HÜRREM SÖNMEZ
İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal altı yıldır sürdürdüğü baro başkanlığı görevine 22 Ekim Cumartesi günü Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı dokunaklı konuşmayla veda etti.
“İşte gidiyorum, hiçbir şey almadan, ardıma bakmadan, gidiyorum” dedi Kazım Koyuncu’nun Hoşçakal şarkısından alıntıyla. Salon alkışlara ve gözyaşlarına boğuldu “Baro sana minnettar” bağrışları yükseldi, Ümit Bey de mağrur bir ifadeyle bakıyordu salona.
Hafızamız biraz zayıf olsaydı veya coşkuyla alkışlayanlar gibi memlekette olan bitene sırtımızı dönmüş olsaydık, belki biz de laikliğin ve demokrasinin bu yılmaz savunucusunu (!) yaşlı gözlerle alkışlayabilirdik. Sadece baktık ve Ümit Bey’in son başkanlık dönemini kapsayan iki yıl içinde olan biteni düşündük.
“Meslektaşlarım bana hakkını helal etsin” dedi sabık Başkan Ümit Bey. Laikliği dilinden düşürmeyen başkanın vedasını helalleşme gibi uhrevi bir müesseseyle nihayetlendirmesi şahsi seçimidir tabi, belki adliyedeki bir sonraki Kur’an tilavetine kendisi de davet edilir. Ama biz adalet için, insan hakları için yaptıklarından konuşmayı tercih ederdik, ‘helal ettik, etmedik’ demek yerine. Konuşamadık çünkü anlatacak pek bir faaliyet bulamadık.
Bizim bir hak iddiamız yok da, görevi süresince kendisi ve temsil ettiği kurum pek çok şeye seyirci kalırken haksızlığa uğrayanlar, zulüm görenler, hakkı ihlal edilenler Ümit Bey’e haklarını helâl eder mi bilemiyorum.
Kadınlar, işçiler haklarını helal etsin mi?
Veda ederken şarkısından sözler alıntıladığı Kazım Koyuncu’nun doğduğu topraklarda, Kazım’ın hemşerileri yaylalarına, derelerine sahip çıktıkları için jandarmayla karşı karşıya kalırken Ümit Bey orada mıydı mesela? Ümit Bey Cerattepe davasına sahip çıkmış mıdır? Karadeniz otoyoluna veya madene karşı direnen köylülerin yanında durmuş mudur?
Hadi Artvin uzak diye gidememiştir belki, 3’üncü Köprü için kesilen ormanların hesabını sormuş mudur mesela İstanbul’da? Ümit Bey’in Türkiye’nin en önemli barosunu yönettiği vakitlerde öldürülen kadınlar, iş cinayetine kurban giden işçiler, tek bir davalarına bile müdahil olmayan baronun başkanına haklarını helal etsinler mi?
Soma’da ölen 301 madencinin davasında ilk duruşmaya gözlemci gönderip sonra da bir daha ortalarda görünmeyen İstanbul Barosu’ndan söz ediyoruz.
Vatanı çok seven insanlardı hepsi
Hatırlarsınız kendisi “Biz bazı karelerde yer almayız” cümlesi ile hafızalarımızda yer etmişti. Bu cümlesinden sonra da tutuklanan avukatlar oldu ve Ümit Bey o karelerde de yer almadı. ‘Bazı kareler’den kast ettiği Kürt halkının avukatlarının bulunduğu kareler oldu hep. Kendisinden bayrağı devralan halefi de bir televizyon programında “İdeolojik sebepler ile tutuklanan avukatları savunmayız” dedi.
Bir anlam veremedik tabi; kira, tahliye davası baktığı için tutuklanan bir avukat olduğunda savunmaya hazırız demek istedi sanırım ama o bile ideolojik olabilir aslında. Ümit Bey baro başkanıyken bir başka baro başkanı insan hakları savunucusu Tahir Elçi öldürüldü. Ümit Bey “Kendisi benim dostumdu, çok üzüldüm, kimseye duygularımı ispatlamak zorunda değilim” dedi.
Haklıdır, elbette acımızı ispata zorlayamaz kimse bizi ama cenazeye gitmemeyi ve bunu da “Gitmemem bir cevaptır” diyerek açıklamayı seçti Ümit Bey. İki yıllık çiçek çelenk bütçesi 200 kusür bin lira olan İstanbul Barosu nedendir bilinmez Tahir Elçi’nin cenazesine çelenk bile göndermedi.
Vatanı çok seven insanlardı hepsi, başta Ümit Kocasakal ve o veda ederken kendisini salonda alkışlar ve gözyaşlarıyla uğurlayanlar. ‘Lozan Konferansı’, ‘Ermeni Soykırımı Yoktur’ panelleri düzenleyerek gösterdiler vatan sevgilerini, Yırca’nın zeytin ağaçları için pek oralı olmasalar da.
Aslında bizim bu karanlık hikayemizin başlangıcı olan 1915 trajedisini inkar etmek, gerçeklerle yüzleşmemek için sarf ettikleri gayretin binde birini göstermediler çok sevdikleri vatanın ne insanları ne de dağları, denizleri, ormanları için.
Bu iktidar Ümit Bey’e minnettardır
Şırnak’da, Cizre’de, Sur’da halkın yaşam alanları yerle bir olurken, çoluk çocuk, yaşlı siviller ölürken, insanlar ölülerini bile gömemezken, İstanbul Barosu birlik, beraberlik mesajları yayınlıyordu sayfasından. Ümit Bey de, onu gözyaşları içinde uğurlayan vatanseverler de binlerce yıllık tarihi olan Diyarbakır Sur için tek damla gözyaşı dökmediler muhtemelen. Sur vatan değildi galiba onlar için…
Barış isteyen akademisyenler tutuklanıp işsiz kalırken, dünyaca ünlü yazarlar cezaevine gönderilirken Ümit Bey herhalde ‘Ermeni soykırımı yalandır’ mektupları yazıyordu. Sorsanız “Biz herkesin düşüncesini ifade etme hürriyetinin teminatı olduk” der muhtemelen ama üç ayda 28 televizyon 33 radyo kapatıldı, 2 binden fazla gazeteci işsiz kaldı; İstanbul Barosu’ndan ses soluk çıkmadı.
Velhasılı, Ümit Bey giderken “Meslektaşlarım haklarını helal etsinler” dedi ya, benim helal etmemi gerektirecek bir hakkım yoktur. Ama bugün artık adalet dendiğinde akla Müge Anlı’nın televizyon programından başka bir şey gelmiyorsa memlekette, cübbe ilikleyen çay toplayan yargıçlar kadar olmasa da ülkenin en büyük barosunu yöneten sâbık başkanın da bunda bir payı vardır sanırım.
O yüzden birlikte aynı karede yer almak istemediği insanlar, ölü kadınlar, çocuklar, tahrip olmuş şehirler, talan edilmiş ormanlar, kuşlar, böcekler, nehirler kendisine haklarını helal edecek mi bilmiyorum.
Belli ki vatanı sevmekten anladığımız şey aynı değil. Ama şunu biliyorum; bizim de mensubu olduğumuz baro değilse de hiçbir icraatına ses çıkarmadığı bu iktidar Ümit Bey’e minnettardır.