MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
mustdagistanli@tutanota.com
@MAlpDagistanli
Selden 14 ay sonra Bozkurt bütünüyle bir inşaat alanı ve belirsizlikler yumağı. Geçen hafta DSİ dere kenarındaki bölgelerde istimlak ettiği binalar ve arsalar için bedeller açıkladı, paraların hesaplara yatırılacağını duyurdu. İnsanlar mutsuz, rahatsız. Başka şehirlerde yaşayan Bozkurtlulara da tebligatlar gitmiş, bir de telefon numarası vermişler sorularınız, sorunlarınız olursa arayın, diye. Arayan olmuş, cevap veren olmamış.
Bedelleri beğenmeyenler mahkemeye gidebilir tabii, ama arsaların genellikle çok hisseli olması caydırıcı bir etken. Bedellerin neye göre saptandığı belirsiz, kimi arsanın metrekaresine 2000 lira vermiş DSİ, kimine 1000, kimine 500… Bir binada 3+1 daireye 294 bin lira değer biçmiş, içinde 17 kişinin öldüğü çöken apartmandaki 80 metrekare 2+1 daireye ise 450 bin lira. Kimse bir şey anlamış değil.
Başka bir örnek: Vatandaşın 300 metrekare arsası var, bunun 200 metrekaresi dere yatağı sayılan yerde, DSİ orayı istimlak ediyor, kalan 100 metrekare için para ödemiyor. Kalan küçük parça artık bir şeye yaramayacağı, değeri iyice düştüğü için sahibi isyanda. Bir şekilde çözüleceği, tatlıya bağlanacağı umuluyor bu sorunun. Fakat işte selin üstünden 14 ay geçtikten sonra hazırlanan planda böyle abeslikler olması, devletin insanları bu haksız durumlarla karşı karşıya bırakması can sıkıcı.
Kasaba, altyapısıyla, binalarıyla yenileniyor. TOKİ Bozkurt’ta beş bölgede toplam 631 konut, 123 işyeri yapıyor. TOKİ bütün bunları bedava yapmıyor tabii. İlk iki yılı ödemesiz, sıfır faizli borçlandırarak evsahibi kılıyor insanları. Fakat tabii bir tek ev için geçerli bu, eskiden iki eviniz vardıysa da bir ev edinebiliyorsunuz böyle ve tabii borçlanarak. Selden sonraki ilk günlerde bu konutların bedelinin yüzde 50’sini devletin ödeyeceği söylenmiş. Ama bu bir laf sadece, resmi herhangi bir belge, kayıt yok. İnsanlar neredeki eve kaç lira ödeyerek, ne kadar borçlanarak tekrar ev sahibi olabileceğini bilmiyor.
Abdullah Özcan, Bozkurt’un ilk belediye başkanı Kazım Özcan’ın torunu, merkezde altında iki dükkan olan iki katlı bir binada oturuyormuş sele kadar. Yetkililer, konutları merkez dışına taşıyacaklarını söylemiş, ona da yeni yapılacak binalardan kurayla bir daire verecekler, tabii borçlanacak. Bir dükkan da alacak o iki katlı binanı yerine yapılacak binadan. Ama o araziden 60 metrekare kadarlık bir bölüm daha almışlar yeni açılan yol için. Özcan, “Oranın karşılığında bir dükkan istemeyi düşünüyoruz. Bakalım…” diyor. Belirsiz.
Selden hemen önce yapılmış, selden sonra istimlak edilip yıkılmış/yıkılacak apartmanda ev almış insanlar var, kredi çekmişler, yeni ödemeye başlamışlar, şimdi TOKİ’nin yaptığı konutlardan alacaklar ve tekrar borçlanacaklar. İki krediyi de ödeyecekler mi, nasıl ödeyebilecekler?
