GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
Duvar resimleri, mimari yapılar nasıl korunacak? Türkiye’ye bakış nasıl etkilenecek? Sanat profesyonelleri Ayasofya ve Kariye’nin ‘dönüşümü’nü değerlendirdi.

Ayasofya ve Kariye’nin duvarlarında biriken tarihsel hafızayı artık deneyimleyemiyoruz.
İki yapının müze statüsünün kaldırılıp cami olarak ibadete açılmasıyla ortaya çıkan soruları, sorulması gereken adreslere, sanat profesyonellerine yönettim.
‘Miras geleceğe taşınmalı’

Görgün Taner (İstanbul Kültür Sanat Vakfı genel müdürü): İstanbul’un tarihi yarımadasında, hem Osmanlı hem de Bizans geçmişini günümüze taşıyarak 8 bin yıllık bu kentin kültürel zenginliğini yansıtan Ayasofya ve Kariye, tüm dünya için büyük önem taşıyan kültür mirasları.
İbadete açılan yapıların içindeki tüm öğelerle birlikte korunması ve bu öğelerin sergilenerek geleceğe taşınması için gerekli düzenlemelerin yapılması, ülkemizin dünya kültürüne ve evrensel değerlere katkısını ve saygısını göstermesi açısından çok önemli.
‘Kapitalist çıkarlara kurban edildi’

Beral Madra (Sanat eleştirmeni, küratör ve BM Çağdaş Sanat Merkezi kurucusu): Türkiye’nin mevcut demokrasi koşullarında iktidarların ve yerel yönetimlerin kentlerde hayata geçirdikleri köktenci değişikliklerde buraların gerçek sahipleri olan insanlar söz sahibi olamıyor.
Kent korumacılığı, tarihsel doku, çevre sorunları açısından birçok STK olmasına karşın, çoğu zaman rant açısından çıkarlı olan çevreler bu değişikliklerin yapılmasını sağlıyor ve nemalanıyor.
Türkiye insanı da asla kendi çıkarına olmayan bu duruma boyun eğiyor!
Ayasofya ile kiliselerin camiye dönüşmesi gündeme düştü; şimdi de Kariye Müzesi camiye dönüşüyor. Ancak, kiliselerin camiye dönüşmesinin tarihsel geçmişi var; Türkiye’de camiye dönüştürülen ve kilise olarak kalan 1388 adet kilise var; 158 adet ile İstanbul, 69 kilise ile Mardin ve 57 kilise ile Aksaray en çok kiliseye sahip kentler; cami eksikliği diye bir durum ise yok!
Sorun şu ki kitlenin zihnindeki kilise imgesi olumlu değil; bu imgenin bir ucu ‘gavur’ kavramına, diğer ucu da ‘azınlık’ kavramına uzanıyor; her iki kavram da karanlık zihniyet, cehalet, eğitimsizlik, tarih bilmezlik ürünü.
Bu dönüştürme işi yüzyıllar boyunca yapılmış ve birçok değerli yapı da yok edilmiş. Ne ki, bütün bu yıkıcı müdahaleye karşın, Anadolu’nun mimari dokusu Osmanlı öncesinde binlerce yıl bu coğrafyadaki uygarlıkları açıkça gösteriyor; bunu inkar etmek aymazlık ve cahilliktir ve bunun Osmanlı kültürü ve İslam dinine bugüne kadar hiçbir zararı olmamıştır.
İslam mimarisi üstüne araştırma yapanlar, özellikle Oleg Grabar, cami mimarisinin Bizans mimari geleneği üstüne yapılandığını bilimsel olarak açıklıyor; bütün kilise ve camilerin temel yapısı Yunan tapınağı ve Doğu Roma bazilikasıdır.
Bu tartışmasız doğru olan bilgiler kitlenin zihin dünyasına girmemiştir Türkiye’de.
Ancak büyük çelişki Türkiye’nin en büyük gelir getiren endüstrisinin kültür turizmi olduğu, milyonlarca insanın bu endüstrinin ekmeğini yediği ve bunun da ana maddesinin Yunan, Doğu Roma, Bizans ve İslam uygarlığının mirası olduğu ise bilinen bir durum.
Buradaki şizofrenik bakış ve davranış çok belirgindir: Bu mirastan yararlanacaksın, aynı zamanda bu mirası korumayacaksın!
İslam dininin geometrik bezemeleri bu din için ne ifade ediyorsa, Hristiyanlığın İsa-Meryem vb. resimleri de aynı şeyi ifade ediyor; bu dinsel ifade özgürlüğüne saygı duymamak aşamasına geldik günümüzde! Geçmişte bu tür dikkat çekici kiliseler müzeye dönüştürülerek muhafazakar ve bilgisiz İslam çevrelerinin müdahalesinden korunarak bir ölçüde bu sorunun üstesinden gelinmiş. Türkiye, tarihsel mirasını iktidarların ve kapitalist çıkarların ihtiraslarına kurban ede ede tarihsizleştiriliyor.
‘Türkiye söz verdi’

