MURAT SEVİNÇ
Neler olurdu sizce? Bir sabah uyansak ve medya organları siyasetçilerin buharlaştığını, bir kişi dahi kalmadığını haber verse. Siyasetle ilgilenen yurttaşlardan ve emekli siyasetçilerden değil, siyaseti meslek olarak seçmesi bir yana ‘yöneten’ konumunda olanlardan, karar alıcılardan söz ediyorum. Diyelim, konusu bu olan bir senaryo yazacaksınız, elinizde kalem, boş bir kâğıda bakıyorsunuz, nasıl başlarsınız söze?
Karmaşa olur mu? Olur mutlaka, peki nasıl bir karmaşa bekleyebiliriz? Yasalar olduğu gibi duruyor fakat o gün Resmî Gazete yayınlanamıyor, çünkü gerekli imzaları atacak olanlar yok. Parlamentoda yalnızca çalışanlar var, güvenlik görevlileri, yasama uzmanları, lokanta işçileri, temizlikçiler vb., bu kadar, siyasetçi-vekil yok. Partilere gittiğinizde de manzara aynı, çalışanlar kalmış, ne yapardık, kim nasıl davranırdı?
Günlük işler nasıl yürürdü? İktidar ya da muhalefette karar alıcı konumdaki siyasetçilerin yokluğu, alınması gereken o kararların yaşamımızdaki yerini gösterecek ister istemez. Yasa var ancak yasa koyucu yok, kural var ancak o kuralı uygulayacak bürokratın sorumlu olduğu ilgili bakanlar ve yardımcıları yok, irili ufaklı sermaye sahibi var ancak varlıklarını sürdürmek için ilişki kurdukları makam sahipleri yok, sosyal medya var ancak orada espri yapıp halka hükümeti şikâyet eden muhalefet vekilleri yok…
Eğitimciler, öğrenciler ne yapardı? Okul müdürleri, milli eğitim çalışanları? Üniversiteler, rektörler, dekanlar? Hekimler, sağlık çalışanları? İşini yapan yurttaşın işi, ne ölçüde siyasetçilerin ve kararlarının varlığıyla ilgili? İnşaatlar, kıyı ve orman talanı devam eder miydi? Cennet gibi bir koyda vatan millet uğruna yazlık site, ezanın susmaması ve bayrağın inmemesi için marina yapmak isteyen bir sermayedarsınız, gel gör ki gerekli izinleri verecek, hatta ülke bekası uğruna imar değişikliği yapacak olanlar artık yok, nasıl davranırdınız?
Muhalefet partisinin örgütünde görevli bir sempatizansınız, vekilleriniz ve genel başkanınız buharlaşmış, oysa o hafta sonu için bol ışıldaklı büyük bir parti organizasyonu yapılmıştı, genel başkanınız onlarca yetkiliyle birlikte marşlar eşliğinde giriş yaparak kürsüye çıkıp konuşacak, size umut verecekti, hiçbiri yok artık. Yemek yemeyecek miyiz, ağaçlar meyve vermeyecek mi, susuz mu kalacağız, ne olacak? Yaşamımızı sürdürmek için gereksinim duyduğumuz her ne varsa, hangisine o siyasetçilerin varlığı ve kararları sayesinde sahibiz?
Yurttaş, siyasetçiler olmadan siyaset yapabilir mi? Burada ‘siyasal olan nedir?’ sorusu üzerine düşünmeliyiz herhalde. Siyasetle ilgileniyor olmanın başat göstergesi, sabah akşam hâlihazırdaki siyasetçiler hakkında konuşmak mıdır? Siyasetle ilgili bir yurttaş, durup dinlenmeksizin açıklama yapan siyasetçilere ilişkin bir şeyler söylediği için mi, siyasetle ilgileniyordur? Buharlaşsalar ne üzerine konuşacağız, artık ilgilenecek bir siyaset kalmamış mı olacak?
Bir süredir bu ve benzer saçmalıklar üzerine kafa yoruyorum. Yürüyüş yaparken, gördüğüm her şeye, her nesne, insan ve genel olarak şehir düzenine, yaşamımızın asli unsuru haline gelmiş bir şeyin yokluğunu varsayarak bakmayı deniyor, sonrasında notlar alıyorum. Telaş etmeyin, henüz aklımı yitirmedim, derdim, asıl olarak ‘kuruculuk’ kavramını alışılmadık yöntemlerle anlatmayı denemek.
