REYAN TUVİ*
Sur’da üçüncü ayına yaklaşan ablukanın tahribatı hdnsan psikolojisinde iz bırakıyor. Ablukanın etkileri en çok kadın ve çocuklarda kendini gösteriyor.
Diyarbakır’ın Yeniköy Mezarlığı’nda, üzerine puşi bağlanmış bir mezar taşının önünde duruyorum. Mezar, Medeni’nin.
Mezarlık, ‘’Lice’de kalekol binası inşasını protesto eden halka açılan ateş sonucu yaşamını yitiren 19 yaşındaki Medeni Yıldırım…’’ diye başlayan, bildiğim bilmediğim başka birçok hikayeyle dolu.

Fotoğraf: Reuters
Sur’dan gelen bomba ve silah sesleri Diyarbakır’ın birçok yerini sarsarken, burası belki de kentin tek huzurlu yeri.

Lİsa Çalan…
Bir de 28 yaşındaki, Diyarbakırlı sinemacı Lisa Çalan ve onunla ortak kaderi paylaşanlar var. Lisa, 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce Diyarbakır HDP mitinginde patlayan bombayla iki bacağını kaybetmiş, isteği üzerine bacakları babasının mezarının olduğu yere gömülmüştü.
Bölge, aylardır süregelen ablukalarla birlikte, parçalanmış, sürüklenmiş, tecavüze, işkenceye uğramış, yanmış ve gizlice nereye gömüldüğü bilinmeyen bedenlerle anılıyor.
Gömülemeyenler

Fotoğraf: Mehveş Evin
Bir de gömülemeyenler var. Son nefesini nerede, nasıl verdiği bilinmeyen, nüfus cüzdanındaki birkaç detayla birlikte artık hayatta olmadığı medyadan öğrenilen çocuklar.
Diyarbakır’da üç ayı doldurmak üzere olan kesintisiz sokağa çıkma yasaklarının olduğu Sur’da, anneler cenazelerini alabilmek için Sümerpark’ta nöbette. Aslında çocukların çoğu Sur’da oturmuyor, sokağa çıkma yasağı kalktığında Sur’a gidiyor ancak sokağa çıkma yasağı ilan edilince oradan çıkamıyorlar. Kimisi öleli 40 günden fazla olmuş.
28 yaşındaki makine ustası Gündüz Akmeşe, Sur’da yaşayan ablasının eşya taşımasına yardım ederken, geride kalan bir çanta için dönüyor ve ancak 21 gün sonra ismini televizyonda görüyorlar…
16 yaşındaki Ramazan da, yasak kalkınca arkadaşlarını görmeye gidiyor ve dönemiyor. Telefonunun şarjı yetene kadar 10 gün boyunca ailesiyle irtibat kurmuş. Bir gün anne Elif Öğüt, televizyonda battaniyeye sarılı bir genç görüyor: “Adını söylemediler ama oğlum olduğunu hissettim, içim yandı, sonra komşular eve gelmeye başlayınca ne olduğunu anladım. Onun üzerine yağan yağmur kadar ağladım. Dağa gitmemiş, eline silah almamış bir çocuktu.’’
Sur’da oturan Makbule Girçek de, üç küçük çocuğuyla birlikte, 19 yaşındaki oğlu Turgay için nöbette: ‘’Birkaç kez yasak oldu, o zaman Sur’dan ayrılmadık. Sonuncusunda ekmeksiz susuz kaldık, burnumuzu dışarı çıkaramadık. Çatışma yoktu, kapımız kırılınca küçük çocuklarımı aldım kaçtım. Kendimizi öyle kaybettik ki çocuğumuza sahip çıkamadık. Turgay arkada kaldı.’’
Hakan Aslan’ın ailesi Erzurumlu, o nedenle onun fotoğrafını da nöbetini de diğer kadınlar tutuyor.
Hemen yanında Rozerin’in fotoğrafı, 17 yaşında, dileği psikolog olmakmış. İsminin anlamı, ‘gün aydınlığı, sarı güneş.’ Rozerin, yasak kalkınca üniversiteye hazırlık için arkadaşlarının yanına gidiyor. Anne Fahriye Çukur o günü an be an hatırlıyor: “Üniformasıyla, kalem, defterle gitti. Sur, bizim çarşımızdır pazarımızdır, hayatımızdır. Kurşunlu Camii’ye gittim, Hazreti Süleyman’ı ziyaret ettim. Yasak tekrar kondu, Rozerin orada kaldı. Elektrikler kesildi, telefonu cevap vermedi. Sonra ateş yağdı, gökten bombalandılar, Sur karadumana boğuldu. Her gün Sur’un önündeydim, Dağkapı meydanında bekliyordum, ‘kızım burada’ diye ağlıyordum, yanına bırakmadılar. Sonra haber geldi, keskin nişancılar tarafından tek kurşunla vurulmuş. Kuru bir resmini almışım kucağıma, yüreğim ateş gibi yanıyor ama cenazesini alamıyorum.’’
O canlı caddeyi tanıyamıyorum

