Göç Araştırmaları Derneği’nin ‘Suriye’den Göçün 10’uncu Yılında Sivil Toplum: Aktörler, Süreçler ve Öngörüler’ başlıklı araştırması yayınlandı.
Araştırma, 2011 yılında Suriye’den Türkiye’ye doğru başlayan göçün onuncu yılında
Türkiye’de farklı amaç, çalışma yöntemi ve işbirliklerinde göç alanında faaliyet gösteren sivil toplum
örgütlerinin yaşanan sürece ve göç olgusunun geleceğine ilişkin gözlem, görüş ve beklentilerini
bütünsel bir çerçeveden değerlendirilmeyi amaçlıyor.
Raporda ‘Sonuç Yerine: Sonraki 10 Yıla Dair Beklentiler’ başlığı altında şöyle dendi.
Türkiye’deki göç gündeminin önümüzdeki 10 yılda nasıl şekilleneceğine dair genel sorumuz
karşısında görüşmeciler gerek ulusal gerek bölgesel ve küresel ölçekteki gelişmeler nedeniyle önemli
bir eşikte olduğumuzu belirterek geleceğe dair derin belirsizliklerden kaynaklanan kaygılarını ifade
ettiler.
Öncelikle, görüşmeleri gerçekleştirdiğimiz dönemde, 2022 yılı Şubat ayında Ukrayna-Rusya
Savaşı sürmekteydi. Görüşmelerde, üç yıllık küresel salgının ardından bu durumun Türkiye’de göç
alanında sivil toplum çalışmalarını gelecek 10 yılda belirleyecek önemde olduğu konusunda yaygın bir
fikir birliği vardı. Savaş nedeniyle Ukrayna’dan batı sınırındakiler ağırlıklı olmak üzere Avrupa ülkelerine
yaşanan mülteci akınının Avrupa basınında “kendilerinden” olarak görülmesinin Suriyeliler başta olmak
üzere diğer mültecilerin kabulü konusunda yaşanan toplumsal ve siyasi direnci güçlendireceğine dair
kaygılar ifade edildi. Bunun yanı sıra savaşın uzaması hâlinde, özellikle AB kaynaklı fonların Avrupa’nın
“kendinden” gördüğü bu yeni mülteci grubuna kayacağı ve bunun Türkiye’de göç alanında çalışan
STK’lar açısından büyük bir belirsizliğe neden olacağı belirtildi.
Buna karşın Suriye’deki durumun bir açmaza dönüşmesi, ABD ve Rusya’nın bölgedeki gerginliği
dönemsel olarak birbirine karşı kullanabilir durumda tutması ve Türkiye’nin Irak ve Suriye’nin kuzeyinde
geniş bir alanı kontrol altına alıyor olması gibi nedenlerle göç gündeminin önümüzdeki 10 yılda nereye
evrilebileceği konusunda önemli bir belirsizlik oluşmaktadır. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki alanda,
ülke içinde yerinden edilmiş önemli sayıda bir nüfusa hamilik yapıyor olması ve bu alanı “geri dönüşler”
için tampon bölge olarak yapılandıracağını dile getirmesi göç gündeminin sadece iç kamuoyu açısından
değil bölgesel politikalar düzeyinde de bir güvenlik sorunu olarak görülmeye devam edeceğine işaret
ediyor. Diğer yandan, Avrupa’da ve dünyada sağ-popülist partilerin güçlenmesi bu yeni dalganın
beslendiği ve beslediği göç karşıtı tutumun Türkiye’nin AB ile kurduğu uluslararası ilişkiler açısından
da Geri Kabul Anlaşması gibi öngörülemez sonuçları olabileceği düşünülebilir. Tüm bu başlıkları
belirleyebilir bir etken olarak kendini güçlü bir şekilde hissettiren iklim krizinin de önümüzdeki 10 yılın
göç gündemini belirleyecek başlıklar arasına eklemleneceği kaçınılmazdır.
Türkiye yerelinde ise göç gündemi üzerinden yaşanan siyasi kamplaşmanın ve 2019 yerel
seçimlerinden bu yana yükselmekte olan mülteci karşıtlığının çoktan Türkiye’nin batısında şiddet
vakalarına neden olmaya başladığı, bu nedenle yer değiştiren aileler olduğu, görüştüğümüz STK
temsilcilerinin ifade ettiği bir diğer kaygı konusudur. Göç alanında uzmanlaşmış sivil toplum
çalışmalarının 2016 yılından bu yana aşamalı olarak daraldığı böylesi bir dönemde yaşanacak
şiddet olaylarının önümüzdeki 10 yılı oldukça olumsuz bir biçimde etkileyeceğini açıktır. Böylesi bir
durumun ulusal ve uluslararası olmak üzere iki açıdan sonuçları olacaktır. Bir yandan Türkiye’ye
küçük yaşta gelen ya da burada doğan kuşakların maruz kaldıkları/kalacakları ayrımcılık karşısında
birinci kuşaktan farklı tepkiler geliştirebileceği ve bu durumda topluluklararası gerilimin kalıcılaşması
oldukça mümkündür. Geride bıraktığımız 10 yıllık göç sürecinde farklı ülkelerde diaspora kümeleri
oluşturan ve/veya 1970’lerden bu yana oluşan Suriye diasporasıyla eklemlenen göçmenlerin ulusötesi
kabiliyetler geliştirdiği bilinmektedir. Türkiye’de açığa çıkacak şiddet olaylarının bu ilişki ağlarıyla
kolayca uluslararası alanın gündemine taşınabileceği de not edilmelidir.
