşünürseniz (ki düşünmelisiniz, onlar da birer yazıdır), herbirimiz yüzlerce metinle karşılaşıyoruz, bizim yazdığımızı niye okusunlar? Öyle bir ilk cümle kurmalısınız ki aradan sıyrılamasanız bile, okuru orada bir duraklatın. Bu da yetmez, öyle bir cümle kurmalısınız ki okuru bir sonraki cümleye taşımalısınız, “Dur şuna da bakayım” demeli okur. Bütün cümleler böyle bağlanmalı birbirine, paragraflar da… Ama ileri gitmeyelim şimdi, başlangıç cümlelerinde kalalım.
Haberin cevherini ıskalama, erteleme, saklama!
İyi, güzel, doğru yazılmış habere rastlamanın pek zor olduğu medyamızda kötü başlangıçların birkaç türü var, ama onları kötü yapan özellikleri ortak: haberin cevherini ıskalamak, ertelemek, saklamak. Şuna bakın:
“BirGün’ün ortaya çıkardığı milyonlarca kişinin verilerinin çalınması skandalının yankıları sürüyor. Resmi makamlar konuya ilişkin sessizliğini korurken bu verilerin nerelerden çalındığı ise hâlâ soru işareti.”
Muhabirimiz Aycan Karadağ bize hemen o yankıları söylemeye başlasa, sürdüğünü anlayacağız zaten. Aycan Karadağ bu haberde yazdığı şeyleri anasına babasına, arkadaşına, sevgilisine nasıl anlatır? Siz okudunuz, nasıl anlatırsınız? “Ya anne biliyor musun, skandalın yankıları sürüyor” diye mi başlarsınız anlatmaya, daha doğrusu, anlatırken hiç böyle bir cümle kullanır mısınız? Hiçbirimiz hiçbir şeyi böyle anlatmayız, çünkü bu anlatımın kimseyi meraklandırmayacağını, kimsenin bizi dinlemeyeceğini, herkesin sıkılacağını biliriz. İnsani değil bu dil.
Çöp laflarla doldurma!
Bu tarzın bir başka biçimi de şu:
“İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’yi 6 yaşındayken ‘evlendirdiğinin’ ortaya çıkması gündemdeki yerini koruyor.”
Büyük bir kepazelik ortaya saçılmış, yerini korumayacak da ne yapacak, gündemdeki yerini korumaması haber değeri olurdu. O yeri bugün nasıl korudu, onu anlat bize, çöp laflarla doldurma gazeteni de, beynimizi de.
Cumhuriyet, bu haberin spotunda dişe dokunur bir şey söylüyor gerçi, ama haber bu cümleyle başlıyor. Bir haberde böyle bir cümle olmamalı. Size söyleyecek yeni bir şeyimiz yok, demektir bu cümle.
Sadede gel!
Kötü başlangıçların bir türü de sadede bir türlü gelememek. Çok önemli bir haberin (Ezidilerden yetkililere çağrı: Korucuların saldırılarına uğruyoruz, lütfen sesimizi duyun!) girişi çok iyi örnek. Şöyle başlıyor Independent Türkçe’de Abdülhakim Günaydın haberi yazmaya:
“Geçmişin yanlış uygulamalarından ötürü farklı ırk ve inanca mensup azınlıklar, yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldı.
Uzun süre Avrupa Birliği üyesi ülkelere başta olmak üzere Amerika ve Kanada gibi devletlerde kalan azınlıklar, hükümetin yaptığı yasal düzenlemeler nedeniyle dönmeye başladı.
Yıllar sonra dönmek isteyenler ise farklı farklı sorunlar ile karşılaştı.
Bu sorunların başında ise evlerine ve topraklarına el konulması geliyor.
Başkaları tarafından el konulmuş taşınmazların geri alınması amacıyla onlarca dava açıldı.
Kimisi hakkına kavuştu ama çözüm bekleyen daha birçok sorun var.
Bu sorunları çokça yaşayan toplumların başında ise Ezidiler geliyor.
Mardin, Batman ve Şırnak başta olmak üzere birçok kentte topraklarının bir bölümü gasp edilen Ezidiler, mülklerini almak için hak mücadelesi yürütürken çeşitli saldırılara maruz kalabiliyor.
Edinilen bilgilere göre bu konudaki son örnek Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde yaşandı.“
Koruculuk yapan bir aile, topraklarına dönen Ezidilere saldırıp duruyor, devlet buna gözyumuyor. Eski bir zulümden bahsetmiyoruz, şu yaşadığımız günlerde eziyet ediliyor Ezidilere.
Abdülhakim Günaydın’ın bu gaddarlığı gözümüzün önüne getirmesi, “Haberimiz yoktu” dememizi önlemesi bakımından da çok önemli. (“İsraillilerin ‘Haberimiz yoktu’ bahanesini ellerinden almak için yazıyorum” diyen Gideon Levy’yi muhabbetle anıyorum.) Ama bu girişle çok zor, okur başlıkla yetinir, bu insanların yaşadıklarına ulaşamaz. Böyle bir haber çok daha iyi bir girişi hak ediyor, ama asıl bu eziyete maruz kalan Ezidiler hikayelerinin çok daha iyi anlatılmasını, herkesin ilgiyle okuyup bu haksızlığa isyan etmesini sağlayacak şekilde yazılmasını hak ediyor.
Okurun sabrına değil merak duygusuna yaslan!
