MURAT SEVİNÇ
Bir helâlleşmedir gidiyor muhalefetin söyleminde. Birileri helâllik istiyor, birileri helâllik veriyor, birileri helâlleşmeyi ‘genel seçim‘ koşuluna bağlıyor!
Muhalefet bunu durup dururken başlatmadı tabii; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, esnaftan helâllik isteyen sözlerinin ardından önce sosyal medyada Helâl etmiyoruz‘ kampanyası başladı, ardından başta CHP olmak üzere muhalefet partileri helâlliğin sandıkta verileceğini dillendirir oldu. Bir kez, iki kez, üç kez… Duramadılar!
İki haftadır yazmak istediğim konunun başına bu sabah oturabildim ve verdiğim arada, Tanıl Bora’nın helâlleşme ‘kavramından‘ hareketle çok güzel bir yazı kaleme aldığını gördüm. Buraya bırakıyorum. Mesleki deformasyon nedeniyle olsa gerek ‘vekâlet‘ kavramını/kurumunu kullanarak Bora’nın yazısından da yararlanacağım.
Türkiye, anayasasının ikinci maddesinde ‘laik‘ yazmasına karşın laik/seküler bir ülke değil. Eh, teokrasi de değil, haliyle ikisi arasında bir yerlerde, bazen bir uca bazen diğer uca yaklaşıyor.
Son yıllarda bir yandan AKP siyaseti, diğer yandan AKP seçmeninin aklını çelmek için çabalayan muhalefetin marifetiyle dini terminoloji günlük yaşamın vazgeçilmezi oldu. Bu durum daha dindar bir toplum mu yaratıyor? Bana kalırsa hayır. Hatta aksi yönde etkileri çok belirgin.
Her toplum ve zaman diliminde, bir şeyin fazlasının insanları bıktırdığı gerçeği bir yana; hâlihazırdaki idare temsilcileri ve çevrelerindeki çıkarcı dalkavuk halesinin, herhangi bir inanca dönük sempatiye neden olması mümkün değil. Bu yüzden, siyasal İslamcıların memnuniyetle tanıklık ettiğim şu hallerinin ‘laikleşme/sekülerleşme‘ tarihine önemli katkı sunduğu kanısındayım.
Buna mukabil, söz konusu dinsel terminoloji kullanımı belli ki bir süre daha sürecek; çünkü ‘muhafazakâr‘ kesimin başka bir dil bilmediği, duysa da anlamayacağı, dindar insanlarla ve toplumun her kesimiyle kurulması gereken o zorunlu ‘bağ‘ın yalnızca tek bir yol ve üslupla kurulabileceği yönündeki ‘yanlış kanaat‘ muhalefeti esir almış durumda, yapacak bir şey yok. Hal böyleyken, örneğin ilk seçimde, dindar ‘olmasa‘ bile mutlaka dindar ‘görünen‘ birilerinin aday yapılacağına kuşku yok.
Şu satıra kadar yazdıklarım, anayasasında ‘laik‘ yazan bir ülkenin siyasetinde dini terminolojinin hiçbir biçimde yeri olmayacağı anlamına gelmez kuşkusuz. İkisi ayrı düzeyler. İnanç dediğimizde, ‘kültür‘ün çok temel bir öğesinden de söz ediyoruz.
Her ‘ilke/kurum‘ yaşama geçtiği toprağın havasından suyundan etkilenir doğal olarak. İnancın ‘terimleri‘ günlük yaşamda olduğuna göre, siyasette de olur, bundan sonra da olacak. Ezcümle, sırf safını belli etmek için ‘Işıklar içinde olsun‘ zorlamalarına da gerek yok, bana kalırsa, ‘Nur içinde yatsın… Rahmet eylesin‘ ne güzel işte…
Hukuk kuralları ve idari işlemlerin referansını herhangi bir inançtan alamayacağı ilkesi bir yanda, siyasetin toplumla kurduğu ‘bağ‘ın muhtelif dil ve araçları diğer yanda. Mesele, ölçü ve ilişki kurma arzusundaki samimiyette. Çünkü o ölçü tutturulamadığında, 1982 Anayasası’nı halka sempatik göstermek için yurt gezilerindeki konuşmalarında ayet ve hadislerden örnek veren Kenan Evren ile yolsuzluğa ‘israf‘ demek zorunda hisseden zihniyet arasındaki çizgi bulanıklaşıyor.