Yerellerde sahaya yakın çalışan STK temsilcileri ise göçün kalıcı olacağının uzun yıllardır belli
olduğunu özellikle 2016 yılında AB ile Türkiye arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması sonrasında
kalıcılığa yönelik çalışmaların geç de olsa başladığına ve hükümetin de bu çalışmaları desteklediğine
işaret ettiler. Bu çerçevede 10 yılın özellikle vatandaşlık hakkı için önemli bir eşik olduğu düşünülebilir. Bu
doğrultudaki taleplerin önümüzdeki dönemde haklı olarak artacağı fakat buna karşı muhalefetin 2019
yerel seçimleri süreciyle keskinleştirdiği göçmen karşıtı siyaseti devam ettirmesi hâlinde vatandaşlık
konusunun gelecek 10 yılın en tartışmalı göç gündemlerinden biri olacağı söylenebilir. Bu tansiyonun
çözümünde topluluklararası sağlıklı iletişimin ve destekleyici ilişkilerin kurulabilmesi önemli olacaktır.
Bu nedenle de önümüzdeki 10 yılda Türkiye’de göç alanındaki sivil toplum çalışmalarının bu kalıcılığın
gerektireceği topluluklararası diyaloğa yönelik kültürel etkinlikler, eğitime katılım, geleneksel medya
ve sosyal medyada temsil, savunuculuk gibi alanlara yönelmesi beklenebilir.
Buna karşın muhalefetin göçmen karşıtlığını hükümete karşı bir koz olarak kullanmaya devam
etmesi ve 2023 seçimlerinde bunun siyasi sonuçları olması hâlinde hükümetin kalıcılığa yönelik
gösterdiği destekten geri adım atması güçlü bir ihtimaldir. Sosyal medyaya yansıyan belirli vakalarda
sınır dışı işlemlerinin hızla uygulanması ve Geri Gönderme Merkezleri gibi belirli alanlarda yaşanan
hak ihlallerine karşı sivil toplumdan gelebilecek müdahalelerin engellenir olması bu ihtimalin ne kadar
güçlü olduğuna işaret etmektedir. Merkezî hükümetin tutum değiştirmesi hâlinde göç alanında çalışan
STK’ları destekleyen ve zaten son derece sınırlı sayıda olan yerel yönetimlerin halktan gelecek tepkilere
rağmen açtığı bu alanı koruması güçleşecektir. Son yıllarda Türkiye’de göç alanında çalışan STK’ların
“foncu” gibi ifadelerle etiketleniyor olması, sosyal medyada göç alanında çalışan aktörlere yönelik
zaman zaman hedef gösteren kampanyaların görülmesi bu alandaki kaygıların günümüzdeki somut
yansımaları olarak düşünülebilir. Görüştüğümüz bazı sivil toplum temsilcileri, 2016 yılında gerçekleşen
Brexit Referandumuyla AB üyeliğini sonlandırması sonrasında Birtanya’da göçmenlere karşı artan
düşmanlığa işaret ederek göç gündeminin iç siyasetteki çekişmelerde bir malzemeye dönüşmesinin
hiçbir örnekte olumlu sonuçlara neden olmadığına vurgu yapmıştır.
Buna karşın görüştüğümüz birçok sivil toplum temsilcisi Türkiye’den Avrupa’ya 1960’larla
birlikte başlayan işgücü göçünde yaşananlara işaret ederek, entegrasyonun belirli aşamalar gerektiren
ve zamana yayılan bir süreç olarak görülmesi gerektiğini belirtti. Bu süreçte, Suriyelilerin kendi
mahallelerinde kapalı bir toplumsal yaşama mecbur mu kalacağı yoksa farklı ölçeklerdeki komşuluklar
ve sosyal ilişkilerle kabul gören bir topluluğa mı dönüşeceği önemli bir gösterge olacaktır. Diğer
yandan, görüştüğümüz bir STK temsilcisinin doktorlar başta olmak üzere belirli profesyonel mesleki
niteliklere sahip Türk vatandaşlarının başta Avrupa olmak üzere yurtdışına göç etmeye başlamasının
Türkiye’de entegrasyona katkı sağlayabilecek önemli bir insan kaynağının yitimi olacağını söylemesi
önemlidir. Bu kapsamda, önümüzdeki 10 yılda Türkiye’nin göç gündemi konusundaki gelişmelerin
Türkiye’de yaşananların bütününden bağımsız olarak tartışılamayacağını not etmek gerekir.
Tüm bu olumsuz öngörülere karşın, yaptığımız görüşmelerde yükseköğretime katılan Suriyeli
öğrencilerin ve belirli yerellerdeki tarım kooperatiflerine dayalı deneyimlerin topluluklararası ilişki ve
işbirliğinin sağlıklı kurulabilmesi kapsamında değerli örnekler olarak dile getirilmiştir. Bu gibi deneyimler
sayesinde, Suriyeli mültecilerin zaman içerisinde kendi temsilcilerini çıkarması, bu temsilcilerin
Türkiye’de karşılık bulması ve hukuki güvencesi sağlanmış belirli ilkeler çerçevesinde her iki toplumun
ortak sorunlar etrafında bir araya gelebilmesi, gelecek 10 yıla dair en ideal beklenti olarak sunulabilir.
Raporun tamamını okumaki çin tıklayınız.