Gazete Duvar’ın Van muhabiri Kadir Cesur güzel konulara eğilen, çalışkan bir gazeteci, ama o da çok oyalanıyor konuya girene kadar. Çok dokunaklı, önemli bir meseleyi önümüze getirdiği ‘Türkiye Yüzyılı’nda Orta Çağ’ı yaşayan bir köy: Yığınçal haber-röportajına şöyle giriyor:
“İktidar partisinin, 2023 seçimleri öncesinde kullandığı sloganların başında ‘Türkiye Yüzyılı’ geliyordu. Bu slogan diğer tüm seçim süreçlerinde kullanılan sloganlardan daha farklıydı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılını ifade ediyordu. Akılda kalıcı olan ve artık hemen her yerde karşılaştığımız ‘Türkiye Yüzyılı’ sloganı, teoride ülkenin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi anlamını taşıyordu. Ancak pratikte ülkedeki durum bambaşka. Örneğin hâlâ suyun, eğitimin, sağlık hizmetlerinin ve diğer temel insani ihtiyaçların ulaşmadığı yerleşim yerleri var. Bu yerlerden biri de Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinin Yığınçal köyü.”
Neden yapıyor bu röportajı Kadir Cesur, neden yazıyor bu haberi? Bu insanların durumuna dikkat çekmek için. Peki, böyle yazılmış bir haber-röportaj ilgi çekici mi? Başlıkta çektiğin okurun merakını canlı tutabilir ve okumaya devamını sağlayabilir mi bu giriş? Okurun sabrına sığınamayız, okurun merak duygusuna yaslanmalıyız, o duyguyu beslemeyi, canlı tutmayı her cümlede gözeterek.
Yasını tutan da yok
Her haber, her röportaj en az bir insanın (ya da hayvanın, bitkinin, doğanın) hayatını anlatır, demek ki insan hayatı gibi ele almalı, özenmeliyiz anlatıma. Ele aldığınız konu dikkat çekiciyse anlatımınız da ona uygun olmalı.
Girişlere dikkat edilirdi eskiden gazetecilikte, özellikle dikkat edilirdi; haberin geri kalan kısmı üstünden düzeltilse bile giriş yeniden yazılırdı çoğu zaman. Bu özenin neredeyse tamamen öldüğü görülüyor, yasını tutan da yok gibi.
Bir ödül önerisi
En Kötü Roman Girişi ödülü veriliyor 1982’den beri: Bulwer Lytton Fiction Contest. Edebiyatın alt dalları için de veriliyor aynı ödül: macera, polisiye, çocuk edebiyatı, korku, romantik… Ödülü kazanmak için özel olarak yazılıyor giriş cümleleri. Bu yılki büyük ödül için 6000’den fazla kişi özene bezene yazdıkları cümleleriyle başvurmuş.
Biz de En Kötü Haber Girişi Cümlesi Ödülü verebiliriz her yıl. Üstelik, kötü roman cümlesi için ter dökülürken, berbat haber cümlelerini yazmak bizim için iş sayılmaz, hergün onlarcası, yüzlercesi yazılıyor. Yine de beterin beteri var deyip böyle bir yarışma başlatmak iyi olabilir, çivi çiviyi söker. Belki muhabirlerimiz ve editörlerimiz biraz utanır da giriş cümlelerine özenmeye başlar.
Haber cümlesine takıldık kaldık, her tür yazı için geçerli tabii giriş cümlesi. İki önemli yazarımızın aynı konudaki şu iki cümlesinden hangisi size daha ilginç, daha gelgelli görünüyor, hangisinin peşinden gidersiniz:
1) “Süleyman Nazif’in geçen sene öldüğünden tabii hiçbirimizin şüphesi yok. Fakat bu hayret verici insanın artık yaşamadığı fikrine alışmak da ne müşkül!”
2) “Ocak’ın beşi Süleyman Nazif’in bizden ayrılalı dört sene geçmiş olduğunu hatırlatıyor. Burada onun hakkında sadece birkaç küçük hatıramı kayd etmek istiyorum.”
DİLE GELENLER
Dün ölen Metin Münir benim gazetecilikteki ilk editörümdü. Diken’deki bu yazıları okuyormuş meğer.
Eleştiri, ya da doğrudan konuyla ilgili bir katkı olmadıkça gelen mektupları yayınlamıyorum burada, övgü ifadelerini çıkarıp yayınlıyorum ya da.
Metin Münir 23 Temmuz’da bir mektup göndermişti bana. Yazmayı iyi bilen birinin, ilk yayın yönetmenimin yazılarımı beğenmesi hoşuma gitmişti tabii. 1989’da Güneş yazı işlerine öbür arkadaşlar birkaç ekip halinde gelmişti; Metin Münir’in yazı işlerine aldığı tek yalınayak editör bendim galiba. Bana gönderdiği mektupta bu yalınayak ilişkinin de izi vardı belki. Şimdi bu sevgi dolu mektubu sizin de görmenizi istiyorum. Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil.
“Mustafa, yazılarını büyük bir zevkle okuduğumu sana bildirmek istedim. Büyük, hatta küçük zevkle okunacak pek az yazı kalan bu günlerde bu çok değerli bir şey. Seni editörüm ve sevgilim olan kadın buldu. Kim bu Mustafa Dağıstanlı, diye sordu. Hem seni bulmuş oldum hem de o seni tanımış oldu.
Başka ne yapıyorsun? Yaz.
Ben Milliyet‘ten kovulduktan sonra Kıbrıs’a yerleştim. Sakin bir hayat sürüyorum. Bu arada burada eski bir üniversite arkadaşımın Lefkoşa’da çıkardığı Diyaloggazetesine yazıyorum.
Sevgiler,
MM:-)”