BİLGEHAN UÇAK
@bilgehanucak
Bazı kitaplar içimizde derin bir iz bırakır.
O kitap artık bir parçamız olmuştur, yıllar geçip birçok şey silinse de hafızamızdan ilk günkü berraklığıyla durur.
Bu kitaplardan biri benim için İzzeldin Abuelaish’in yazdığı ‘I Shall Not Hate’tir. Türkçeye Pegasus Yayınları tarafından ‘Nefret Etmeyeceğim’ diye çevrildi.
Kitabı okur okumaz Izzeldin Abuelaish’e ulaşıp kendisiyle bir mülakat gerçekleştirmiştim.
Abuelaish, üç kızını İsrail’in füze saldırısında kaybeden, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiş Filistinli bir hekim.
Ömrünü halklar arasında köprü olabilme mücadelesini adamış.
Daughters for Life (Kızlar Yaşasın) vakfını da bu amaç doğrultusunda kurmuş.
Alıntılar, Izzeldin Abuelaish’le 2015’te yaptığım söyleşiden…
“İsrail’de hekimlik yapan ilk Filistinli’yim ben. Gerçi İsrailliler, Filistinliler’i daha önce de istihdam ediyorlardı ama bu işler sadece kendilerine hizmete yönelikti ve Filistinliler basit birer işçi olarak görülüyordu. Bir doktor olarak, Filistinliler’in de hayatın her alanında onlarla eşit olduğunu gösterme şansına kavuştum. Özgür bir millet olarak, insan olarak ne farkımız vardı? Ve tıp, bildiğiniz gibi, tek bir değere, tek bir kültüre sahiptir; o da insandır. Hastanede bir insanı tedavi ederken herkes eşittir bir doktor için. Nereli olduğu, inancı, kimliği hiç önemli değildir. Ben de kimliğimi saklayamayarak İsrail hastanelerinde görev yapmış bir Filistinli doktor olduğum için mutluyum.”
Hangi gözyaşında farklılık vardır?
Bu tavrının bir iddia taşıyıp taşımadığını sormuşum, şöyle demiş: “İsrailliler’e o coğrafyada yalnız olmadıklarını göstermek, gözlerini açmak için bir meydan okumaydı benim kimliğimi ortaya koymam. Filistinliler de özgürlüğü, daha iyi bir yaşamı hak ediyorlar. Hayatımın en güzel ânı, avucuma aldığım yeni doğmuş bir bebeği annesinin kollarına bıraktığım andı, ağlıyordu. Söyler misiniz, hangi gözyaşında farklılık vardır? İster Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Hıristiyan… Bir umuda ağlar bebekler.”
Bu coğrafya o gün de yangın yeriydi, bugün de yangın yeri…
Korkunç bir kibir ve insafsız bir küstahlık kızlarımı benden aldı
“Köprü olmayı hayatın her alanına taşıyabiliriz. Her ne yaşarsak yaşayalım bundan vazgeçmememiz gerektiğine inanıyorum. Hayat acı ya da tatlı sürprizlerle dolu. Hayatımın en kötü, en korkunç günü karımın vefat ettiği 16 Eylül 2008’di. Ve ben artık çocuklarımın aynı zamanda annesi olmak zorundaydım. Onlar annesiz büyüyeceklerdi belki ama o eksikliği ben kapatacaktım. Sonra, bir başka büyük acıyı daha yaşadım. 16Ocak 2009’da İsrail’in bombaları yüzünden kızlarımı kaybettim. Onlar hiçbir şey yapmamışlardı, hiçbir suçları yoktu, çocuklardı henüz ama insanlığın bu deliliği yüzünden öldürülmüşlerdi. Korkunç bir kibir ve insafsız bir küstahlıktı onları benden alan.”
Çok büyük acılardan geçmiş bir hayat Abuelaish’inki, gene de, akıl almaz bir sağduyuyla sürekli ‘barış’ demiş, “Benim ailem bu savaşta öldü, sizinkilerin kaderi farklı olsun” demiş…
“Bir hayatın ne kadar değerli olduğunu biliyorum ben. İnsan olmanın gereği ötekini anlayabilmekten ve özgürlükten geçer. Ben, inançlı bir insan olarak, ‘birini öldürmenin insanlığı öldürmek’ manasına geldiğine inanıyorum. Bütün bu acıları yaşadığım dönemde durmamam, devam etmem gerektiğini düşünüyordum ve öyle de yaptım. Bu yaşadıklarım da Allah’ın bir takdiriydi ve benim bir doktor olarak bu iki ulus arasında köprü görevi oluşturmam gerekiyordu. Benim yaşadığım acıyı başkaları yaşamamalıydı. Yokuş yukarı giden bir bisikletin sürücüsü gibi düşünüyorum ben yaşamı. Asla duramazsınız. Durduğunuz anda düşmeye mahkûmsunuz çünkü. Allah’a şöyle söz verdim: Hiçbir zaman pes etmeyeceğim ve kızlarımı bir tek gün olsun unutmayacağım. Ve Allah bana hep cesaretim aşıladı. Bu trajediden kurtulmanın yolunu insanlık için bir şey yapmak ve yaşadıklarımı asla sineye çekmemek olarak kabul ettim.”
Gazze’yi soruyorum Abuelaish’e.
