ALTAN SANCAR
@altansancarr / altansancar@diken.com.tr
Türkiye son dönemde sığınmacıları konuşuyor. İktidar Suriye’de inşa edilen briket evler üzerinden geri dönüşü savunurken, CHP ve İYİ Parti gibi muhalefet partileri iktidarlarında Suriye yönetimiyle sağlanacak barış neticesinde sığınmacıların geri dönüşünü vadediyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise bazı kesimle tarafından toplumsal gerilimi artıran söylemlerle sığınmacı karşıtlığını kışkırtmakla suçlanıyor. Ekonomik krizin artan etkileri ve işsizlik, sosyal medyada yayılan sığınmacı görüntüleriyle birleşince toplumsal çatışmaya zemin hazırlıyor.
İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 28 Nisan itibariyle 3 milyon 762 bin 686. En çok sığınmacı 542 bin 602’yle İstanbul’da yaşarken en az sığınmacının bulunduğu il 74 kişiyle Tunceli.
Diken’in sorularını yanıtlayan TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Başak Yavçan, Türkiye’de siyasetçilerin de medyanın da sığınmacı, mülteci ve geçici koruma kavramlarını doğru kullanmadığını söyledi.
Uluslararası anlaşmalarla ‘sığınmacıların geri gönderilmeyeceğinin taahhüt edildiğini’ söyleyerek, halihazırda var olan uygulamaların ayrıntılarını anlattı.
Suriyeli sığınmacıların kayıt dışı ağır işlerde düşük ücretle çalıştırıldığını hatırlatan Yavçan, Türkiye’deki tüketicilerin hiç konuşmadığı bir konuyu ön plana çekti: “Tekstil firması Suriyeliyi o düşük ücretle çalıştırmasa çok daha yüksek ücret vermek zorunda kalacak ve ücretler artacak…”
Yavçan, ‘gönüllü dönüşlerin tartışıldığı bugünlerde dönüşün şartlarının nasıl olacağının konuşulması gerekliliğinin önemine’ işaret etti. Aynı zamanda ‘entegrasyonun yeteri kadar konuşulmadığını ve bunun da önemli bir konu olduğunu’ söyledi.
Tanımlar nasıl kullanılmalı?
Türkiye’de bir kavram kargaşası var gibi görünüyor. Sığınmacı, geçici koruma, mülteci, göçmen gibi çok sayıda kavram aynı anda kullanılıyor…
Bu konuda bir yanlış kullanım söz konusu. Siyasi aktörler de medya da bunları zaman zaman yanlış kullanabiliyor. Bu iş içerisinde olanlar dahi yanlış kullanabiliyor.
Türkiye’de normal koşullarda zulümden kaçan, kendi ülkesinde koruma sağlayamayan insanlara Cenevre Sözleşmesi’ne göre ‘sığınmacı’ diyoruz. Hatta imzacı ülkeler mülteci statüsü veriyor. Birleşmiş Milletler’in Cenevre Sözleşmesi’ne biz de imzacıyız. Ancak biz bu statüyü verirken ‘tasarruflu’ davranıyoruz ve bir coğrafi kısıt koymuş durumdayız. Burada demişiz ki: “Benim bölgem çok problemli bir bölge. Ben herkese mülteci statüsü veremem. Benim ülkemde kalabilirler, geri de göndermeyeceğim. Mülteci statüsü beraberinde çok sayıda hakla birlikte gelen bir statü. Onu ben sadece Avrupa’dan gelenlere veririm.”
Bu anlaşma imzalandığında Soğuk Savaş devam ediyor olduğu için, komünist Sovyetlerden veyahut da Doğu Bloku ülkelerinden kaçan kişiler de Türkiye’ye gelebileceği ve mülteci statüsü alabileceği için diğer imzacı ülkeler de bunu yeterli bulmuş. Tabii şu anda böyle bir şey yok. Dolayısıyla Türkiye’de mülteci yok. Bu statüde insan yok. Ama bu demek değil ki bu insanlar mülteci değil. Aynı kişi, coğrafi kısıt koymayan bir ülkeye gittiğinde mülteci statüsünde. Kaldı ki çoğu ülkenin coğrafi kısıt uygulaması yok artık, bir elin parmağını geçmiyor. Bu durum konunun hukuki boyutu, yani bugün aynı Suriyeli Almanya’ya gittiğinde ya da aynı Afgan gittiğinde mülteci statüsünde oluyor.
