AYŞEGÜL KASAP
@aysegul_kasap
Bilim insanları virüse karşı en etkili silahın aşı olduğunu söyleyip buna dair veriler sunmasına rağmen diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de aşıya karşı tereddütle yaklaşan azımsanmayacak bir kitle var. Bilim aşı karşıtlarını neden ikna edemiyor? Galatasaray Üniversitesi’nden sosyolog Prof. Dr. Ali Ergur ve uzman psikiyatr Doç. Dr. Hakan Atalay, Diken okurları için yanıtladı ve çözümlerini anlattı.
Aşı karşıtlığı hakkında bilimsel bir makalesi de bulunan Prof. Dr. Ergur, bu durumun tek bir nedene indirgenemeyeceğini, birçok nedenin iç içe olduğunu belirterek, aşıya direnç gösterenleri dört ana grupta topladı. Ergur “Hazırda bekleyen, bilimin yerine konabilecek, ona alternatif olabilecek bir anlatı biçimi var” diyerek komplo teorilerine yönelik artan rağbete dikkat çekti.
Doç. Dr. Atalay da belirsizliğin kaygıya neden olduğunu belirterek, insanları aşıya ikna edebilecek en etkili yöntemin aşıya dair tüm verilerin halkla paylaşılması olduğunu söyledi.
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine atıf yapan Prof. Ergur şöyle konuştu: “Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı bir harita var. Yavaş yavaş maviye dönüyor. Yani yüzde 80’inin üzerinde aşılanma olan illerin sayısı adım adım artıyor. Bu biraz Türkiye’nin gelişmişlik haritası şeklinde de yorumlanabilir. Sosyoekonomik ve sosyokültürel anlamda. Diğer yandan aşı direnci ve tereddüdü her zaman vardır. Dünyada da vardır ama özellikle 1990’lardan sonra bir artış gösterdi. Türkiye’de de 2000’li yıllardan itibaren belirgin olarak artış gösterdi.“
‘Aşı karşıtlığı’ndan ziyade ‘aşı direnci’ ifadesini kullanan Ergur, bunu dört ana gruba ayırdı.
Geleneksel ve felsefi nedenler
Ergur birinci grupta ‘geleneksel nedenlerle’ karşı çıkanlar olduğunu söyledi: “Bunların içinde çoğunlukla dinsel motifler var ama her zaman din temel bir neden olmayabilir. Yerel görgüye ve birtakım inançlara bağlı ama çoğu zaman dini inançlarla karışmış şekilde karşı çıkanlar bu grubun içinde. Bu dünyanın her yerinde var, Türkiye’de de var.”
İkinci grupta ‘felsefi nedenlerle’ karşı çıkanlar var: “Bu çok görünür olan ama aslında en küçük olan grup. Bunlar kesin aşı karşıtları diyebileceğimiz insanlar ve paradoksal bir şekilde genellikle çok eğitimli insanlardan çıkıyor bu grup.”
‘İlk defa küresel ölçekte’
Ergur’a göre aşıya direnenler bu iki grupta. Ancak aşı yaptırmayanların büyük bir çoğunluğu ise diğer iki grupta: ‘Aşı güvenliğiyle ilgili tereddüt içinde olanlar’ ve ‘aşı hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı’ için tereddüt edenler.
“Bugüne kadar aşı tartışmaları genellikle çocuklar hakkında ebeveynlerinin tutumları üzerineydi. Ama ilk defa Covid-19 salgınıyla birlikte küresel ölçekte ve herkesi ilgilendiren bir aşı meselesi var” diyen Ergur, dünyada da benzer durumların yaşandığını belirtti. Ergur, ülkemizle ilgili dikkat çekici bir tespitte bulundu: “Türkiye’de bir modernlik eleştirileri kapsamında modern kurumlara, modern bilime bir güven eksikliği oluştu son 40 yıl içerisinde. Neo-liberal iktisat da bunu destekledi ve ona yakıt sundu. Modern devlete ve bilime güven azaldı, komplo teorileri arttı.”
Dünyanın çok karmaşık bir hale geldiğini belirten Ergur, komplo teorilerine dikkat çekti: “Dünyadaki olayları anlamak tek bir nedenle, bir ideoloji bir din bir anlatıyla mümkün değil. İç içe geçmiş birçok nedeni var. Ancak birçok insan için -özellikle eğitimi belli düzeyde olan insanlar için- bu karmaşıklığı anlamak zor. Bu aşı dışındaki konular için de geçerli. O yüzden de komplo teorileri dediğimiz bir dizi paket anlatı rağbet görmeye başladı, yine son 30-40 yıldır. Çünkü bu paket anlatılar sorunları tek bir nedene indirgeyen ve o şekilde açıklayan, insanları da rahat ettiren anlatılar. Aşı konusunda da benzer bir yaklaşım söz konusu. Modern bilime, modern devlete olan güven azalmasının yansıdığı yer bu komplo teorilerine dayalı açıklamalar oluyor. Böyle hazırda bekleyen, bilimin yerine konabilecek, ona alternatif olabilecek bir anlatı biçimi var.”
Profesöre göre tüm bunların ‘panzehri’ ise şeffaflık ve aşı ile ilgili verilerin toplumla açık şekilde paylaşılması. Yani insanları aşıya ikna edebilmek için en kuvvetli parametre bu.
