Demek mesele, sadece barış sürecini başlatmak değil, bunu kazasız belasız başarıya ulaştırmak. İşte o noktada hükümetin sorumluluğu ortaya çıkıyor. Kimse suçu, HDP’nin, PKK’nın ya da KCK’nın üstüne atarak işin içinden sıyrılamaz. Zira huzur ve güveni sağlamak KCK ya da PKK’nın değil hükümetin meselesi. Tayyip Erdoğan’ın anlamadığı da bu. Amaç doğru olabilir, yöntem yanlıştır ya da PKK’nın nihai hedefi, uluslararası konjonktürden yararlanarak bir devlet kurmaktır. Öcalan, KCK’yı, şehirdeki ayaklanmaları tertip etmek ve gerektiğinde hükümeti istediği çizgiye çekmek için oluşturmadı mı? Son birkaç gün, gelişmeler, bu silahın nasıl maharetle kullanıldığını bize gösterdi. Bir anda kendimizi anarşik bir ortam içinde bulduk.
Doğru bir yola girseniz dahi, kavşakta hangi istikamete yöneleceğiniz önemli. Sembol değere sahip bir Kobanê imtihandı. Orada umutlar birikmişti; ortak bir kader çizilirken, Türkiye’den Kürtler’in beklentileri vardı. Bu yüzden hayal kırıklıkları yaşandı.
Muhatap aldığınız PKK’yı IŞİD ile aynı kefeye koydunuz. Olmadı… Beklentileri boşa çıkardınız; Kobanê’ye yardım için Esed şartını sürdünüz. Bu da olmadı… Hatta bir milletvekili, (alelade bir milletvekili değil; Erdoğan döneminde Başbakan yardımcılığı makamında oturan kişi; Emrullah İşler) IŞİD ile PKK’yı mukayese ederek, “Kafası taşla ezilerek öldürülen gencin suçu neydi? Bunu yapanların eline IŞİD su dökemez. IŞİD öldürüyor ama bari işkence yapmıyor” bile dedi. AK Parti içinde “IŞİD bin kişi öldürdü; Esed 300 bin kişi” diyerek, elmalarla armutları kıyas etmeye devam edenler de var.