
ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
@suleturker34
Covid-19 pandemisiyle daha da gün yüzüne çıkan sağlık çalışanlarının ‘tükenmişlik’ durumu, sistemin hem hastaları hem hekimleri zorlaması ve neredeyse birbirlerine düşman hale getirmesi, mevcut durum nedeniyle çareyi yurtdışına gitmekte bulan doktorlar…
Sağlıkta yaşanan olumsuz tablonun giderilmesi için geçen yıldan beri farklı platformlarda seslerini duyurmaya çalışan ve ’10 acil talebin’ bir an önce hayata geçirilmesini isteyen Türk Tabipleri Birliği (TTB), 29 Mayıs’ta Ankara’da ve bu kez vatandaşların da katılımıyla ‘Beyaz Miting’ düzenliyor.
Sağlık politikaları nedeniyle büyük tahribat yaşandığını, klinik bağımsızlığına sahip hekimlerin sistem ne dayatıyorsa onu yapar hale geldiğini vurgulayan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “Tüm bunlar da toplumun sağlığa erişiminde zorlukları beraberinde getirdi” dedi.
Toplumun genelinin tahribatın sorumlusu olarak sağlık emekçileri ve hekimleri gördüğünü de söyleyen Fincancı, “Bu da ciddi biçimde sağlıkta şiddet olarak yansıyor” diye konuştu.
Birçok meslektaşlarının çareyi yurtdışına gitmekte bulduğunu söyleyen Prof. Dr. Fincancı, şu dikkat çekici açıklamayı yaptı: “Nisan ayı itibariyle rekor kırdık; iyi hal belgesi için 214 başvuru oldu. Yılın ilk dört ayında başvuranların sayısı 800’e yaklaştı… Bu kadar hızlı gidiş, ciddi bir sorun. Geçen yıl büyük tıp fakültelerimizden 3-4’ünün bir yıldaki mezun sayısı kadar hekim gitti yurtdışına. Yanı sıra kamudan uzaklaşma, hekim sıkıntısı yaratıyor. Yakında bizim hak olarak gördüğümüz hizmeti alma olanağı kalmayacak.”
Fincancı’yla 29 Mayıs mitingi dolayısıyla mevcut sorunların üzerinden bir kez daha geçtik, yanı sıra giderek yaygınlaşan ve “İkinci pandemi olur mu?” sorusuyla dünyanın gündemine oturan ‘Maymun Çiçeği’ hastalığını konuştuk.
Buyursunlar…

TTB’nin düzenlediği ‘Beyaz Miting’lerin amacı nedir?
Aylardır devam eden bir eylem sürecimiz var, 29 Mayıs da onun -topluma da seslenen- bir parçası. ‘Emek bizim, söz bizim’ diyerek; emeği, sağlığı üreten biziz, dolayısıyla sözü kuracak olan da biz olmalıyız, dedik. Ancak bu süreçte bu kadar büyük bir tahribat olması, hekimlerin artık tükenme noktasına gelmesi, sağlık emekçilerinin mesleğini severek yaparken bundan uzaklaşıyor olması, aynı zamanda toplumun da sağlığa erişiminde zorlukları beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu kez, ‘Emek bizim, söz bizim, sağlık hepimizin’ diyerek topluma da çağrı yaptık. 29 Mayıs mitinginin önemi; toplumun da bizimle birlikte olacak olması ve hep birlikte sağlık hakkına sahip çıkmak.
Dediğiniz gibi aylardır alanlarda ya da toplantılarınızla, eylemlerinizle sorunlara dikkat çekmeye çalışıyorsunuz, ‘dayatılan sistemin sağlık çalışanlarını tükettiğini, sorunların özveriyle çözümün ötesine geçtiğini’ vurguluyorsunuz. Peki toplum olarak kapıdaki tehlikenin farkında mıyız?
