Ve burada, o Başbakan, karşılaştığı bu yeni durumu 2002’den beri kendisine karşı kurulan tuzaklardan ayırdetme ferasetini gösteremiyor. Burada TOMA değil de konuşup anlaşma politikası uygulasa bugün Türkiye çok farklı bir yerde olurdu. Bu olay, ayrıca, Başbakan Erdoğan’a da demokrat olma imkânı verirdi. Ama, herhalde, öyle olma fikrine de fazla muhabbet beslemiyordu –besleyemeyeceği belli.
Gezi’den sonra, krizimiz gene eksik değil; ama bunlar “AKP mamulâtı” krizler. Darbe yapıp da AKP’yi devirme hırsına kapılmış adamlar ellerinde ayakkabı kutularıyla koşuşup onları falancanın evine yığmıyorlardı. Bilâl Erdoğan’dan habersiz eve para götürüp yığmıyorlardı. İktidardaki zevattı bunları yapan; yalnız, bunların yapıldığından birilerinin de haberi olmuştu. Bu, hesapta olmayan etkendi.
… Neyse, dediğim gibi, şimdiki krizlerimiz “AKP mamulâtı”. Onun için, “kriz yönetmeyi öğrenme”den önce, “kriz çıkarmama”yı öğrenmeleri gerekiyor. “Kriz”, adı üstünde, normal gidişten bir sapma. Sonuçta, birçok etkenin normal yöntemlerle denetlenememesi durumu. Bir “kriz” varsa, giderilmesinin birinci koşulu ne olduğunu anlamak, tarafları dinlemek, kendi savunduğun noktada esnemeyi, esnek durmayı becermektir. Bir yerde kriz varsa, oranın yöneticisinin, şöyle ya da böyle, o krizde payı olmaması düşünülemez. “Bir tek ben haklıyım. Benden başka herkes haksız” diyerek kriz çözülmez –ancak kriz büyütülür.
Ancak birkaç ay öncesine kadar Başbakan, şimdi Cumhurbaşkanı (“ne” olduğu davranışını etkilemiyor) Tayyip Erdoğan inatlarıyla, öfkeleriyle zaten kendisi bir “kriz” halinde. İçişleri Bakanı “misliyle” diye konuşuyorsa, bu korkutucu zihniyetin kaynağı Erdoğan’ın siyaset ve yönetim anlayışı.