
MURAT SEVİNÇ
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yarın kamera karşısına geçip, “Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştik, herhalde seçimi kaybedeceğiz” dese, “Müthiş bir taktik, büyük oyun kurucu, kesin fark atacak” diyecek bir muhalif kesim var memlekette. Bu yazıyı kaleme alırken Ruşen Çakır’ın “Erdoğan’ın ‘çok rahat’ olduğu doğru mu?” başlıklı yayınını dinledim. Çakır’ın, aynı konu ve doğrultuda bir yayın yaptığını görünce sevindim. Çünkü zaman zaman, olup biten her şeyi yanlış gözlemlediğim ve dileklerimi gerçek sanma yanılgısına kapıldığımı düşünüyorum ve o anlarda yorumlarına değer verdiğim birilerinden benzer cümleler işitmek iyi geliyor.
İktidarın, bitip tükenmez bir güç ve taktik yeteneğe sahip olduğu vehminin, belli muhalif kesimlerde bir tür inanca dönüştüğünü gözlemlemek mümkün. İlk kez bu denli döküldüğü bir devir yaşıyor iktidar bloku, buna karşın o cenaha bakıp hâlâ zekice siyasi manevralar, rahatlık ve özgüven görenler, daha doğrusu ‘arayanlar’ var. Görmekten çok, görmeyi istiyor gibiler. Bir-iki olası gerekçe üzerinde düşünebiliriz.
AKP-Erdoğan’ın bugüne dek çok sayıda seçim kazanmış olması ve muhalif seçmenin sonu gelmez hayal kırıklıkları bunun en somut nedeni muhtemelen. Şu aralar üniversiteyi bitirmek üzere olan gençler bir başka iktidar partisi görmedi. Doğru olmasına doğru da, bu seçim başarılarına bakıp mucizevi nitelikler keşfetmek de mümkün, her bir seçimi kazanmalarını sağlayan gerekçe ve koşulları serinkanlılıkla ele alıp günümüzle bir karşılaştırma yapmak da. Seçimleri mucizeler ya da deha gerektiren taktikler sayesinde kazanmadı iktidar partisi. Genel ve yerel seçimler öncesinde, aklı başında herkes seçimin sonucunu az çok tahmin edebiliyordu ve o sonuçların gözle görülür gerekçeleri vardı. Her şey herkesin tanıklığında gerçekleşti.
Geçmişte yaşananların altında insanın aklını fazlaca zorlayan planlar aramadan düşünmeye çalışmanın önemli bir yararı, şimdiki zamanın sağlıklı biçimde değerlendirilip anlaşılması olabilir.
Kaygıya neden olan bir diğer etmen, yıllardır tanık olunan pervasızlık ve hukuk tanımazlık olmalı. Kaygı duyanlar haksız sayılmaz kuşkusuz, ancak pervasızlık adı verilen davranış şekli de ‘uygun koşul’ arar kendine. Eliniz güçlüyken yeltenebileceğiniz ile güçten düşmüşken hayalini kuracağınız aynı olur mu? Ya da alınacak sonuç, her durumda benzer midir? ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ aşağılaması dahi elverişli konjonktür ve pes etmeye teşne bir muhalif kamuoyu gerektiriyor.
‘Ne yapar eder’ varsayımını bir saplantı haline getirmek kaçınılmaz biçimde komplo teorisyenliğine kapı aralıyor. Birkaç gün önce bir arkadaşım, tanımadığım bir diğer arkadaşının, son ittifak krizi üzerine çözümlemesini aktardı ve böyle düşünme eğiliminde başkaları olduğunu da tahmin etmek güç değil. Buna göre, Akşener’in masayı terk edişi Millet İttifakı’nın bir planıydı ve sonunda başarılı oldu! Gerçeklikle ve görünenle hiçbir biçimde meşgul olmayan bir düşünme şekli. Sonu iyi bittiyse, yaşanalar o iyiyi elde etmeye yönelik bir planın parçası olmalı!
2007 yılında bir meslektaşım uzun uzun ve azimle, bana yüzde 47 oyun nasıl sistem hileleriyle elde edildiğini anlatmaya, ikna etmeye çalışmış, ciddiye almayınca epey sinirlenmişti. Oysa, seçimden birkaç gün önce rahmetli Tarhan Erdem bu oy oranını açıklamıştı ve gelişmeleri kabullenmek istemeyenlerce ağır biçimde eleştirilmişti. Tarhan beye ‘erdemli tarhana‘ diyen münasebetsizler olmuştu. Oysa o durumda iki seçeneğiniz var; ya AKP’ye yönelik saçma sapan hukuk hokkabazlıklarının ve TSK muhtırasının nelere yol açtığını görür ve ders çıkarırsınız ya da ‘bilgisayarlarla oynadılar‘ der ve bu masala inanmış gibi yaparsınız. Yeri gelmişken, 2007’de TSK’nın e-muhtırasına kafa tutan bir özgüven vardı iktidarda, güçten değil, özgüvenden söz ediyorum.