Değiliz ne yazık ki, çünkü toplumun geneline baktığımızda, sağlıkta yaşanan bu tahribatın sorumlusunu sağlık emekçileri ve hekimleri olarak görüyorlar. Sanki sorunların çözümü hekimlerdeymiş gibi algılıyor, bu da ciddi biçimde sağlıkta şiddet olarak yansıyor. Sosyal olarak, fiziksel olarak saldırgan tutum alıyorlar.
Başka bir boyutu daha var bunun; çalışma ortamlarında son dönemde daha belirginleşen bir liyakatsiz atama sistemi var. Bu da sahada çalışanlara mobbing olarak yansıyor. Çünkü liyakatsiz bir atamada, bilgi ve donanım eksikliğini kapatmak için baskıyı kullanıyor idareciler ve bu da sağlık emekçileri ve hekimlerde tükenme noktasına doğru yol alma olarak yansıyor.
Hem toplumdan hem de sistemin kendisinden ve kamu otoritesinden yansıyan bir baskı ve tükenme söz konusu. Tabi ki emeğin değersizleştirilmesi, mesleğin itibarsızlaştırılması, bunların her biri çok önemli etkenler.
‘Performans, büyük baskıya dönüştü’
İnsanca yaşayabilecekleri ücret alabilmelerinin önünde ciddi engeller var. Sağlıkta dönüşüm adı altında gerçekleştirilen sistemde başlangıçta görece ekonomik koşullar iyi olduğu için gönüllü bir rıza üretildi ama sonuçları itibariyle ne yazık ki çok ciddi bir olumsuzlukla karşı karşıya kaldık. Performans dediğimiz şey ciddi bir baskıya dönüştü; daha fazla hasta, daha fazla tetkik, daha fazla işlem olarak sürekli talepkâr olundu. Bu aynı zamanda hekimin mesleğini yaparken aldığı doyumu da azalttı. Klinik bağımsızlığı olan hekim modelinden, sistem ne dayatıyorsa onu yapan, dolayısıyla makinanın bir dişlisine dönüşen kimlik, beraberinde tükenmeyi getirdi.
Kışkırtılmış sağlık talebi
Vatandaşlar da -kamu hastanelerinden- randevu alamadıklarından, hekimlerin kendilerine yeterince zaman ayırmamasından şikayetçi. Aslında çift taraflı bir şikayet durumu var...
Burada sorun şu; ne yazık ki vatandaşlar bunun sorumlusunu hekimmiş gibi görüyor. Oysa böyle olmadığını, sistem sorunu olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bu dayatmaların, hekimlerin hastalarına ayırdıkları zamanı sınırlamalarına yol açtığını, bu sınırlamanın sağlık hizmetinin niteliğini ciddi biçimde bozduğunu, gittiği hekimde sorununa çözüm bulamayan kişinin kapı kapı dolaşmasına yol açtığını, kışkırtılmış bir sağlık talebinin de ortaya çıktığını görüyoruz.
Güven ilişkisi de ciddi anlamda bozuldu. Derdine çare bulamayan hasta hekime güvenmemeye başladı, güvenmeyince önerilerini yerine getirmeyip, başka bir şey duymak isteğiyle başka hekimlere gitti. Bu da hekime öfkeyi beraberinde getirdi.
Ciddi biçimde sağlık okur yazarlığının tahrip olduğu bilinen bir gerçek. Özellikle tüm dünyada neoliberal kapitalizmin yarattığı bilgi kirliliği ve sosyal medya üzerinden derdine çare arayışı. Bilime güven duygusunun azalmasıyla da karşı karşıyayız. Bir bütün aslında, bu sistem hem bizi hem hastalarımızı zor durumda bırakıyor, ciddi biçimde zarar görmemize yol açıyor…
Taraflar şikayetçiyse ve işler kötüye gidiyorsa neden sürdürülüyor?
