İşte 12 Eylül darbesini 34’üncü yıldönümünde sözde “mahkum etmiş” olarak anarken… 11 Ekim 1999 tarihli o “vur gitsin” belgesi de 11 Ekim 2014’te, 35’inci yıldönümünde, “Artık ne polisin ne askerin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse onu yapacaklar” şeklinde törenlerle kutlandı!
Daha önce de, “Gezi Parkı’na saldırı emrini ben verdim… (Şimdi birçoğu paralel ilan edilen) Kahraman polis destan yazdı” şeklinde idrak edilmiş, en son Okmeydanı’nda, hem de bir taziyeye gitmiş bir çocuk babası Uğur, uğursuz bir devlet mermisiyle cansız düştüğünde, “Polisimiz nasıl sabrediyor, anlayamıyorum” şeklinde tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlanmıştı!
12 Eylül’ün yargılandığı bu yılki son duruşmada, 35 yıl önceki belge de “suç kanıtı” olarak mahkemedeydi. Bir açıdan bakarsan, o da mahkum oldu… Bir açıdan bakarsan, mahkumdu, bayram oldu!
Cumhurbaşkanı’nın cumhurbaşkanı olarak o konuşmada söylediği bir önemli söz, “Ben de cumhurbaşkanı olarak böyle konuşmak istemezdim” kısmıydı. O vakit kendimize soracağımız soru şudur: Biz ister miyiz? Bir de kendisine soracağımız sorudur: İstemedinizse, neden böyle konuştunuz?
Bir cumhurbaşkanı böyle değil, başka türlü konuşsa, bir yandan “barış süreci” derken, kendi “dil ve üslup süreci”ni de barışa münasip kılsa… “İç savaş” sahneleri ve şiddetinin en az iki, hatta üç, bir de devlet tarafı varken, ayrımsız konuşsa… Çok mu zor olurdu!
Evren ile aynı lisan… Yargısız infazcılarla aynı hukuk… Sözde mahkum edilmiş o devlet şiddetiyle aynı hiddet geçerli olacaksa… 12 Eylül 1980 niye mahkum? 11 Ekim 1999 belgesi neden utanç verici? Bugün neden 12 Ekim 2014?