‘Bu insanlar sosyolojik anlamda kesinlikle mülteci’
Biz neden sığınmacı diyoruz?
Türkiye’de biz tam olarak mülteci statüsü vermediğimiz için ve bu kişileri geri göndermemeyi de taahhüt ettiğimiz için sığınmacı diyoruz. Farklı yöntemler kullanılabiliyor ve burada belli bir süre kaldıktan sonra başka bir ülkeye yeniden yerleştirme de yapılabiliyor. Veyahut ülkelerinde çatışma bittikten sonra ülkelerine dönebiliyorlar. Ve tabii ki gittikleri ülkeye yani bizim burada ve Avrupa’da olduğu gibi entegre olup burada kalabiliyorlar.
Bu gibi farklı uygulamaları farklı gruplarda gördük. İranlı ya da Iraklı olanlarda gördük. Ancak 2011’de çok kitlesel bir göçle karşı karşıya kaldık. Yani Suriyeliler. Suriyeliler için de diğer sığınmacılardan bir tık daha avantajlı olan ‘geçici koruma yönetmeliği’ni ortaya koyduk. Geçici koruma statüsü verdik.
Geçici koruma statüsü verdik diye de bunlar geçici mülteci, geçici sığınmacı filan değil. Bu terimler çok yanlış. Bu insanlar sosyolojik anlamda kesinlikle mülteci. Uluslararası hukuk gereği bir mülteci statüsü verme zorunluluğumuz yok ama sosyolojik anlamda bunlar mülteci. Bu nedenle de sığınmacı diyoruz.
Suriyeliler böyleyken, mesela İranlılara uluslararası koruma altında diyoruz. Onların geçici koruması dahi yok. Suriyelilerin var.
Neden?
Çünkü üçüncü bir ülkeye yerleştirmeyi bekliyorlar. Daha az hakları olacak şekilde uluslararası koruma statüsünde yaşıyorlar şimdilik.
Dünyada çok farklı sebeplerle göç eden insanlar da var. Daha gönüllü göç kategorileri de var mesela. Ekonomik sebepler göç edenler, daha iyi yaşam koşulları için, yaptıkları iş başka bir ülkede çok daha yüksek ücretlere karşılık geldiği için, daha iyi imkanlar için, çocukları daha iyi okusun gibi çok farklı gerekçelerle göç edenler var. Artık iklim değişikliği sebebiyle göç eden insanlar var. Ada ülkelerinden olup adaları sular altında kalan veya özellikle tarıma dayalı toplumlarda, ülkelerde tarımsal üretim kuraklıktan ve iklim değişikliğinden çok etkilendiği için artık yaşamsal koşulları zora girdiğinde göç eden insanlar var.
Türkiye’de de farklı gruplar var o zaman…
Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesine ya da kontrolünü sağlamasına kadar Afganistan’dan gelen çoğu insanı biz ‘gönüllü göçmen, ekonomik göçmen’ olarak görüyorduk. Ama sonrasında artık oradaki zulüm netleştiği için çok daha kolay sığınmacı veya mülteci statüsü alabilir hale geldiler.
Mesela ülke içinden gelen gruplarda da farklılıklar olabiliyor. Afganistan’dan gelen bir grup insan gönüllü göçmen idi. Hazar Türkleri o dönem de Taliban’la sürekli çatışma halindeydi. Can güvenlikleri tehlike altındaydı. Onlara uluslararası koruma verildi. Fakat başkası gönüllü göçmen de olabiliyordu. Yani aynı ülkenin farklı bölgelerinden, farklı etnik gruplardan insanlar farklı statülere sahip olabilirler. İran’dan dan gelen bir Bahai ya da bir eşcinsel Türkiye özeline bakacak olursak sığınmacı olurken, dünyada mülteci.
‘Çatışmalı bölgeye göndermek kolay görünmüyor’
Suriye farklı tabii burada…
Suriye özelinde bu durum farklı seyretti. Bir iç savaş olduğu için ve herkesin can güvenliği tehlikede olduğu için burada bireysel değerlendirme şartı aranmadı. Dünyanın hiçbir yerinde aranmadı ve doğrudan herkes sığınmacı varsayıldı.
Gelelim gönderme, gönüllü dönüş farklı farklı isimler altında tartışılan konuya. Bu konuyu nereden ele almamız gerekiyor?