Fotoğraf: Reuters
Üst baş ve kimlik kontrollerinin ardından, polis barikatını geride bırakırken, bir zamanlar dükkanlarına uğradığım o canlı caddeyi tanıyamıyorum. Yasağın kalktığı caddede kepenkler kapalı, evlerde tek tük ışıklar yanıyor, adeta tek tük gölgeler dolaşıyor, bir dükkanda kadayıf, bir diğerinde terlik, kap kacak satılıyor. Hemen ileride polis barikatının ardında yasaklı sokaklar…
Genç taksici Mahmut, kimi yakalasa bir yere götürüp götüremeyeceğini soruyor, sokaklar boş, o da ekmek peşinde. Laf arasında, Sur efsanelerini anlatmaktan geri kalmıyor: ‘’Süleyman’ın Türbesi iki tarafın arasına girmiş, çatışmaya izin vermemiş, kurşunlar ona çarpıp geri dönmüşler… Bir kadın nişancı var ki, kellesine para ödülü konmuş…’’
Ablukanın birçok katmanı var

Fotoğraf: Reuters
Savaşın, ablukanın kuşkusuz başka birçok katmanı var. Sur Belediyesi’nin Kadın Bölümü’nden Fatma Gürçiçek ve Rojda Zaman, bu süreçte göç etmek zorunda kalan ailelerle yakın temas kurmuşlar.
Fatma, çocuklarının Sur’daki cenazelerini almak için İHD’de açlık grevinde olan diğer ailelerden bahsederek; ‘’Bir insanın çocuğunun yasını tutamadan, açlık grevi yaparak cenazesini istemesi bende normal bir his yaratmıyor. Savaşın bir de duyguları tahrip eden yönü var; bunları onarmak acaba uzun vadede mümkün olabilecek mi? Bu şiddetin durması gerek çünkü gerçekten travmatik bir toplum oluşuyor. Bir sonraki gelişinizde, sizinle normal bir şekilde sohbet edebilecek durumda olmayabiliriz.’’
Fatma, sokağa çıkma yasaklarnın kaldırıldığı kısa dönemlerde, bunun süresine dair yaşanan belirsizlik nedeniyle, evlerine ya da yakınlarına uğramak için Sur’a giren birçoklarının burada mahsur kaldığına işaret ediyor: ‘’Mesela Sur’a girmek şu saate kadar serbest deniyor ama yasağı keyfi bir şekilde bir saat öncesine çektiklerinde, içeride kalanlar oluyor. Kafalarını dışarı uzatamazlar, vurulurlar. Her gün top sesleri altında çocuğundan günlerce haber alamamak nasıl bir ruh hali düşünün.’’
Fatma ve Rojda, Sur’dan göç eden yaklaşık bin kadınla yüz yüze görüşmüş. Savaşın özellikle kadın ve çocuklar üzerinde yarattığı travmaya dair gözlemleri çarpıcı. Neredeyse kadınların hepsinin sütünün kesildiğinden, stresten havale geçiren, yalnız uyuyamayan, yaşanan şiddete dair kabus gören, uykusundan ‘’Bomba patladı’’ ya da ‘’Polis bizi öldürüyor’’ diye çığlık atarak uyanan çocuklardan, yine çocuklarda altını ıslatmalardaki artıştan bahsediyorlar: ‘’Bazı çocuklarsa şiddeti kanıksamaya ve bunu hayatın bir parçası olarak algılamaya başladı ki bu konuda da ciddi kaygılarımız var. Sokağa çıkma yasakları boyunca evlerinin önünde vurulan hep kadınlar oldu. Çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için risk almak zorunda kaldılar çünkü. Bir kadın top atışı olduktan bir süre sonra sokağın ortasında erken doğum yapmıştı.’’
‘Dilenci oldum’
Kentin kalbi Sur, tarihsel zenginliğine rağmen yoksul mahallelerden oluşuyor. Sokağa çıkma yasağı uygulanan altı mahalle bu süreçte büyük göç verdi. Köylerde yakını olanlar onların yanına yerleşti, imkanı olanlar ev kiralamak zorunda kaldı.
Fatma’ya göre, kentte kiraların ikiye üçe katlanması, yüksek kiralara rağmen evlerdeki elverişsiz koşullar, devletin kira yardımına rağmen, sorunu çözümden çok uzak bir noktada bırakıyor: ‘’O karda kışta, ayağında terlikle üzerinde bir hırkayla çıkanlar, beyaz eşyalarını Sur kapısında satanlar oldu. Bize mama için başvuran kadın oldukça fazla. Bir kadının, 18 aylık bebeği için mama istemesini önce yadırgamıştık ancak sonra baktık ki evinde ne tüp var, ne de kaynatacak kap kacak. Yüzümüze bakıp, tek cümle kuramayan kadınlar var, utanıyorlar, ‘Dilenci oldum’ diyorlar.’’
‘Yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyor’