‘Türkiye’de hiçbir şey saydam ve açık değil’
Dünyada da benzer durumların olduğunu belirten Ergur, ancak Türkiye’deki tablonun daha da vahim olduğuna dikkat çekti: “Hiçbir şey saydam değil, hiçbir şey açık değil. Açık olmadığı gibi sürekli çelişik tutumlar, söylemler ve uygulamalar var. Hatta yasama faaliyetleri var. Bir karar alınıyor arkasından ona zıt bir karar alınıyor. Bir de böyle durumlarda siyasilerin ve onların uygulayıcısı olan bürokratların model olmaları gerekir. Oysa biz siyasi figürleri, örneğin çok nadiren maske takarken görüyoruz. Sanki siyasi ayrıcalıklar bir çeşit bu yasakları ya da önlemleri çiğneme hakkıymış gibi algılanıyor. Üstelik sürekli birbirleriyle çelişen davranış ve kararlar görüyoruz.”
Bir diğer nokta ise birbirinden farklı bilimsel görüşlerin kamuoyu önünde rahatlıkla tartışılıyor olması: “Ama bu bilim platformlarında tartışılması gereken şeyler, popüler dille halkın önünde tartışılıyor. Ama halka açık olması gereken asıl bilgiler, daha geniş kamuoyuna açıklanması gereken bilgiler ise saklanıyor.”
‘Bilgiler kamuoyuna açılmalı’
Ergur’a göre tüm bunların üzerine bir de alınan kararlar ne tutarlı ne de samimi: “Bir şey söylüyor, sonra daha başka bir şey diyor. Bu konuda bilimsel bir kesinlik yok. Aynı deprem meselesinde olduğu gibi. Bir hoca başka bir şey diyor diğer onun tam tersini söylüyor. Oysa farklı yorumlamalar bilimin doğasında var. Onların bu tür tartışmaların kamuoyunda yapılmaması ama kamuoyuna açılması gereken bilgilerin de kamuoyuna açılması gerekiyor. Biz tam tersini yapıyoruz.”
‘İl yöneticisinden cumhurbaşkanına kadar tutarsızlık’
Özellikle bu dönemde yöneticilerin tutarsız davranışları salgınla mücadeleye zarar veren en önemli etkenlerden: “Şimdi en önemli sorun, genel Covid-19 öncesi aşı karşıtlığı nedenlerine ek olarak -onlar kaybolmadı onlar mevcut- yaygın bir aşı tereddüdü olduğu kanısındayım. Bunu da Türkiye’de özellikle tetikleyen her düzeydeki yönetici, yani il sağlık yöneticisinden cumhurbaşkanına kadar bütün yöneticilerin tutarsız ve istikrarsız tutum ve davranışları. Zaten siyasi olarak çok istikrarsız bir ortamdayız.“
‘Son 20 yılda kurum ve işleyişler dinamitlendi’
Bir diğer etken ise liyakat anlayışının rafa kalktığı Türkiye’de kurumlara güvenin azalması. Ergur şöyle devam etti: “Türkiye’nin özelinde son 20 yılda kurum ve işleyişler dinamitlendiği için hiçbir şey çalışmıyor. Zaten böyle bir güvensizlik ortamı varken bir de üstüne tutarsız tavır ve tutumlarıyla aşıya ikna olmak çok zorlaşıyor birçok insanın gözünde. Bunun için de çok eğitimsiz, az eğitimli, çok eğitimli insanlar da var. Yani eğitim tek başına burada bir belirleyici bir değişken değil. Hatta bazen tersine çalışıyor.”
‘Yöneticiler aldıkları kararlarda istikrarlı olmalı’
Ergur, aşı karşıtlığı ya da tereddüdünün nedenlerinin tek bir maddeye indirgenerek ele alınmasını yanlış buluyor: “Özellikle birçok nedenin iç içe olduğunu ve böyle belirsizlik ve çoğulluk ortamında karar alıcıların tutum ve davranışlarının, sadece aldıkları kararların değil, kendilerinin kişisel model olarak da aldıkları kararları istikrarlı bir şekilde sürdürme iradeleriyle de topluma örnek olmaları gerektiğini düşünüyorum. Biz bunun Türkiye’de tam tersini görüyoruz.”
‘Verilerin halka sunulması iyi bir ikna edici yöntem’
Uzman psikiyatrist Doç. Dr. Hakan Atalay da insanların aşıya ancak verilerin şeffaf şekilde paylaşılmasıyla ikna edilebileceğini ifade etti: “Ülkemizde bilim okur yazarlığı çok iyi değil. Bilim insanlarında bile çok iyi değil. O yüzden verilerin karışık sunulması ve verilmemesi aşıya güvensizlikte etkili. Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki tutumu da çok kuşku uyandırdı. Şu anda birçok hastanede doktorlar tweet atıyorlar, takip ediyorum. Yoğun bakımlarda yüzde 90’ı aşısızlar diyor. Bütün bu verilerin toplanıp halka sunulması iyi bir ikna edici neden olabilir. Ama nedense bu yapılmıyor. Bu belirsizlik insanlarda bir kaygıya neden oluyor.”
‘Temel bilgiler verilerek bilinçlendirilmeli’
Atalay’a göre bir diğer etken ise yöneticilerin başından beri aşıların güvenilirliği konusunda “Sinovac güvenli, Pfizer değil” gibi soru işareti yaratan açıklamalar yapması: “Aşıların ne kadar işe yaradığı belli, bunu biz biliyoruz ama insanların çoğu bilmiyor. En iyi adım bilinçlendirme. Belki temel bilgileri de vererek bilinçlendirilmeli. İnsanlar mRNA aşısı ne demek bilmiyor. mRNA’nın genetikle hiçbir ilgisinin olmadığı hücrelere sadece bir enformasyon taşıdığı bu enformasyonun belli bir süre sonra kaybolduğu kalıcı bir şey olmadığı söylenmeli.“
Atalay insanları aşıya teşvik edecek bir diğer noktanın ise adil şekilde getirilecek kısıtlamalar olduğunu belirtti.