“Gazze… Utanç verici. Acı dolu. Bütün dünya izliyor olanları. Gazze’de yaşayan Filistinliler de dünyanın diğer insanları gibi aslında ve istedikleri de sadece ‘yaşamak’. Gazze, şu an bir insanlık trajedisi ve insanlık krizidir. Gazze’de yaşananlar, sadece o bölge halklarının sorunu değil. Dünyanın sorunu. İnsanlığın sorunu. Artık gözlerin açılmasının zamanı geldi. Yeter. Zorlukla yaşıyor oradaki insanlar.. Gazzeliler, yaşadıklarından ötürü engellenmiş vaziyette, çaresizler. Onların geleceğe dönük umutlara ve özgürlüğe ihtiyaçları var. On yaşında bir çocuk düşünün. Ne beklersiniz ondan? O çocuk bu yaşına kadar özgürlüğü tatmadı, üç savaş yaşadı, sağlıklı bir çevrenin içinde büyümedi. Acıyla, savaşla, baskıyla büyüyorlar. Bu insanlığın ortak bir acısı değilse nedir? Özgürlüğü hayır, umuda hayır, fırsata hayır, adalete hayır… Bunu söylüyorlar sadece ve eğer böyle bir ortamda büyüyen çocuk ilerde delirirse ona kızma hakkımız olamaz. Sadece bunun sebebini, o çocuğu bu hale getiren ortamı sorgulamamız gerekir. İnsan olmanın gereği Gazze’de yaşananlara karşı ses çıkartmaktır, o insanlarla dayanışmaktır. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kimse tam anlamıyla özgür olmayacaktır Filistinliler özgürlüklerine kavuşmadan. Ve tabii dünyanın diğer bölgelerinde aynı zorlukları yaşayanlar için de geçerli bu. İnsanlığın özgürlüğü bir bütündür. Filistinlilerin özgürleşmesi demek, Türkiyelilerin, Amerikalıların, Norveçlilerin özgürleşmesi, kısaca dünyanın özgürleşmesi demektir.”
2015’te ‘yeter’ diye haykıran acılı bir adam, köprü olmak isteğinden, savaşın bitmesinden söz ediyor…
“Başta doktorlar ve öğretmenlere büyük sorumluluk düştüğüne inanıyorum. Onlardır insanlığa dair mesajı taşıyacak olanlar. Barışı bu dünyaya hep birlikte yaymamız gerekiyor ama bunda doktorlarla öğretmenlere çok daha büyük iş düşüyor. Bizler öncü olmakla mükellefiz. Ben de bir köprü olmaya çalıştım. İki halk arasında acıları sağaltan bir doktor olarak iki tarafın da birbirini anlamasına gayret ettim. İslam şunu söyler: Bir insanı öldüren insanlığı öldürmüştür. Bir insanı yaşatan da insanlığı yaşatmıştır. Böyle düşünüyorum. Birbirimizi anlamamız lazım. Bunun yolu da ötekine saygı göstermekten geçiyor. Onbeş seneden fazla çalıştığım İsrail’de hep bu köprüyü kurabilmekti amacım…”
İsrail ile İsrailliler ve Yahudiler arasında ayrımı da çok keskin çizgilerle çiziyordu Abuelaish, İsrail’e kızıp antisemitliğe sürüklenmemek için de sağduyuya davet ediyordu.
Barış sadece bir sözcükten ibaret değildir, bir yaşam biçimidir
“Eğer ben Türkiye’ye geldiğimde kötü biriyle tanışırsam bu Türkiye’de yaşayan herkesin kötü olduğu manasına gelmez. O sadece bir kişi ve ona bakıp bir millet için genelleme yapamam. Parmağımı koyup gerçeği söylemem gerekir: Ben Türkiye’de iyi olmayan bir kişiyle tanıştım. Ama o sadece birdir ve de öyle kalmaya mahkûmdur. Ve kötüler, her şeye rağmen, toplumun azınlığıdır. İsrail konusunda ise şöyle bir ayrım yapmak gerekiyor. İsrail’de de, her yerde olduğu gibi, iyi ve kötü insanlar var ve oradaki çoğunluk da iyi insanlardan oluşuyor. İsrail’de birçok İsrailli iyi insanla tanıştım. Ama şu anki İsrail hükümeti, politikaları ve yöntemleriyle iyiye hizmet etmiyor. Barışa inanmıyor, gerçekten yaşamanın ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Barışı yüceltmiyorlar. Barış, sadece bir sözcükten ibaret değildir; adalet demektir, özgürlük demektir, eşitlik demektir, harekete geçmek demektir… Bir yaşam biçimidir barış.”
Neler yapılmasını beklediğini sorduğumda şu cevabı vermiş.
“Bu sorun neden çözülmüyor? İsrail hükümetinin kibri ve küstahlığı yüzünden. Burada Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi devletler üstü kurumların da etkisiz kaldığını görüyoruz. Uluslararası camianın bu sorun karşısında bir şeyler yapması lazım. Bu, onların da sorumluluğunda. Türkiye’nin, Arap devletlerinin tıpkı bu kurumlar gibi bir araya gelip yaşananların kabul edilemez olduğunu yüksek sesle söylemesi gerekiyor.”
Yazıyı, Izzeldin Abuelaish’in çağrısıyla bitireyim istiyorum.
Bir yaşam biçimidir barış.