Uluslararası taahhütlerimizi şimdiye kadar büyük ölçüde yerine getirdik. Dolayısıyla biz bunları yerine getirmeye devam edeceğimizi varsayarsak, çatışma olan bir bölgeye bir insanı geri göndermemiz kolay görünmüyor.
Ama mümkün sanırım…
Geri gönderebilirsiniz ama uluslararası yükümlülüklerinize ters düşmüş olursunuz. Biz bunu yapmayacağımızı söylemişiz. Öte yandan çoğunlukla siyasilerin bahsettiği ama yeterince detaylandırmadığı konu gönüllü geri gönderme konusu. Şu anda da bizim gönüllü geri gönderme politikamız var. Örneğin çok eleştirilen bayramlarda insanların bayram ziyaretleri yapması aslında bir gönüllü geri gönderme politikasıdır. İnsanlar boş yere buna tepki veriyorlar. Ben buna çok şaşırıyorum. Çünkü bu normalde geri gitme niyeti olmayan birinin gidip şöyle bir duruma bakıp eğer durum iyiyse, kalma ihtimalini ortaya çıkarıyor. Kötüyse de geri geldiğinde Türkiye’deki statüsünü kaybetmemesini sağlıyor. Bu gibi politikaları başka şekillerde pek çok ülke uyguluyor. Gönüllü gidişini destekleyici, orada iş kurmasını sağlayıcı mikro krediler veriliyor, yol paraları karşılanıyor…
Entegrasyon da bir hedef olmalı. Sürdürülebilir bir geri gönderme de bir hedef olabilir.
Sürdürülebilir geri göndermeyi biraz açar mısınız?
Bir sürü insanı siz geri gönderirsiniz, ama görüyoruz ki dünyada çatışmalar, krizler sürdüğü sürece insanlar bir şekilde onları gönderen ülkeye tekrar geri gitmenin yollarını buluyorlar.
Türkiye’deki Suriyelilere göre Esad açısından çok daha problemsiz görülen Lübnan ve Ürdün’deki Suriyelileri ele alalım. Birkaç sene evvel Rusya bunların Esad’la anlaşarak bir kısmının gönüllü geri dönüşünü sağladı. Çünkü Esad’ın rejiminin uluslararası arenada meşruiyet kazanacağını düşünüyordu. Çıkıp “Mülteciler geri dönüyor” diyebilecekti. Aynı zamanda da kendi enerji alanındaki yatırımlarında çalışacak iş gücüne de ihtiyacı vardı. Onu da sağlamak için böyle bir şey yaptı. Ama bu insanlar çok kötü koşullar altında yaşadılar.
Geri geldiklerinde dışlandılar. Esad tarafından can güvenlikleri taahhüt edilmişti ama pek çok faili meçhul cinayet oldu, hapse atılanlar oldu. İnsanların zaten malları, mülkleri elinden alınmıştı ve müsadere edilmişti. Esad tarafından bunlar geri verilmedi ve tekrardan göç ettiler ya da göç etmeye çalıştılar. Esad’ın açısından Türkiye’deki Suriyeliler en kötü Suriyeliler, en vatan haini insanlar. Dolayısıyla Esad’ın geri gelmesini en istemediği grup Türkiye’deki Suriyeliler.
Peki çözüm nedir?
Biz bu geri dönüşlerde sürdürülebilir bir geri dönüş için kaynak ülkedeki yönetimle eş güdümlü çalışmaların sonuç verebildiğini görüyoruz. Yani Esad’la oturup bu geri gelenlere nasıl muamele edileceğinin garantilerinin alınması gerekiyor. Aksi takdirde bu insanlar da tekrardan Türkiye’ye geri gelişinin yollarını arayacaktır. Tabii burada şunun da altını çizmek lazım: 2011’den beri süregelen bir kriz olduğu için bu süre uzadıkça insanlar tabii ki gittikleri ülkeye uyum sağlıyorlar. Burada bir hayat kuruyorlar. Dolayısıyla burada kalanların her geçen yıl burada kalma ihtimali artıyor. O yüzden eş zamanlı olarak bizim mutlaka entegrasyon konuşmamız lazım. Gerçekçi bir politika oluşturacaksak eğer entegrasyonu artık iyice konuşmamız şart.
Entegrasyon konusu gözden kaçan bir nokta gibi. Burada doğan ya da büyüyen Suriyeliler de var. Bu noktadan konuşmaya devam edersek ne aşamadayız?