Özalp Birol (Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür Sanat İşletmesi Genel Müdürü): Ayasofya da Kariye de dünya kültür mirasının çok önemli iki parçası. Türkiye, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO üzerinden, tüm dünyaya bu iki yapıyı gereğince korumak ve dünya kültür mirası olarak insanlığa sunmak sözü verdi.
Bu yapıların cami olarak yeniden işlevlendirilmesi, buna uygun mekan düzenlemelerini kaçınılmaz kılıyor. Yapıların zaten var olan mimari konservasyon sorunlarının yanında, bu dönüşüm gereği yapılacak ısıtma, aydınlatma, havalandırma, zeminlerin halıyla kaplanması, duvar resimlerinin örtülmesi gibi müdahalelerin her iki yapının ve bu yapıların içinde yer alan eserlerin konservasyonu bağlamında ciddi sorunlara neden olacağı düşüncesindeyim.
Diğer taraftan, bu yapıların cami olarak kullanılması ziyaretleri bir ölçüde kısıtlayacaktır. İşin kültür turizmi ve elde edilen gelir hususu da şüphesiz önemlidir ama işaret ettiğim konservasyon sorunları çok daha öncelikli ve önemli.
Bu tür uygulamaların örneğin Trabzon Ayasofya’sında yarattığı sorunları göz ardı edemeyiz.
Ayasofya ve Kariye’nin müze olarak muhafaza edilmesi, diğer kültürlere, onların inanç sistemlerine, ülkemizin kültürel çeşitliliğine duyduğumuz saygıyı ve İstanbul’un Bizans döneminin kültürel değerlerini ve bu değerlerin meşruiyetini tanıdığımızı göstermesi açısından çok önemliydi.
Yeni uygulamaların ülkemizin dünyadaki algısını ve itibarını büyük ölçüde olumsuz etkileyeceği düşüncesindeyim.
Sonuçta hakim gücün istediği olmuş, ok yaydan çıkmış ve kısa süre içinde geri dönülmesi mümkün değil. Ülke yönetimi, şu an için, önümüzdeki süreçte dini diplomasi ve teo-politik konularının çok daha stratejik hale geleceği düşüncesiyle hareket ediyor. Ben ise kültür diplomasisine, kültürel politik stratejilere ve itibar yönetimine önem ve öncelik verilmesinden yanayım.
‘Açıklanmayan bir neden olabilir’

Osman Erden (Mimar Sinan Güzel Sanat Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü doktora öğretim üyesi): Ayasofya’nın 1930’larda Kariye’nin 1940’larda müzeye dönüştürülmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisinin bir yansımasıydı. Cumhuriyet’in üzerinde kurulduğu coğrafyanın geçmişindeki bütün uygarlıkları sahiplenmesi, tarih boyunca onların yarattığı kültürel zenginliği kucaklamasının en sembolik örnekleriydi bu kararlar.
1933’te kurulan Sümerbank, 1935’te faaliyete geçen Etibank’a verilen isimlerde, başkent Ankara’nın sembolü olarak seçilen Hitit Güneşi’nde, keza Cumhuriyet’in ilk kurulan üniversitesi olan Ankara Üniversitesi’nin ambleminde, aynı üniversitede kurulan bölümlerde de aynı tavrı görüyoruz.
Dolayısıyla söz konusu müzelerin cami olarak ibadete açılması Cumhuriyet’in ayrım yapmaksızın bu topraklardaki bütün medeniyetleri sahiplenmesine yönelik tavrına karşı bir tutum anlamına geliyor.
Üstelik Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına meşru bir zemin oluşturmak adına öne sürülen kılıç hakkı, Fatih’in vakfiyesinin bir unsuru olduğuna dair gerekçeler Kariye için söz konusu değil.
Kariye İstanbul’un fethinden çok sonra, 1511’de II. Bayezid tarafından camiye dönüştürülmüştür ki Fatih’in mirasına bir duyarlılık söz konusuysa yine onun kurmuş olduğu Kule-i Zemin Vakfı’na ait olduğu için İBB’den alınan Galata Kulesi’ne layık görülen tavır ortada.
Kariye’nin cami işlevine dönüştürülmesinin anlamı yok zira etrafında bulunan onlarca caminin ortasında 700-800 metrekarelik alanı ile ibadet için çok küçük bir mekan.
Kariye’nin cami olarak ibadete açılmasının ardında kamuoyuna açıklanmayan bir neden olabilir. Bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz.
‘Bundan sonra ne olacak?’

Nihal Elvan Erturan (Sanat tarihçisi): Kariye Müzesi ile ilgili alınan ideolojik tarihselci karar, yapı özelinde karmaşık meseleleri beraberinde getiriyor.
Mimarisi ve iç mekanında yer alan mozaik ve fresk programı ile eşsiz bir dünya mirası kabul edilen yapı, 6’ncı yüzyıldan günümüze, çeşitli eklemeler, yenilenmeler, restorasyonlarla ulaşabilmiş.
Yapı, 14’üncü yüzyıl başlarında yapıldığı düşünülen mozaikleri ile bazı araştırmacılara göre ‘Rönesans’ın müjdecisi’ bazı üslupları barındırır.
Kariye, yüzyıllara, insana, insanlığa ve geleceğe aittir. Müze olarak bir toplumsal ortam ve dayanışma sağlıyordu.
Yeni kararla “Bundan sonra ne olacak” sorusunu, epeydir çoğunluğu sessiz kalan kültür/sanat çevrelerinin birlikte ele alması gerekir.
Kariye’nin müze olarak kalabilmesi için, tarihsel değerini ortaya koyan raporlar, mekanın ibadet için fiziksel olarak yetersizliği gibi argümanlar derlenerek, bu kararın yeniden gözden geçirilmesi konusunda uğraş verilmeli.