MURAT SEVİNÇ
Devlet Bahçeli’nin, TBMM’de ‘el sıkma’ ile başlayıp çıtayı giderek yükselten önerilerle sürdürdüğü tutumu, sade yurttaş nezdinde pek çok bakımdan gizemini koruyor. Konuyu bilenlerin yazıp çizdikleri de eninde sonunda varsayım ve duyumlara dayalı gibi görünüyor. Haliyle, komplo teorisi severler için bulunmaz bir ortam. Ancak bu kez manzara hakikaten her yorumu yapmaya müsait, en karmaşığından en basitine. Üç somut veri var elimizde: Bahçeli her grup toplantısında aynı-benzer talebi dillendiriyor, gözaltılar ve rutin yönetim üslubu hız kesmeden sürüyor ve sanırım Kürtler de dahil olmak üzere herkesin kafası karışık. Bunlara ek apaçık bir gerçek de şu: Gündemi iktidar belirliyor.
Kafaların karman çorman olduğu koşullarda, Sırrı Süreyya Önder, herhalde TBMM’deki makam odasında ‘süreç’ ve ‘eleştiriler’ hakkında bir şeyler söylemiş; çok kısa, birkaç dakika. Önder’e göre, Bahçeli’nin açıklamalarına destek yoğunken, aynı zamanda itibarsızlaştırma çabaları da var ve ‘bu durumlardan bağımsız’, böylesi eleştiriler genellikle ‘tuzu kuru’ olanlardan geliyor. Önder, sözlerini duruma uygun bir özdeyişle bitirmiş.
Bu haber-konuşma çeşitli haber sitelerinde yer aldı. Birkaçına baktım; makul eleştiri ve serzenişler olduğu gibi, artık âdetten olduğu üzerine ağzına geleni söyleyen çokça cümle okudum. Hadi iti kopuğu anlarım, fakat aklı başında bir şeyler söylemesi gereken adı sanı duyulmuş kimilerinin de ‘ölçü’ tasasını terk etmesi, belki de artık alışmamız gereken bir Yeni Türkiye gerçeği.
Fakat, tepkilerin düzeyi (ya da düzeysizliği), Önder’in ifadelerinin sorunlu yanlarını görmeyi engellememeli.
Sırrı Süreyya Önder, sevip saydığım ve yıllardır takip ettiğim biri. Zamanında bir gazeteci arkadaşım dikkatimi çekmişti; siyasetçilerin çoğu siyasete girince ‘meslekler’ bir şey kaybetmiyor bu ülkede. Ama örneğin Demirel siyasete girdiğinde ülke bir su mühendisi kaybetmişti ya da Erbakan ile İTÜ iyi bir hocasını. Fazla örnek yok böyle. Erdal İnönü, zaten fazla kalmadı o dünyada, işi gücü, zevkleri ve başka bir hayatı vardı. Sırrı Süreyya Önder milletvekili olduğunda sanat yaşamı kaybediyor, yazı çizi dünyası, sinema. Bana, o tuhaf renkli koltukta hep iğreti gelmiştir, ki muhtemelen o da öyle hissediyor. Bildiğim kadarıyla cezaevi macerası milletvekilliği yıllarından uzun sürmüş biri.
Önder’in ‘tuzu kurular’ dediği kümeler elbette var ve hep oradaydılar. Toplumsal sorumluluk duygusundan yoksun olanların da azımsanmayacak katkısıyla, yıllardır genç insanların cenazeleri sıvasız evlere geliyor. Ancak, eleştiri ‘tuzu kuru olanların’ ve ‘olmayanların’ eleştirileri şeklinde tasnif edildiğinde söz söylemek, tuzu kuru olmayanlar için de zorlaşıyor. Yıllar önce, örneğin Önder ile Mithat Sancar’ın, Radikal’de, Nuray Mert’e yönelik iki uzunca yazı kaleme aldıklarını hatırlıyorum. Gazete arşivi yok edildiği için buraya paylaşamıyorum. Nuray Mert, bence son derece makul bazı endişelerini dile getirmiş, özetle ve kabaca, “demokrasi olmadan barış olabilir mi?” sorusunu yöneltmişti. Haklı bir soruydu bu, o gün de bugün de aynı kanıdayım. Önder ve Sancar’ın, ‘barış süreçlerini anlattığı’ yazıları bilgi vermek bakımından iyi hoştu da, ’endişeyi’ görmezden gelen bir halleri vardı. Oysa Nuray Mert, en yüksek makamdan ve perdeden, “Sen mert değil, namertsin” ithamına maruz kalmış biriydi ve nihayetinde endişelerinde, diğer sayısız yurttaş gibi, pek de haksız olmadığı görüldü.