Sistem bundan besleniyor çünkü; kışkırtılmış sağlık talebi demek, performans demek, sistem içinde işlem demek, bütün sermaye gruplarının kar etmesi demek. Kapitalist sistemin içinde gördüğümüz tabloyla karşı karşıyayız; emeğine yabancılaşmış, sürekli artı değer üreten ama bundan hiçbir şekilde pay verilmeyen emekçileriz biz. Buradan en büyük karı sermaye grupları elde ediyor. Kamuda tahribat, özel sektöre bütün bu işlemlerin yansımasına yol açıyor. İnsanlar sağlığa erişebilmek için cebindeki tüm parayı vermek konusunda rıza gösteriyor, kamu otoritesi tüm işlemleri özel sektöre devrediyor. Böylece onların önünü açmış oluyor. Sonuçta sağlığı bir tüketim nesnesi olarak tanımlıyor, bizi emeğimize yabancılaştırıyor ve bu tüketim nesnesini cazip hale getirerek, özel sektöre devrediyor sağlığı. Neden değiştirmek istemiyorlar sorusunun cevabı bu; kar ediyorlar çünkü.
Bir taraftan kamudaki hekimler özel sektöre geçiyor…
Meslektaşlarımız bu kadar mobbing, baskı, insanca yaşayabileceği ücreti alamamasından kaynaklı tükenmişlikle kendisini sistemin dışına atıyor. Özel sektörde görece ücretler daha iyi ama çok ağır çalışma koşulları var. Hasta, 7/24 hekime ulaşabileceğini düşünüyor, her türlü iletişim aracığıyla hekime ulaşmada sınır tanımıyor. Böyle bir düzen var, ciro baskısı var hekimlerin üzerinde, ne kadar gelir getirirse, o kadar iyi ücret alabilecek. Ancak şu da var hastasına daha fazla zaman ayırabiliyor, maddi olarak da daha iyi koşullara sahip oluyor.
‘Yurtdışına gitmek isteyen doktor sayısı hızla artıyor’
Hem kamuda hem özel sektörde tablo zorlu olduğu için mi son dönemde yurtdışına giden hekim sayısı artıyor?
Nisan ayı itibariyle rekor kırdık; 214 başvuru -iyi hal belgesi- oldu. Ocakta 197, şubatta 157, martta 213 idi. Yılın ilk dört ayında başvuran sayısı 781’e ulaştı. Bazı ülkelere gidenler için bu belge gerekmeyebiliyor. Dolayısıyla bildiğimiz rakam, bu belge için başvuranlara dair. Yani sayı çok da fazla olabilir.
Onlarca hekimin Almanca dil kursuna gittiği söyleniyor?
Almanya’da görece daha kolay, dil barajı var sadece, öğrendiğinizde ciddi sorun yaşanmadığını biliyoruz, onların da hekim açığı var. Aslında Almanya’da da çok şahane durumda değil hekimler, neoliberal sistem her yerde. Ancak yaşam koşulları, daha iyi çalışma sürelerine sahipler sosyal devlet ilkesi çerçevesinde. Daha uygun bir çalışma rejimi var, özlük hakları elde edilmiş. Çalışma süreleri sınırlı. Biz 24 saat nöbet tutuyor, ardından çalışmayı sürdürüyoruz, neredeyse 36 saat oluyor. Orada nöbet 12 saatle sınırlı ve ödemesini de alıyorlar.
Daha çok hangi ülkeler tercih ediliyor?
İngiltere var ama koşullar daha farklı, çok ağır sınavları var. ABD, Kanada… Bakın hiç kolay değil memleketlerini, sevdiklerini bırakıp gitmek. Hiç kimse isteyerek doğduğu, yaşadığı topraklardan uzak kalmak istemez.
‘Giderlerse gitsinler’ tavrı bu kararı kolaylaştırıyor mu?