‘Ne yapar ederler‘ saplantısının bir başka gerekçesi de, “Ben demiştim” diyebilecek olmanın tadı gibi geliyor bana. Bu bambaşka bir araz. Eğer cumhurbaşkanı seçimi üzerine konuşuyorsak, seçim berabere bitmeyeceğine göre iki isimden biri kazanacak. Dolayısıyla her tahmin en kötü ihtimalle yüzde 50 yanılgı payı taşıyor. Kuşkusuz bazı gelişmeleri tahmin edebilmiş olmanın tahmin eden bakımından mutluluk verici bir yanı olabilir, buradaki mesele ‘öngörebilmeyi’ saplantı haline getirmek. Bir varsayımı fikrisabite dönüştürmenin düşünme eylemine nasıl ket vurduğu malum.
Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun adaylığından pek memnun olmadığını tahmin ediyorum. Muhtemelen İmamoğlu’nu hiç istemezdi, bu doğru, ancak herhâlde kaybetmeyi isteyeceği son isimdir Kılıçdaroğlu. Yıllardır her fırsatta aşağıladığı Kılıçdaroğlu.
Öyle bir 20 yıl yaşadı ki ahali, herkesin, her durumda ve her şeyin altında bir çapanoğlu aramasında yadırganacak bir taraf yok aslına bakılırsa. Üstelik ABD ve Brezilya’da seçim sonrasında yaşananların hafızalardaki yeri çok taze. Anlamakta zorlandığım, gerekçesiz varsayımların belli başlı sloganlarla sarsılmaz bir inanca dönüştürülmesi. Örneğin biri çıkıp, “Fark az olursa tüm ülkede, her il ve ilçede seçime itiraz ederler” dese, üzerine tartışılabilir, çünkü İstanbul seçiminin üzerinden fazla zaman geçmedi, onu yapan bunu da yapar diye düşünülebilir ki, o seçim yılında dahi bugünkünden çok daha güçlüydü iktidar. Ya da, ‘Rusya bir yana Batı da hâlâ Erdoğan’ı istiyor‘ anlamlı bir argüman. Buna mukabil, her söze ‘ne yapar ederler’le başlamak, konuşmanın ve makulün köküne kibrit suyu döküyor.
Peki, ne yapar ve ne ederler, o zaman?
Muhalefet henüz seçim kazanmış değil. Demirel’in söylediği gibi, bir gün dahi çok uzun süre böyle zamanlarda. Haliyle, iktidar henüz kaybetmedi ve elbette kaybetmemek için çaba harcayacak. Mesele, o ‘her şey’in içini doldurabilmek ve bunu falcılığa meyletmeden yapmak. Öngörülemez eylemleri, henüz yaşanmamışken bir karabasana dönüştürmenin kimseye yararı yok. Soğukkanlılıkla bakınca yıllar öncesinin AKP’sini mi görüyoruz? AKP çok rahat olsa şimdiki gibi ittifakların peşine düşer miydi? On yıl önce yolda görse selam vermeyeceği partilerin kapısına gider miydi? Mehmet Şimşek neden öneriyi kabul etmedi? Necmettin Erbakan’ın oğlu dahi neden ittifaka girmedi? İYİP tekme attığı masaya neden iki gün sonra döndü? Bunlar iktidar bakımından ‘güç’ ve ‘rahatlık’ sözcüklerini mi çağrıştırıyor size? Şu ara büründükleri ‘sessizliği’ dahi ‘derin bir planın yansıması‘ olarak görenler var; belki moralleri bozuktur, olamaz mı?
Yazıyı, başlıktaki varsayımı tersine çevirerek bitirmek istiyorum. Muhalefet ‘ne yapıp edip kaybetmeyi’ amaçlamazsa, önümüzdeki seçimleri kazanma ihtimali yüksek. Olur da ‘ne yapar ederler‘ faslı gerçekleşirse, onu da o zaman düşünürüz.
Yazı önerileri
Soli Özel, daha önce Kılıçdaroğlu’nun adaylığına neden karşı olduğunu açıklayan bir yazı kaleme almıştı. ‘Seçime doğru’ başlıklı son yazısında, ‘şimdi’ neden destekleyeceğini yazdı. Yazının bir önemi de, bir siyasetçinin adaylığı hakkındaki kanaat değişikliğinin, tutarsızlığa savrulmadan ve olup biteni kişiselleştirmeden nasıl temellendirilebileceğini sergiliyor oluşu. Yazıda, İnönü’nün 1950’deki iktidar değişikliği esnasındaki tutumuna dair satırları özellikle hatırda tutmanızı tavsiye ederim.
Yunus Emre Erdölen, Fransa’daki gelişmeleri çok güzel anlatmış.
Aydın Selcen’in, muhalefet kazanırsa yaşanması muhtemel sorunlara dair, haklı endişeler içeren yazısı.
Not: Erdoğan’ın aday olup olamayacağı konusu -ki erken seçim kararını TBMM almadığı için aday olamaz- tarihimizin en acıklı anayasa tartışmalarından biri olarak anılacak muhtemelen.