Binalar bitince, kuralar çekilince anahtar teslimi aşamasında konutların fiyatları, insanların ne kadar borçlanacakları açıklanacak belki. Ama belki de Giresun’un Dereli kasabasında olduğu gibi, insanlar kurayla belirlenmiş evlerine oturduktan ancak beş altı ay sonra ne ödeyeceklerini, ne kadar borçlandıklarını öğrenecek. Selin yıktığı bir kasabanın insanları için bu belirsizlikler hırpalayıcı. Kimileri ümitli, kaymakam demiş ki, Tayyip Bey gelirse/gelince devletin ödeyeceği o yüzde 50’i yüzde 60’a çıkabilir, hatta yüzde 65’e…
Başka sorunları da var insanların. Bir Bozkurtlu, “TOKİ, Bozkurt’un merkezindeki arsalarımıza elkoydu. Merkezdeki en iyi yerleri TOKİ aldı” diye anlatıyor. Bu adamın arsası birkaç hisseli. Selden iki gün önce bir müteahhitle anlaşmışlar, 15 daire alacaklarmış, şimdi TOKİ elkoymuş, çok daha azıyla yetinmek zorundalar. “Bozkurt’u sel almadı, TOKİ aldı” diye özetliyor durumu.
İnşaata dayalı bir paralanma düzeni içinde Türkiye’nin bütün kasabalarında olduğu gibi Bozkurt’ta da yerlerini müteahhite verip çok katlı binalardan pay alma peşinde insanlar var, o apartmanlardan daire alanlar var. Önce bina yap-sat-kiralayı teşvik eden, dere yatağında imara izin veren devlet, şimdi de o binaları yıkıp, sahiplerinin elinden alıp yeniliyor, parasını da vatandaştan alıyor. Yeterli paranız yoksa, mutlak yoksullaşma demek bu. Devlet, bir Bozkurtlunun deyişiyle, “yangınla, afetle, selle vatandaşını soyuyor”.
Devlet daha fazla ne yapsın, bu kadarını yapabiliyor, denebilir, diyenler var. Oysa daha fazlasını yapabilir. TOKİ ‘millet bahçeleri‘ için dört yılda en az 7,680 milyar lira harcamayı planlıyor. Doğayı betonlama, tahrip etme, mahvetme girişimi olan ‘millet bahçeleri‘ için, yapılmasa da olacak, hatta yapılmasa daha iyi olacak ‘millet bahçeleri‘ için. Peki, aynı TOKİ afet sonrasında insanların acil barınma sorunu için ne kadar harcamayı planlıyormuş? Sadece 2,355 milyar lira, yani ‘millet bahçeleri‘ne harcayacağının üçte biri. TOKİ bu yılın ilk yedi ayında ‘millet bahçeleri‘ne dört milyar lira harcadı. Selden sonra sadece Bozkurt’a değil, tüm Kastamonu’ya gönderilen yardım parası 134 milyon lira, yani ‘millet bahçeleri‘ne yedi ayda harcanan paranın yüzde üçü! Sadece İstanbul Üsküdar Millet Bahçesi için 100 milyon lira ödenmiş!
Devlet para yardımının dışında da bazı yatırımlar, hizmetler götürdü, denebilir. Doğru. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun selden bir ay sonraki açıklamasına göre, Kastamonu’nun selden etkilenen ilçelerinde 470 milyon lira tutarında acil işler yapılmış: köprüler, menfezler, nakdi yardımlar… Bunlar zaten devletin sorumluluğunda olan işler. Soylu, o zaman sellerin toplam maliyetinin 5,8 milyar lira olduğunu da söylemişti.
Tabii Bozkurt’un altyapısının da yenilenmesi gerekti. Su ve kanalizasyon altyapısı için ihale bedeli yaklaşık 20 milyon liraydı, ilavelerle 40 milyon liraya dayandı bu. Devlet bu bedelin yüzde 50’sini karşılayacak, kalanını Bozkurt Belediyesi faiziyle 15 yılda ödeyecek. Ayrıca parke ve yollar için de borçlanacak.
Selin darmadağın ettiği Bozkurt’u borçlandıran hükümet, mesela iktidarın gözdesi müteahhit Mehmet Cengiz’in 425 milyon liralık vergi borcunu silmişti, ama kamu kurumlarının hataları, gözyumması sonucu afet yatağına dönüşen Bozkurt için 20-30 milyon lirayı gözden çıkarmıyor.