Mesleki itibarsızlaştırma çok önemli. İnsanca yaşayacakları ücret talepleri var hekimlerin. Emekli olduğumuzda yoksulluk sınırının altında ücret alıyoruz. Hekimlerin gerçekten tükenmesinin temel nedeni; hekimliği istedikleri gibi yapamamaları, özel, bağımsız hekimlikten uzaklaştırılmaları, değersiz hissettirilmeleri.
‘Asistanlar çözüm olmaz’
Bu tavır neden kaynaklanıyor sizce?
Ben bilgi eksikliği diye düşündüm. Danışmanlarını daha iyi seçmesi gerekiyor sanırım. Asistanlarla bu sistemi döndüremezsiniz. Zaten eğitim alıyor, kendi başına bir işlem yapmıyorlar. Tek başına işlem yapabilir duruma gelmeleri, uzmanlık eğitiminin sonuna geliyor. Sadece onları köle olarak görüp, ‘çalıştıralım’ anlayışının ötesinde, toplumun sağlık hakkını da yok sayan bir yaklaşım bu, onları da değersizleştiren. Nitelikli hekimlerin sağlık hizmeti sunmasını önemsemiyor.
Gidişat böyle sürerse beş yılda çok ciddi bir hekim açığı olacağı belirtiliyor, sizin öngörünüz nasıl?
Bu kadar hızlı bir gidiş, ciddi bir sorun. Örneği geçen yıl büyük tıp fakültelerimizden 3-4’ünün bir yıldaki mezun sayısı kadar hekim gitti yurtdışına. Yanı sıra kamudan uzaklaşma, kamuda hekim sıkıntısı yaratıyor. Harran Üniversitesi’nde bölüm kapatıldı yakın zamanda, böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bizim hak olarak gördüğümüz hizmeti alma olanağı kalmayacak yakında.
‘Evet siyaset yapıyoruz’

Mitingler, imza kampanyaları taleplerinizin gerçekleşmesine ne kadar katkı sunuyor?
Zaman zaman “TTB siyaset yapıyor” suçlaması oluyor. Tabi ki TTB siyaset yapacak, sağlığın siyasetini yapacak, oluşturduğu politikaları kamu otoritelerine sunacak. Onları denetleme, dengeleme faaliyeti yürütecek. Hayatlarımız hakkında söz sahibi olma iradesi, siyaset yapmak demektir. “Ben apolitik olarak mücadele yürüteceğim”, gerçekçiliği olmayan bir yaklaşım.
Belli hedeflere ulaşmak için belli adımlar var; birincisi toplumsallaştırmak ve araçlar kullanmak, basın açıklamaları gibi. Görünür olmak amacıyla yürüyüşler, toplantılar, forumlar, kolektif aklı oluşturacak araçlar kullanıyoruz. Miting de bunlardan biri. Bunların her biri demokratik ortamda doğal olan hak öznesi olarak önümüze ödev olarak konmuş eylemler. Bunların hepsini kullanıyoruz.
Zaman zaman engellerle karşılaştığınız da oluyor, 29 Mayıs mitingi için başvurunuza da epey geç yanıt aldınız…
Mitingin için 29 Nisan’da izin talebimizi Ankara valiliğine teslim ettik. Sağlıktan sorumlu vali yardımcısıyla ancak 24 Mayıs’ta görüşebildik. Bu, kamu otoritesinin bir ayıbıdır; biz bir kamu kurumuyuz, kamu otoritesi bizimle görüşmekten imtina ediyor. Sağlıktan sorumlu vali yardımcısı, “Konudan haberdar değilim” diyor, sorumlu olduğu söyleyen vali yardımcısı “Yoğunum” diyor, bu çok yakışıksız bir tutum. Onlar bizim görevlilerimiz, iktidarın değil, bunu hatırlamaları gerekiyor. Topluma karşı sorumlular. Topluma karşı görevlerini yerine getirmeyerek de suç işliyorlar aslında.
TÜİK 2020 ölüm verilerini hala açıklamadı!