Şimdi, yıllar sonra, yeni bir şeyler oluyor. Ya da oluyor mu? Böyle zamanlarda birileri çıkıp, benzer süreçlerinin gizli yürütülmesi gereken tarafları olduğu dile getirir; haklıdır haklı olmasına, ancak bu tespitin bilinmeyen bir yanı yok. Aynı biçimde, kamuoyunu bilgilendirmek, olabildiğince ‘haberdar’ etmek ve muhtelif endişeleri yatıştırmak da bir gereklilik. Adının ne olduğunu hiç kimsenin bilemediği yeni süreç, belli ki öncekinden farklı ilerleyecek, eğer ilerleyecekse. İktidarın şu ana dek “Sıkıysa barışmayın” der gibi bir hali var.
Önder’in ‘itibarsızlaştırmaya’ çalışmakla itham ettiklerini bir kenara bırakalım, onlar her zaman olur. Mesele, iyi niyetle anlamaya çalışanların da ne yapacağını bilemiyor oluşu. Neden şu ana dek Demirtaş’ın adı pek geçmedi, örneğin? Edirne’de, göründüğü kadar yalnız mı bırakıldı hakikaten? Ya da yurttaş, üstelik ‘tuzu kuru olmayan’ ve ‘barış’ hayali kuran insanlar, MHP Genel Başkanı’nın sözleriyle neye, ne ölçüde bel bağlayabilir?
Barış-silah bırakma vs. çabalarında milliyetçi siyasetçilerin önemli rol aldığı sır değil, çok örnek var. Güzel de, biz ölümlüler, siyasetçilerin manevra kabiliyetine sahip değiliz; daha birkaç ay öncesinde Kürt siyasal hareketinin temsilcilerini ve destekçilerini “itlafı gereken siyasi haşere sürüsü” olarak tanımlayan bir siyasi çizginin, bugünkü tutumuna bakıp ne düşünmeli insanlar? Üstelik, her gün gözaltılar, tutuklamalar yaşanıyor ve belediyelere kayyım atanıyorken. Örneğin, Ufak Uras’ın partiler arası aracılığından mı umutlanmalı? Ülkenin son çeyrek yüzyıllık tarihinden haberdar birinin, Uras’ın yapıp ettiği herhangi bir işte hikmet araması ihtimal dahilinde mi?
Her bakımdan feleği şaşmış yurttaşın, olup biteni anlamadıkça daha derin endişe duymasını olağan karşılamak gerekir. Söz konusu kafa karışıklıklarını gidermek, anlatmak, anlatılanın dinlenilmesini sağlamak yerine, her düzeyde komplo teorisini çeşitlendirecek sır perdeleri ardında, memlekette ifade özgürlüğüne sahip nadir insanlardan olan Bahçeli’nin haftalık şifrelerini çözmesini beklemek, sade yurttaşa haksızlık.
Muhterem Sırrı Süreyya Önder’in barışın tesisi için harcadığı çabalara, direncine ve üslubuna saygı duyanlardanım. Önder’in de, hiç olmazsa yakın tarihli ‘deneyimleri’ göz önünde bulundurup, kimin ne için endişelendiği ve tuzu kuru olmayanların da yaşananlara pek anlam veremediği gerçeklerini görme konusunda biraz daha hassas davranmasını dilerim.
Bir yurttaş olarak ben, üzerime düşeni yapıyor ve gelişmeleri ‘susarak’ izliyorum. Çünkü ne söylenmesi gerektiğini bilmiyorum. Söyleyecek hayırlı bir söz gelmiyorsa akla, susmak evladır. Barış ile demokrasi arasındaki ilişkiye dair haklı sorular ise orada öylece duruyor.
Yazı önerisi: Gökçer Tahincioğlu’nun yazısı.