Atatürk Orman Çiftliği’ne kondurulan sarayın günlük harcaması, Sayıştay raporuna göre, 10 milyon lira. Demek ki sarayın iki üç günlük harcaması kadar parayı selin sildiği Bozkurt için gözden çıkarmıyor hükümet. “İtibardan tasarruf olmaz”, afetten kırılan bir kente yardımdan, orada yaşayan insanların hayatından tasarruf edilebilir.
Bozkurt’un zaten cılız olan ekonomisini iyice budadı sel. Abdullah Özcan, “470 esnaf vardı, şimdi on kadar var ancak” diyor. Özcan gibi bazı Bozkurtluların aklına gelir getirici bir proje olarak cezaevi kurmak gelmiş. Komşu ilçelerde de cezaevi yokmuş, Bozkurt sırtlarında uygun bir yerde büyük bir cezaevi kurulabilirmiş, orada çalışacak devlet memurları da esnaf için bir gelir kapısı olurmuş. Çaresizliğin ifadesi bir fikir. Devlet bir şey planlamayınca, imkan sunmayınca böyle hiç de üretken olmayan yollar düşünebiliyor insanlar.
Bozkurt nüfusu yazın gelenlerle arttığı için esnaf da asıl parayı yazın kazanıyor. Hala inşaat halindeki kasaba bu yaz öyle bir gelirden de mahrum kaldı. Yıkılan tekstil fabrikası yeniden yapıldı, faaliyete geçerse…
Peki, bütün bu işler ne zaman bitecek? Bir yılda büyük oranda bitirileceği, ama kasabanın normal yaşantısına dönmesinin beş yılı bulacağı söylenmiş. Bir yılda hiçbir şey bitmiş değil. Girişilmiş ama bitmiş değil. Yaşayan bir şehirde böyle köklü bir yeniden yapılaşmayı bitirmek çok da kolay değil. Mesela geçen yıl Almanya’daki selden sonra hane başına 3.500 avro acil yardım parası verilmiş, ama bir yıl geçmesine rağmen yeniden inşa yardımlarını hala çok çok az kişi alabilmiş. Büyük zarar gören kentler geçici altyapılarla, geçici oyun alanlarıyla, geçici okullarla, geçici yollarla idare ediyor.
Bozkurt’ta işlerin aksaması ya da yeterince hızlı yürümemesi iki nedene bağlanıyor: birincisi, kışın uzun sürmesi, ikincisi, müteahhitlerin ülke ekonomisindeki çöküşe, liranın sıçramalı değer kayıplarına bağlı olarak ihaleleri iptal etmesi, bedel arttırımına gitmesi.
TOKİ işleri kendi yapmıyor, yüklenici firmalara, müteahhitlere veriyor. Müteahhitlerin hataları milletin dilinde. Bozkurt’a 27 Haziran’da, büyük selden 11 ay sonra bir sel daha indi. Yağış miktarı çok daha azdı tabii ama Bozkurt’u tarumar etmeye yetti yine de. DSİ’nin genişlettiği, duvarlarını yükselttiği dere yatağına sığmadı yine su. Kasabanın kuzeyinde yapılan yüksek mi yüksek köprünün bağlantı yerleri tamamlanmadığı için oralardan girdi dere şehre, 77 binayı hırpaladı. Tekrar hasar tespiti, tekrar yardım paraları, yapılmış işleri, onarılmış ve donatılmış evleri, dükkanları tekrar donatma…
İkinci sel, bir yıldır yapılan altyapı çalışmalarını da etkilemiş; pis su, temiz su, yağmur suyu kanallarına çamurlu sel suları dalmış, sonra da tam boşaltılamamış. Bozkurtlular ilerde bunun yaratacağı sorunla karşılaşacaklarını düşünüyor.
İlişi’de daha iyi bir örnek var: İlişi deresine müteahhitin çektiği duvar, taşkından koruyacak ya, ikinci selde çökmüş, haydiii yeni baştan dikmişler duvarı.