Sağlık Bakanlığı ‘Beyaz Kod verilerini niçin sizlerle paylaşmıyor?
Bu iktidarın iktidar etme anlayışı, bilgiyi elinde tutarak kamuyla paylaşmaması üzerine kurulu. Algıya dönük çalışma yapıyorlar. Pandemide de benzer durumla karşılaştık; salgını önleme yerine, algıyı yönetmeye çalıştılar. Bilgiyi elinde tutma davranışı çok yaygın.
Bakın TÜİK 2020 ölüm verilerini açıklamadı hala. Açıklamayınca ölümler olmadı mı varsayacağız. Kaldı ki belediye verilerinden ulaşabiliyoruz. Gizlediklerinde sadece kendilerine olan güveni sarsıyorlar ama bu konuda ısrarcılar, etkiledikleri bir kesim olduğunu düşünüyorlar. Oysa Türkiye hepimizin, sadece AK Parti’ye oy verenlerin değil. Kaldı ki onlara oy verenler bile artık bu iktidara güvenmiyorlar.
Artık cerrahi tercih edilmiyor
TUS’ta kadro sayısı artırılmasına rağmen cerrahi kadroların boş kalmasının nedeni nedir?
Cerrahi branşlardaki eğitim ve çalışma koşulları çok daha zorlu, yıpratıcı. Karşılığında da şunu görüyoruz, sağlıkta şiddetin en yoğun olduğu bölümlerden birisi, cerrahi bölümler. Bir de şiddete maruz kalıyorlar. Bir başka yanı da sağlık hizmetlerinden kaynaklanan zararlar var, bu hekimin uygulamasından kaynaklanmıyor ama sistem kendisini dışarıda bırakıp, hekimin omuzuna yıkıyor, cerrahi alanda bu çok daha yüksek. Bir de tabi ki cerrahi riskli alan. Topluma bunu anlatabilmek kolay değil, beklenen riskler olmasına rağmen, olumsuz durumlarda hekim sorumlu tutuluyor ve öfke hekime yansıyor. Hekim neden çalışsın o zaman, bu alanları seçmiyorlar.
Eğitim kalitesinin düştüğünü de belirtiyorsunuz…
Bir alandaki uzman sayısının ne olduğunu tespit kurumlar var ama bunlar yokmuş gibi tıpta uzmanlık için kontenjan açılıyor, inanılmaz bir sayı. Gerçekten bu kadar uzmana ihtiyacımız var mı sahada, bu değerlendirmeden yapılmış bir kontenjan ilanı var önümüzde. Bunun ötesinde bu kadar uzmanı yetiştirebilecek miyiz? Eğitimci var mı, uygulama alanımız var mı? Bunları hesaplamak gerekiyor ki nitelikli eğitim verelim. Tıp fakülteleri kontenjanlarını sınırlandırmaya çalışır -nitelikli eğitim için- ama hep arttırmaları için zorlanırlar. Ayrıca biliyoruz özellikle Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde adrese teslim öğretim üyesi kadroları ilan ediliyor. Bunların niteliğiyle ilgili de çok ciddi sorunlar var. Doçentlik, profesörlük kriterleri sürekli değişiyor. Sınavsız doçent nasıl olabilir? Edinilmesi, ölçülmesi gereken kriterler olması gerekirken, biz sınavları da kaldırdık.
Kontenjan artırımının nedeni nedir?
Emeği ucuzlatmak; ne kadar çok insan sahaya sürerseniz, emeği o kadar ucuzlatmış olacaksınız. Bu durumu bütün çalışma alanlarında görüyoruz. Bir sınıfsal bilince ihtiyacımız var bu anlamda. Biz de aslında işçi, emekçi sınıfına dahiliz, ucuz iş gücü oluşturulmasına karşı durmamız gerekiyor. Nitelik düşüreceği için toplumu da ilgilendiriyor bu durum.
