MURAT SEVİNÇ
Uzun süredir bir yazıya başlık bulmakta bu kadar zorlanmamıştım. Kırıp dökmeden, haksızlık etmeden ne demek gerekir, Özgür Özel’in önceki günkü Meclis konuşmasını nasıl adlandırmalı…
Daha önce, Diken’de Özgür Özel’in ‘yordamı’ üzerine yazmış, bir şeyler denediğini, o bir şeylerin başarı ya da başarısızlıkla sonuçlanabileceğini, ikisinin de ihtimal dahilinde olduğunu ve kuşkusuz, başarıya ulaşmasını yürekten dilediğimi söylemiştim. Özel ya da CHP muhalefeti, çok yazmak istediğim bir konu değil doğrusu, sonuçta, ‘eski vekillerin yeni yönetimi ve yönetme üslubu’na tanık oluyoruz ve bazen bekleyip görmek kötü bir tercih olmayabilir. Buna mukabil, şu anda üç seçmenden birinin oyunu alan, üstelik iktidar olma iddiasındaki bir partinin yapıp ettiklerine aldırmamak mümkün olmadığı gibi, ‘yapıp ettiği’ her ne varsa yaşamımızın her ânını etkilediğini görmezden gelmek de olanaksız.
TBMM önceki gün özel bir gündemle toplandı. Gezi hükümlülerinden, milletvekili, sevgili Can Atalay için. Ona olmadık ifadelerle hakaret ettiklerini düşünen ahalinin toplamından nitelikli, toplumcu bir avukat ve çok iyi bir insandır Can. Neden içeride olduğunu (olduklarını) herkes biliyor, artık hukuksal açıklama çabalarına gerek yok.
AYM bir karar verdi, Yargıtay’ın ilgili dairesi mealen “AYM kararını takmıyorum” dedi, sürecin sonunda ‘yok hükmündeki’ karar TBMM’de okunarak milletvekilliği düşürüldü; son olarak AYM şubat ayında verdiği kararını (nedense, aylar sonra!) 1 Ağustos’ta yayınladı. AYM’ye göre milletvekilliği ‘yok hükmündeki’ bir karar ‘okunarak’ kaldırılmıştı. Dolayısıyla, vekilliği aslında hiç kalkmamış Atalay’la ilgili AYM kararının TBMM’de okunması (yalnızca bilgilendirme amaçlı) yeterli olacaktı (Okunmamış olsa da yine AYM kararı uyarınca şu anda Atalay’ın milletvekilliğinin sürdüğünün kabulü gerekir).
Hal böyleyken muhalefet TBMM’ye toplanma çağrısı yaptı, meclis toplandı, oturumlar vs… ve ortalık karıştı. Neden karıştı? Ahmet Şık, haklı argümanlarla (ortada AYM kararı var, daha ne olsun!) ve üslupça sert bir konuşma yaptı. Ahmet Şık konuşmasını yaparken, ‘Kızılderililer’ üzerine değerli bilimsel bir çalışması da bulunan, ait olduğu camianın dikkate değer düşünce insanlarından, eski defans oyuncusu yeni milletvekili bir kişinin saldırısına uğradı. Sonrası malum.
Sert konuşmanın yanıtı, sert yanıttır, ister kürsüden, ister koltuktan. Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ilk fıkrasındaki ‘kürsü dokunulmazlığı’ da bu yüzden vardır. Kişileri değil, bir ‘kurum’ olarak parlamentonun söz özgürlüğünü korumak, ‘kırılan kolun yen içinde kalması’ için. Sert bir konuşmanın karşılığı kürsüdeki vekile fiziki saldırı değildir. Bu iki eylemi eşitleyip, durumu, “Vekiller kavga etti‘ şeklinde algılamak ve aktarmak, gerçeğin çarpıtılması anlamına gelir. Hafif tabirle, ayıptır. Hafif tabirle. Üstelik, o sert sözcüklerin, sırtını devlet gücüne yaslayanlarca mütemadiyen hakarete uğrayan iflahı kesilmiş yurttaş kesimlerinin tepkisi niteliğinde olduğu da göz önünde bulundurulmalı.
Saldırıdan sonraki oturumda, TBMM başkanı oturuma başkanlık etmiş ve Özgür Özel ‘yerinden’ yaklaşık beş dakikalık bir konuşma yapmış. Filistin devlet başkanının konuştuğu gün TBMM’ye neden gelemediğinden, rahatsızlığından, rahatsızlığı nedeniyle arayanların nezaketinden söz ettikten sonra, sözü, önceki oturumda yaşanan ‘vahim olaylar’a getirmiş ve ‘çok utandığını’ ifade etmiş. Açıkça Ahmet Şık’ın konuşma üslubuyla malum AKP’li vekilin saldırısını eş tutarak verilen kınama cezasından duyduğu memnuniyeti ifade etmiş.
Konuşmayı iki kez dinledim ve evet, bunları söyleyip oturumu yöneten başkana teşekkür ediyor.
Atalay için herhangi bir şey yapılmayacağı, birkaç gün önce adalet bakanı tarafından dile getirilmişti. Bu bakımdan bir sürpriz yok.
Defalarca yazdığımı bir kez daha yinelemek isterim: Türkiye, hâlihazırda ‘hukuksal’ anlamda bir anayasaya sahip değil. AYM dahil tüm kurumlar, var-mış gibi yapabilir, bu, o kurumların sorunu. 2017 sonrası uygulanan sistemin nitelikleri nedeniyle, seçimde TBMM’de çoğunluğu sağlayamayan muhalefet vekillerinin oradaki varlığının hiçbir önemi yok. Daha açık yazmak gerekiyor belki de: Sistemin işleyişi ve karar alma yollarına etkileri açısından, ‘sıfır’ değerindeler. Bu, iyilik, kötülük meselesi değil, gerçek, somut durumdan söz ediyorum. Peki, neden hâlâ oradalar, neden başkaca bir yol yordam düşünmüyorlar, neden ‘varlıklarının’ işe yaramadığı bir yerde ‘yokluklarıyla’ etki yaratmayı denemiyorlar… Yanıtları bildiğimi tahmin ediyorum, ama çok sıkıldım artık, onlara sormak gerekir.
Özgür Özel ‘talihsiz’ bir konuşma yaptı. Dinlerken, çok rahatsız oldum.
Kabul, bir şeyler deniyor.
Kabul, çevresindekiler ve anketçileri, “Doğru yoldasınız sayın genel başkan, oylarımız artıyor” diyor. Kabul, geleceği temsil eden her siyasetçinin çevresinde bir iltifat halesi olur (ve sonunda onlar yoldan çıkarır!).
Kabul, CHP seçmen kitlesini cepte görüyor ve kesinlikle haksız değil.
Kabul, her şeye rağmen CHP’yi ‘demokrasiye yönelim’ bakımından çoğu muhalefet partisinden ayırmakta yarar var.
Hepsi kabul olmasına kabul de bu kabullerin hiçbiri, o konuşmayı dinlediğimde “Bu kadar mı ayrı dünyaların insanlarıyız gerçekten, nerede yaşıyor bu insanlar?” sorusunu sormamı engellemiyor.
Vahim bulduğum bir diğer konu ise Özel’in ‘genel’ üslubundaki, ‘Merak etmeyin, gelecekte kimseye hesap sorulacağı filan yok, biz iktidar olursak kimse yargılanmayacak, yapanın yanına kâr kalacak; endişeniz olmasın, bizler müesses nizamın teminatıyız’ tonu.
Belki bir kez daha hatırlatmalı: Beyler bayanlar, hukuksal anlamda bir anayasanız yok.