Bozkurt’ta büyük şikayetlerden biri, dere taşmasın diye üçbuçuk metre yüksekliğinde çekilen duvar ve bu duvardan da yüksek, kemerköprüyü andırır köprüler. Bu köprülere tırmanmak gerekiyor. Kışın soğuğunda buz tutunca araçların tırmanması da imkansız hale gelecek. Köprüler böyle yüksek yapılmış ki bir selde gelen ağaçlar, kütükler, dallar birikip tıkamasın.
Murtaza Sıvar’a göre büyük bir hata bu: “Duvar ve köprü yükseltileceğine dere yatağı alçaltılmalıydı. Yatak dolardı, diyorlar. Böyle olunca da dolacak. Her halükarda temizleyeceksin. Şimdi şehir çukurda kaldı.”
Bu çok yerinde bir eleştiri. Kuvvetli bir yağışta, hele dik yamaçlarla vadiye kavuşan bir coğrafyada heryerden su akar, dereye kavuşur. Dere duvarını yükseltince bu suların dereye ulaşmasını engellemiş olursunuz ve şehir diye yarattığınız çukuru dere basmasa bile yamaçlardan inen sular basar.
Şimdi gelelim temel yanlışa. Bozkurt bir pazar yeriymiş aslında. Ezine çayının taşa taşa, yonta yonta 400 metre kadar genişlettiği vadide bir taşkın yatağı, yani doğrudan dereye ait bir coğrafya parçası. Eskiden evler, yerleşimler bu vadinin yamaçlarında ya da yamacın hemen dibindeymiş. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince, kendisine neredeyse hiç oy çıkmayan Abana’yı cezalandırmış, ilçeyken köy yapmış. (Kırşehir’i de ilken ilçe yapmıştı.) Onun yerine Bozkurt’a ilçe payesi vermiş. İki yerleşim arası iki kilometre! Türkiye’nin en yakın ama en geçimsiz, en kavgalı iki ilçesi Abana’yla Bozkurt. İşte bu dar vadide siyasi intikam güdüsüyle kurulan Bozkurt ilçesi, ilk belediye başkanı Kazım Özcan’ın yaklaşık 30 yıllık döneminde yine de haddini aşmayarak, yamaca yaslanarak düzenlenmiş. Ama 1982’den başlayarak 30 yıl belediye başkanlığı yapan Engin Canbaz, heryere imar izni veren, taşkın yatağını yapılaşmaya açan kişi. İpini koparmış bu yapılaşma da asıl 2002’de başlamış. İTÜ’nün deprem sonrası gelip, inceleyip hazırladığı Bozkurt raporu, yıkılan binaların eski dönemlerde meydana gelen seller sonucu biriken sediment üzerine inşa edildiğini söylüyor. Muhtemelen başka binalar da bu durumda.
Tabii, dere yatağını 30 metreye kadar daraltan DSİ de var, onun hikayesini yarın anlatacağız.
İlişi’de Musa Geriş’in evi de dereye duvar çekilince, yanından geçen yol da yükseltilince çukurda kalmış, arabasının yanına bir de kayık bağlamasında fayda var, sıkı bir yağmurda ev göl içinde ada gibi kalacak muhtemelen. “Eski ev, dede evi nerede?” diye sordum. Evin arka tarafını gösterdi, baktım, tam yamacın dibinde altı taş, üstünde ahşap iki kat bir ev. Derenin büyük yağmurlarda ne yapacağının belli olmayacağını bilen eskiler gidip oraya kurmuş evi. Bu yeni evi yaparken annesi Musa’yı uyarmış: “Musa, oğlum, daha geriye yap evi.” Musa dinlememiş. İlk selde de, ikinci selde de ev derede. “Oniki saat kepçe çalıştırdım, 30 kamyon mil çıkardık.”
Musa Geriş’inki derenin doğu yakasında denize en yakın ev. Onunkinden 200 metre kadar içerde Serpil Akar Esen’in iki katlı evinin de giriş katı balçıkla dolmuş. Serpil Eser’in eski nine evi de ta geride, dereye 150 metre uzakta, yamacın dibinde. Şimdi oturdukları evin hizasında koca koca başka binalar var, dereye daha yakın olanları da. Serpil Hanım şu bilgiyi verdi:
“Tapuda ‘kum tarlası’ diye geçiyor buralar.”