Eko sistem tahrip edildiği için hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar artıyor
Giderek yayılan Maymun Çiçeği, ikinci pandemi olarak görülüyor. Türkiye mevcut sağlık yapısıyla ikinci bir pandemiye hazır mı?
Birinci pandemiyi bitirmedik ki daha. Sağlık Bakanlığı bitirmişiz gibi davranarak ciddi bir hata yapıyor. Uygun şekilde mücadele edilmediği için toplum yoruldu. Ancak sonbahar geldiğinde ne olacak bilmiyoruz; yeni varyantlar var, bu varyantların daha bulaşıcı olduğu belirtiliyor, bazı ülkelerde vaka artışları var. Aslında önce bunu konuşmak lazım. Sağlık Bakanlığı’nın sorumsuzluğu hepimize zarar veriyor. Bu hastalık görüldüğünde de önce hiç açıklama yapmadılar, ne zaman biz açıkladık, sonra ‘pandemi olmaz’ açıklaması geldi. Bunu bilmiyoruz. Hastalık, çiçek hastalığı ailesinden gelen virüs tarafından ortaya çıkıyor. Afrika ile sınırlıydı ama orada da arttı vakalar. Bu durum pandeminin başından beri söylediğimiz hakikati doğruladı; canlıların yaşam alanlarına müdahale ediyor, eko sistemi tahrip ediyoruz, bu da pek çok hastalığın hayvandan insana geçişini artırıyor. Burada da böyle bir durum var, yağmur ormanlarındaki kemirgenlerden kaynaklanıyor hastalık. Ne işi var insanların orada? Bunu sorgulamak gerekiyor. İnanılmaz bir toplumsal hareketlilik var dünyada, bu da hastalığın başka ülkelere yayılmasına yol açıyor. Çiçek hastalığından daha az bulaşıcı, yakın temasla, vücut sıvılarının teması ile geçiyor. Hastalara bakım vereneler, test yapanlar risk altında, öncelikli olarak onların aşılanması gerekiyor.
Gerçekçi olmak gerekiyor; “Hastalık Türkiye’de yok” demekle olmuyor. Sınır geçişlerinde testler yapılmalı, vatandaşlar bilgilendirilmeli. Hastalığın Türkiye’ye gelmemesi mümkün değil, ancak önlem alırsanız yayılması engellenir, pandeminin önüne geçilir. Ama diğerinde önleyici mekanizma geliştirmedikleri için şimdi de geliştirecek gibi durmuyorlar.
Biz hastalığın belirtilerini web sitemizde paylaştık, diğer döküntülü hastalıklardan en ayırt edici özelliği lenf bezlerinde şişme olması. Yüz, avuç içi, ayak tabanlarında döküntüler oluyor. Böyle bir durum olursa mutlaka test yaptırılmalı. Hastalara bakım verenler de çok özenli olmalı, yakın temasta eldiven, maske kullanmak gerekiyor. Ve bir de Türkiye’de aşı var mı -maymun çiçeği virüsü aşısı- Sağlık Bakanlığı bu sorunun yanıtını da vermeli.
TTB’nin mitinglerinde dile getirdiği, öncelikle hayata geçirilmesini istediği 10 Acil Talep:
1. Sağlık sisteminin temelini koruyucu sağlık hizmetleri oluşturmalıdır
2. Beş dakikada sağlık olmaz
3. Şehir-şirket hastaneleri politikasından vazgeçilmeli
4. Sağlığa ayrılan bütçe artırılmalı
5. Etkili bir sağlıkta şiddet yasası çıkarılmalı
6. Covid-19 meslek hastalığı sayılmalı
7. Sağlık sisteminin eksikliklerinin sorumluluğu sağlık çalışanlarına yıkılmamalı
8. Hekimler üzerindeki baskılara son verilmeli
9. Tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminde nitelik öncelikli olmalı
10. Hekimlerin örgütlenmesi ve haklarını savunmasının önündeki engeller kalkmalı.