Kibir imparatorları, gündelik her alanın ve geleceğin ve de göklerin hakimi. Siyaset, devlet, hitabet hep onlarda. Top onlarda, kale onlarda, saha onların, düdük onlarda. Burunları kibirden mi büyümüş, bazen kendilerini de inandırdıkları yalanlardan mı, artık ayıramazsın. Sürekli olarak insan hayatı, insanların kaderi, türlü türlü insanın kimliği, kişiliği, kıymeti üzerine çullanıp kendi otoritelerini kusarlar. İşyerinden askeriyeye, medyadan ahlak ve kültür vaazlarına… Futboldan devletin zirvelerine kadar.
Bir anlaşılmaz da şu, o vakit: Misal, başbakan olmuşsunuz. Müsaade ederseniz, siz milleti değil, millet sizi onurlandırmış olsun. Bir alt-taşeron gibi kalıvermeyi; tamam vefa, saygı, minnet bir yana da, hep bir çıraktan ibaret olmayı, ustanın sürekli başrol oynadığı sahnede, arada bir çakma repliklerle sahneye girip çıkan ve hatta sık sık yuvarlanıp düşen bir figüranlığı nasıl böyle kolayca kabul edebilir, kabullenebilirsiniz?
Bu mudur onca tahsil, terbiye, akademik çalışma, bilim ve ilim sonunda varacağınız hazin istasyon?
Bu mudur çocuklarınıza, torunlarınıza işte babanız diye gururla göstereceğiniz çerçeveli fotoğraf?
Bu mudur vicdan özgürlüğü, akıl yetkinliği, muhakeme becerisi ve sadece Allah’a kulluk etmek?
Bu mudur yani?
Koskoca bir ilim adamı olup koskoca başka adam ve kadınlarla birlikte, kayıtsız şartsız teslim olmak mıdır?
Aklının ve ruhunun tüm kıvrımlarının bilfiil işgal ve esaret altında olmasından hiç rahatsızlık duymamak mıdır?