Belli ki seçmenin en azından bir bölümü yolsuzluk iddialarının “dublaj–piyes, montaj, iftira” olduğuna kanmış; iktidarın örtbas çabaları netice vermiştir. Belki en çok altı çizilmesi gereken de, muhalefet partilerinin bırakın ülkeyi, belediyeleri dahi yönetmeye ehil görülmemeleri olabilir. Muhalefet partileri hukuksuzluk ve yolsuzluklara karşı çıkmakta ne kadar haklıysalar da, niçin daha geniş bir kitle desteğine sahip olamadıkları üzerine düşünmek zorundadır.
Peki, AKP’nin % 44 oy alması, hukuksuzlukların ve yolsuzlukların hesabının sorulmayacağı anlamına mı gelir? Elbette ki, hayır. Demokrasi seçimden ibaret değildir; iktidarın seçimle belirlenmesi kadar yurttaşların temel hak ve özgürlüklere sahip olması, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, özgür medya demektir. Bunların olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez.
Önümüzdeki temel sorular şunlar: Türkiye hukuken değilse de fiilen askerî vesayeti geride bıraktı; şimdi (Erdoğan’ın ifadesiyle) “Batı’da olmayan demokrasiyi,” yani % 44’e dayalı tahakkümü sineye çeker mi? AKP’ye oy vermeyen % 56, sürekli kutuplaşma, gerginlik, artan siyasi baskı altında yaşamayı kabullenir mi? Ülke şaibeli bir hükümet tarafından yönetilebilir mi? Bu hükümetle Türkiye’nin hangi sorunu çözülebilir? Demokrasinin yerini kleptokrasiye bırakmasına göz yumulabilir, rüşvet ve yolsuzluklara açık çek verilebilir mi? AKP’nin de mutlaka üzerinde düşünmek zorunda kalacağı bu soruların her biri ayrı bir yazı konusu.