Saçma sapan istilacı bir yapımların iddia ettiğinin aksine Türkiye’deki Suriyelilerin, özellikle çocuk, burada doğmuş Suriyelilerin hatta gençlerin de çok büyük bir kısmı doğru düzgün Arapça dahi konuşmuyor. Şu an siz bile karşılaştığınızda Suriyeli olduğunu bile anlamazsınız. Dönüp de “Aslen Suriyeli misin” derseniz son derece güzel bir şekilde Türkçe cevap alırsınız. Arapça bilmeyen biri Suriye’de ne yapar? Yani bunları görmek, farkında olmak ve korkularla, hezeyanlarla değil gerçeklerle hareket etmek gerek.
Beni açıkçası en çok üzen de bu konuda çok iddialı çıkışlar yapan siyasilerin hepsine ben dahil bu konuda uzman pek çok arkadaşımız, akademisyen defalarca brifingler verdik. Bunların hepsini gayet iyi biliyorlar, ama bilmezlikten geliyorlar.
Şimdi tam da son günlerde herkesin aklındaki büyük korkuya geldik. Karşıtlık giderek yükselirken, bir kıvılcım bekler halde gibi toplum; ne dersiniz?
Çünkü buradan bir siyasi rant elde edeceklerini fark ettiler. Oradan yürüyorlar, ama ben bunu çok tehlikeli buluyorum.
Çünkü burası 3-4 bin mülteciye ev sahipliği yapan Orban’ın Macaristan’ı değil. Burası milyonlarca mültecinin ve yerli halkın bir arada yaşadığı, aradaki uyumun mutlaka sürdürülmesi gerektiği bir ülke. Ne olursa olsun, ne kadar insan geri dönerse dönsün ciddi sayıda insanın da geride kalacağının kesinleştiği bir ülke. Dolayısıyla bir arada yaşamanın formüllerini konuşuyor olmamız lazım. O yüzden de bu geri dönüş muhabbetini ben biraz Birleşmiş Milletler Suriye’yi güvenli ilan etmediği için prematüre buluyorum. Birazcık da siyasi rant hedefi var. Özellikle de yerel seçimlerden ve ekonomik daralmadan sonra bir günah keçisi haline geldiler. Bugünkü tabloyu bu nedenle Suriyeliler üzerinden bir siyaset yapma ihtiyacı olarak görüyorum.
Ekonomi meselesi çok karmaşık. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bile çıkıp kayıt dışı çalıştırılan insanları anlattı, ‘Patronlar üzülür’ demeye getirdi. Suriyeliler ve ekonomi arasındaki bağı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok konuşulmayan ama herkesin bildiği bir gerçek, Suriyeliler ya da sığınmacılar burada ciddi bir sömürüye de tabiler. Prekarya dediğimiz durumdalar aslında. Yani işçi sınıfından da kötü ve geçici koşullarda, hiçbir iş garantisi olmadan informal ekonomiye entegre bir haldeler. Çünkü bu Suriyelilere verilen geçici korumada bir çalışma hakkı yok. İşverenlerin onlar için bir çalışma iznine başvurma hakkı var. Ama bu doğrudan bir çalışma hakkı değil. Böyle olunca da işverenler de ucuza çalıştırabilecekleri ve herkese yaptırmayacakları işlerde Suriyelileri tercih ediyorlar. Halihazırda son derece çaresiz durumda olan Suriyeliler de çok düşük ücretlere çalışmayı kabul eder durumdalar. Böyle olunca da gelecekleri, iş güvenliği hatta iş yeri güvenliği umursanmıyor. Çünkü evlerini ekmek götürmek birincil dertleri.
Çoğu da kalifiye oldukları alanlarda filan çalışmıyor. Piyasadaki ücretlerin de çok altında ücretlerle çok ağır işlerde çalışıyorlar.
Özellikle üniversite öğrencileriyle yaptığımız çalışmalarda bu konuda çok ciddi kaygılar olduğunu gördük yani. Öğrenciler, “Bu kadar okuyoruz, sonunda ne olacak acaba? Ne iş yapacağız? Yine bir tarımda, fabrikada kayıt dışı mı çalışacağız” sorularını soruyorlar.