Fotoğraf: DHA
Fatma, içinde oldukları durumu 90’larla karşılaştırmanın mümkün olmadığını, kendi çocukluğundan yola çıkarak anlatıyor: ‘’90’larda Dersim’in köylerinde, polis gelip kapımızı çalar, açmazsak kırıp girerdi. Evimizi kontrol ettikten sonra, hayat normale dönerdi. Oysa bugün polislere, bu halka dair başka bir dünya yaratılmış. Tüm taramalar normal çıksa da bizimle ilişkisi normalleşmiyor, herkese potansiyel terörist olarak bakılıyor. Abluka ve baskı altında aylar geçirmek, cenazeni gömememek, cenazenin işkence görmesi, bir bodrum katında canlı canlı yakılmak, bunlar daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyor.’’
‘İnkarla ve imhayla bir yere varılamaz’
Patlayan bombalar, çatışma sesleri İHD’nin ofisinden de duyuluyor. İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici, düzenli raporlarla Başbakan Davutoğlu’na durumu bildirdiklerini, ulusal, uluslararası olabilecek her yere başvurduklarını belirtirken endişeli: ‘’Bizim burada garip bir sessizlik var. Bu bir kanıksama değil, bitmesini umuyor insanlar, devlet bu şekilde sürdüremez diyorlar. Şu anda Sur’da çatışma olmayan bazı bölgelerden bile insanlar zorla çıkartılıyorlar. Üç saat süre tanınıyor, çıkmazsan da ‘Örgüte yardım etmek için mi kaldınız’ şeklinde suçlanıyor ve gözaltına alınıyorsun. Geçmişte 3500 köy yakıldı, yıkıldı, 4 milyon insan yerinden edildi, o zaman hendek mi vardı? Mesele başka. Sur’u bitrebilirsiniz ama diğer kentlere ve mahallelere sıçrar. İnkarla ve imhayla bir yere varılamaz. Birisini yok edip diğerini var ederek yaşanamaz.’’
‘Başbakan ‘Kardeşiz’ deyip öldürüyor’
Cenazelerini almak için nöbet tutan aileler, çocuklarının fotoğraflarını ellerinden bırakmadan birbiriyle dayanışıyor.

Fotoğraf: Mehveş Evin
Fahriye Çukur, abluka kaldırılıp Rozerin’in cenazesi kendisine teslim edilirse sanki kızının canlısına kavuşmuş gibi sevineceğini acı bir dille itiraf ediyor ve hiç bıkmadan sesini duyurmaya çabalıyor: ‘’Başbakan ‘Kardeşiz’ diyor, ‘Evinizi inşa edeceğiz’ diyor ama bir taraftan da öldürüyor. Madem kardeşsek gelsin bizi dinlesin, hendeklerin arkasındaki insanlarına ‘Derdiniz nedir’ diye sorsun. Biz yoksullukla besledik, hayalimiz Sur’da öldürülmek değildi, hayallerimiz hastanede doktor olmaktı, dairelerde memur olmaktı, hayatımızı kurtarmaktı, üniversiteydi, hayallerimiz bu değildi, hayallerimizi yıktılar, bizi de yıktılar.’’
Özellikle bu zamanlarda, acının ortaklaşmasının ne denli önemli olduğuna değiniyor Rojda: ‘’Acı ortak, adeta aynı renk ağlıyoruz, bir bedende iki insan olmuşuz… Şehit annelerini hep tabut başında, sunucunun deyişiyle, ‘asker oğlunu son yolculuğuna uğurlarken’ seyrediyor bir daha da onlara hiç rastlamıyoruz. Neden kayıp yaşayan anneler biraraya gelmesin? Yası da birlikte tutmamız, cenazeyi de birlikte kaldırmamız, içinde bulunduğumuz bu çaresizliğe bir çözüm olmaz mıydı?’’
*Belgeselci