Cumhuriyet kavram olunca iyi, hoş, güzel de… İçi boşaltılınca bir işe yaramıyor haliyle… Peki, biz cumhuriyeti nasıl kurduk? İçini devrimlerle doldurduk! Bundan 95 yıl önce yaklaşık 13 milyon kişiyle fabrika demeye bin şahit isteyen sadece 4 tekstil atölyesiyle işe soyunduk. Çiftçiyi başımızın üstüne koyduk.
“Yapısal reformlar, yapısal reformlar, neymiş bu yapısal reformlar?” demedik. Bir bir devrimler gerçekleştirdik. “Ordumuzun kazandığı zaferler ne kadar büyük olursa olsun, bunlar ekonomik zaferlerle tamamlanmadıkça eksik kalırlar” diyen bir deha tarafından yönetildik. Osmanlı’dan kalan borçları bile ödedik, bitirdik
Demokrasiyi geliştirdik. Azınlığın yerine çoğunluğu koymayı değil, kimsenin kimseden önemsiz ve kimsenin kimseye üstün olamadığı bir ortamı yeşerttik. Doğrunun ölçüsü çoğunluk olamaz, demokrasi ikna ve eleştiri dilidir dedik. Demokrasi araç değil amaç olarak diye bildik.
Sonradan araç olarak da kullanıldığını, laikliğin yanlış anlatıldığını, hukukun yeniden tanımlandığını, hak ve hürriyetlerin yok sayıldığını, atı alanın Üsküdar’ı geçebileceğini öğrendik. Demem o ki; Cumhuriyet demekle olmuyor. Sahip çıkamazsan ülkeye, en güzel örnek Kuzey Kore… Açtığı yolda yürümezseniz, Osmanlı saltanatı hayaliyle yaşarsanız, bugünkü ekonomik krizi öpüp başınıza koyarsınız!