Bir ekonomik daralma döneminde de ilk vazgeçilen onlar oluyor. Çünkü kıdem tazminatı ödemeniz gerekmiyor bir Suriyeliyi işten çıkardığınızda. Tabii bunun pek çok olumsuz etkisi var. Yoksullaşmaya sebep oluyor ve çocuklar okuldan alınıyor, çalışmaya başlıyor. Erken evlenmeyi artıran etkileri de var kadın erkek Suriyeliler açısından. Ve tabii ki onların istikrarlı bir şekilde bir işlerinin olmasına da mâni oluyor bu durum.
Bir milyonun üzerinde Suriyelinin kayıt dışı çalıştığı tahmin ediliyor. Bu sadece işvereni rahatlatan bir şey de değil. Aynı zamanda bu ürünleri ucuza üretebilmeyi sağladığı için tüketiciyi de rahatlatan bir şey. Bunun pek konuşulmadığını fark ediyorum ben. Yani o tekstil firması Suriyeliyi o düşük ücretle çalıştırmasa çok daha yüksek ücret vermek zorunda kalacak ve ücretler artacak. Sonucunda da o kıyafetin fiyatı artacak. Bence bunu da konuşmamız lazım. Yani bugün biz belli ürünlere, belli hizmetlere ucuza erişebiliyorsak bunlar kayıt dışı çalışan Suriyeliler sayesinde.
Bu çalışma biçimi entegrasyona katkı yaptı mı?
Halihazırda Türkiye’de kayıt dışı bir sektörün olması Suriyelilerin hızla entegre olmalarını, istihdamı sağladı. Ama bu kayıt dışı hal ideal bir entegrasyon olmadı.
Peki gönüllü geri dönüş konusunda, briket evler de çok konuşulan ve konuşulacağa benzeyen bir konu. Bu sanıldığı kadar mümkün mü?
Konuşulan şeyler, Türkiye’nin kontrol altında aldığı bölgelerde planlanan bir şey. Çok uzun zamandır da zaten konuşulan bir şey. Hatta bu bölgeleri Türkiye’nin kontrol altına almasının bir gerekçesi olarak da ortaya konmuş. Türkiye’nin kontrolündeki bu bölgelerde belli hizmetler veriliyor ve belli bir güvenlik oluşturulmuş.
Ama bunlar dışında da bölgeler var, Azez ve İdlib gibi. Oralar daha karışık. Bu yüzden oralardaki karışıklığın artması göçü de dalga dalga artıyor. Bu gibi zamanlarda ben bu briket evlerinin bulunduğu bölgeye bir göç olabileceğini düşünüyorum, halihazırda istikrarsız olan bölgelerden. Yani Suriye içinde bir göç olabilir. Suriye iç savaşında ciddi oranda iç göçle yerinden olmuş insanlar var. Ben bu bölgelerin tercih edilebileceğini düşünüyorum. Türkiye’de bulunanların da zor koşullarda olanları tarafından tercih edilebilir. İşi gücü olmayan, burayla bir bağı olmayan, burada eğitim görmeyenler gibi… Tabii ki burada sunulan imkanlara da bağlı. Dolayısıyla yani Türkiye’den o kadar insan gider mi emin değilim.
Genel olarak buraya Suriye’nin içerisindeki yerinden edilmişlerden talep olabileceğini düşünüyorum doğrusu. Bir de dediğim gibi halihazırda bayram programlarıyla Türkiye’den Suriye’ye en az 350 binin üzerinde geri dönmüş insanlar var. Yani girmiş ama Türkiye’ye geri gelmemiş. Bu aslında bu politikanın başarılı olduğunu gösteriyor. Aslında sinirlenilecek bir şey değil. Son derece de akıllıca ortaya konmuş bir politika.
Bazı yerlerde belediyeler insanları koydu otobüslere gönderdi. Böyle sembolik dönüşler olacaktır. Suriye’de kriz ortadan kalktığında, yani güvenli bir yeniden yapılanma ortaya çıktığında bir milyon civarında insan dönebilir. Döner de zaten, ama yanlış anlaşılmasın kısa vadede briket evlere değil. İnsanlar geldikleri yerlere dönerler. Halep’ten gelmiş bir insanın hayatında görmediği, Türkiye’nin inşa ettiği yere gitmesiyle evine dönmesi aynı şey değil. Birazcık halkın bu konudaki beklentilerini karşılamak, aslında gazını almak amacıyla bir şeyler olacaktır. Sembolik birtakım şeylerle karşılaşacağız ama bunun gerçekleşmesi uzun bir süresi alacak.