Ama, evet, bu bir üslûp. Terslenerek konuşmak, işin değişmez yanı. Aynı seslerle yapılan kelimeler, “sert” ve “ters”. Erdoğan herhalde bu seslerden hoşlanıyor; kelimesi olmayan “tres”, “ster” falan olsa, onları da kullanırdı. “Rest”i ise sürekli kullanıyor –ve kazanıyor, şimdilik.
“Hayır, böyle bir şey sözkonusu değil” demek, bunun ardında yatan siyasî üslûp; “Villa mı verecektik?” demek ve bunun ardında yatan siyasî kültür…
Tayyip Erdoğan bu ikinci “kültür”ü topluma yaymak için elinden geleni yaptı. “Yaymak” diyorum. Bu zaten bir şekilde vardı. Bunu olduğu, yarı gizli durduğu yerden çıkarıp yaygınlaştırmak için elinden geleni yaptı. Bu üslûptan bir şüphesi olanlara, o şüpheyi gidermek için elinden geleni yaptı. “Utanma, sıkılma,” dedi, “gel ortaya, bağır, çağır!”
Bunu bir tek o mu yaptı? Hayır, bunu iddia etmek haksızlık olur. 2002’den sonra Kemalist cephenin seçtiği siyasetin şirretliğini unutmak olmaz. Ama onlarla aynı silâhları kullanmakta Tayyip Erdoğan’ın hiçbir sakınca görmediği de açık. Ve şimdi, bu sinirliliği, bu kavgacılığı, topluma, tabii toplumun kendinden yana görünen kesimine şırıngalamakta hiçbir sınır tanımadığını görüyoruz.
Toplumlarda her zaman birtakım “modalar” görünür. Çok zaman bir “moda”nın ardında bir birey vardır: Birleşik Krallık uzun zaman kraliçesini taklit ettiği için o uzun süre “Victoria Çağı” diye anılır; Almanya’nın “Biedermeier” dönemine adını veren ise bir karikatür kahramanıydı. Erdoğan da bu üslûbuyla bir dönemi adlandırabilir; onun getirdiği bu üslûbun alıcısı, taklitçisi bol bu toplumda. “Sınırlı sorumlu” olmayıp “sinirli sorunlu” olabilen bu toplumda “villa mı verecektik?” tarzına rağbet çok.