Yabancı yatırımları ikiye ayırmak mümkün. Bunlardan birisi yabancı doğrudan yatırımlardır, ikincisi ise yabancı portföy yatırımlarıdır.
Doğrudan yatırım bir yabancı yatırımcının Türkiye’deki bir işletmenin yönetimini kontrol ettiği veya yönetiminde söz sahibi olduğu uzun vadeli bir yatırım şeklidir. Yani daha kalıcıdır. Doğrudan yatırımda, yatırımcının işletmenin sermayesinde yüzde 10 ya da daha fazla paya sahip olması veya yönetimde söz sahibi olması esastır. Yatırımcı, yatırım sermayesinin yanı sıra üretim teknolojisi ve işletmecilik bilgisini de beraberinde getirir. Bu nedenle ekonomilerin arzuladığı şey daha fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekebilmektir. Doğrudan yatırımcı uzun süre kalmak için gelir ve Sedat beyin dediği gibi doğrudan sermaye yatırımı yapan yabancı yatırımcının dikkate aldığı kriterlerden birisi de o ülkede hukukun olmasıdır, güçlü kurumların varlığıdır.
Ancak portföy yatırımları biraz daha farklıdır. Hisse senedi ve borç senetlerine yapılan yatırımları içerir ama doğrudan yatırımların aksine, hisse senedine toplam olarak yüzde 10’un altında yaptığı yatırımla yatırımcı, bu senetleri ihraç eden kuruluşun yönetiminde etkin değildir. Portföy yatırımlarında yabancı yatırımcının sermayeden başka bir katkısı bulunmamaktadır. Aklı fikri yatırdığı paradan kısa sürede çok para kazanıp o ülkeden güvenli bir şekilde çıkmaktır. Kısa vadeli getiriye odaklanmıştır. Hukukun varlığına ya da demokrasinin seviyesine bakmaz. Eğer o ülkede yatırım yapmasının önünde bir kambiyo, vergi ya da mevzuat engeli yoksa baktıkları başlıca iki önemli kriter vardır: Faizin ya da nominal getirinin yüksekliği ve döviz kurunda oynaklığın olmaması. Yani faiz ve kur riski dışında gözü pek fazla bir şey görmez. Benim geçen haftaki yazıda bahsettiğim yabancılar da bunlardır.