Konuları farklı yol ve sözcüklerle anlatmak mümkün, bir şeyin bir biçimde olması gerektiğini, bazı şeylerin yokluğunu hayal ederek betimlemek de bir seçenek. Eğer yurttaşlığın ve anayasanın, anayasa yapmanın, kuruculuğun ne olduğunu anlatma gibi bir kaygınız varsa, bunun bir yolu da, o yurttaşın kamusal yaşamında ‘olmazsa olmaz’ görünen bir unsurun tümüyle yok olduğunu düşlemek olabilir. Artık ‘onsuz’ bir hayatta değişen ne olur ve biz o değişenin yerine ne koyabiliriz? ‘Ne koyabiliriz?’ sorusunun yanıtı, öncelikle o boşluğu dolduracak olanların, yani ‘bizin’ içeriğini anlayabilmekte gizli. Tüm siyasetçilerin buharlaşması durumunda, geriye kalan kurum ve kişiler, milyonlarca insan ile ‘yeni siyasetçi’ olma hevesindekiler arasında nasıl bir mücadele olur ve her biri gücü oranında ne edinir? Örneğin yurttaş, ‘biz neden kendi kendimizi yönetmiyoruz’ sorusunu sorar mı kendine? Geçenlerde meslektaşım ve kürsüdaşım Dinçer Demirkent’e, birlikte yazmaya çabaladığımız bir makale bağlamında söz konusu saçma düşüncelerimden söz ederken, kısa süre önce yayınlanan bir kitap önerdi sağolsun. KOR Kitap’tan, Eylül 2021’de yayınlanmış. Barkın Asal, Karl Marx ve Ferdinand Lassalle’ın ‘anayasa’ üzerine bazı yazılarını derleyip çevirmiş: ‘Karl Marx ve Ferdinand Lassalle/ Anayasa Sorunu – Seçme Yazılar.’
Derlemede, Marx’ın yorumları bir yana, Lassalle’ın 1862’de yazdığı ‘Anayasa nedir?’ başlıklı çok hoş bir makale var. Belki bilen çoktur, ben ilk kez okudum, anayasa-kurucu iktidar konusuyla ilgilenenlere tavsiye ederim, kitabı edinsinler. Lassalle (1825-1864) Prusyalı hukukçu düşünür ve sosyalist. Avrupa’da 1848 Devrimleri’nin hararetini gözlemlemiş bir eylemci. Beni asıl ilgilendiren kısım, Lassalle’ın anayasa düşüncesini, dolayısıyla ‘kuruculuk’ konusunu bir fanteziyle anlatmayı denemesi. Yok olmasını hayal ettiği ise siyasetçiler değil, mevzuat:
“Şimdi arşivleri, kütüphaneleri ve depoları, hatta hanedan matbaasını ortadan kaldıran Hamburg’daki gibi büyük bir yangın vakasını farz edelim ve bunun dışında koşulların dikkat çekici içtimaı sayesinde, Monarşinin diğer şehirlerinde aynı şeyin yaşandığını ve Resmî Gazetelerin bulunduğu özel kütüphaneler için de bunun geçerli olduğunu, öyle ki Prusya’da aslına uygun biçimde tek bir yasa kalmadığını farz edelim.”
Lassalle anayasa tanımını bu ‘yokluk’ üzerine kurmuş ve kâğıt üzerindeki anayasa ile toplumdaki güç ilişkilerine dayanan gerçek anayasa arasındaki farkı, artık mevzuatın olmadığı koşullarda kavramaya çalışmış. Eğer konumuz, çıplak güç ilişkilerinden türeyecek olanın yeni bir şey kurmasıysa, mevzuatın bütünüyle yok olması, siyasetçilerin buharlaşması ihtimalinden daha anlamlı bir başlangıç noktası olur tabii.
“Anayasal sorunlar ilk elde hukuk sorunları değil, güç sorunlarıdır” diyen yazara ve bu konuya bir yazı daha ayırmak istiyorum. Hemen tüm insani ve kurumsal ilişkilerimizin merkezinde yer alan unsurlardan biri ortadan kalktığında, yeni olanı kimler, nasıl kuracak, hangi güçlerin mücadelesiyle?
İçimden geldi, konuyu Moda Sahne’ye getireceğim. Akla zarar zamların ardından elektrik faturalarını ödemeyi reddedip oyunlarını karanlıkta ya da jeneratörle sergilemeyi seçti Moda Sahne. Şimdi düşünsenize, Lassalle’ın hayal ettiği gibi, mevzuatın bir anda yok olduğunu! Eyvah, elektriği özelleştirip muhtelif şirketlerin yurttaşı doyasıya soymasına izin veren hükümler yok artık, ne yapacağız, enerji şirketlerinden önce enerji var mıydı ki? Olmaz olur mu hiç, demek ki mecburen yeni bir düzen kurmak gerekecek.
Söyleşi önerisi: Ömer Madra, bu kez Açık Radyo’nun misafir koltuğunda, güzel bir söyleşi.
Yazı önerisi: Duygu Türk’ün ‘Cumhuriyet hakkında kafamız karışık’ başlıklı yazısını okumanız dileğiyle buraya bırakıyorum.