Daha önce de bir kaç kez yazdım; toplumlara nasıl davranacağını söyleyen yalnızca hukuk kuralları değildir. Her toprakta, ‘hukuk, din ve ahlak kuralları‘ bu işlevi birlikte görür, görmesi beklenir. Hukuk kurallarının diğer ikisinden temel farkı, arkasındaki ‘kamu otoritesi.’
Tarih boyunca ‘oluşmuş‘ ilkeler gereği, çoğu durumda hukukun ‘suç‘ ya da ‘kabahat‘ dediği bir fiil, dinin ve ahlak kurallarının alanında da kınanır. Her durumda değil, çoğu durumda. Örneğin hırsızlık, suçtur, günahtır ve ayıptır. Diyelim ‘yasa‘ya değer vermeyen biri, inandığı dinin hükmünce sınanacağını düşünür, inançsızsa bu kez toplumsal ahlaki normlar devreye girer, ‘ayıp‘tan çekinir. Buna ‘vicdan‘ da diyebiliriz. Herhangi bir dinin hükümlerinden çıkmak zorunda değil o vicdan.
Sözün özü, ‘Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz‘ gibi deyişler, boşuna yerleşip kabul görmüyor toplumsal yaşamda. İnanç bir ahlak öğütler, ancak inançtan/inançlardan bağımsız bir ahlak da yön verir insan davranışına. Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan ve hukuk kurallarını umursamayan insan, haliyle en tehlikeli olanı. Nicedir eksikliği hiç hissedilmiyor.
Siyasetçilerin, farklı kesimlerle diyalog kurarken dinsel/kültürel araçları kullanması (ölçü!) doğal ve anlaşılabilir diyelim. Peki son zamanlarda ‘helâlleşme‘yle kastedilen nedir ve kimin adına veriliyor o helâllik? Tanık olduğumuz ‘helâllik‘ söylemi, içinde asgari ‘adalet talebi‘ de barındırıyor mu örneğin?
Burada sözü Tanıl Bora’ya bırakayım: “Gündelik, popüler, ‘yaşayan’ dindarlıkta, helâl kavramı, ‘iyi-doğru-güzel’i ölçme tartma yükünü devretmeye, vicdanî sorumluluğu üzerinden atmaya yaramıyor mu, birçok durumda, kolayca, kendiliğinden? ‘Bir şey olmaz’ ruhsatı devşirerek veya ‘Sıkıntı yok’ ikrarı alarak, hakkaniyeti değil de cezasızlığı hesap etmenin vasıtasına dönüşmüyor mu? Popüler ‘seküler’ kullanımdaki ‘aferin, bravo, iyi yaptın!’ anlam, baskın hale gelmiş gibi görünmüyor mu? (Tribündeki ‘Helâl olsun size/ helâl olsun!’ tezahüratındaki gibi!) Helâlleşmede ‘Sıkıntı var’ yani. Sadece ‘uygulamadaki’ bir sorun mu? Yoksa, dinin ‘otomatikman’ ahlâk demek olmadığına, vicdan ve ahlâkın dinle ‘tüketilmeyeceğine’ dair bir ikaz mı? Her ne ise; helâl ruhsatı kollamak ve ‘Helâl et’ talepkârlığı çok durumda, tekrarlayayım, hakkaniyet yerine cezasızlığı kollayan bir toplumsal ethos’un belirtisi.”
Mesele bu değil mi, helâllik talepleri ‘cezasızlığa‘ heves etmiyor mu sizce de? Bu durumda, ‘sandıkta‘ helâlleşmekten söz edenler ne demiş oluyor? Hukuksal ve insani olarak, böyle kolay mı bu işler? Tanıdığım en dindar insanlar olan rahmetli anne ve babamdan, bir ömür ‘Kul hakkı ile gitmemeyi nasip etsin’ telkinini duyarak büyüdüm, muhalefet başka bir din mi keşfetti?
Okuyan var mıdır bilemiyorum ama, muhterem siyasetçiler;
Çok can yandı bu ülkede ve yanıyor. Çok kahır çekildi ve çekiliyor. Çok haksızlık yapıldı ve yapılıyor. İnanç, inançlı insanları ilgilendirir. Buna mukabil ülkenin anayasa ve yasaları, inançlı ve inançsız, herkesi. Aklı başında hiç kimsenin ‘intikam‘ gibi ilkel eylemler beklediği filan yok. Adalet istiyor insanlar. Adaletsizliğin bir bedeli olduğunu görmek istiyor. Dürüst yurttaşlığın bir ödülü olduğunu görmek istiyor. Âdil yargılama ve herkesin hak ettiğini bulmasını, görmek istiyor. Ne eksik ne fazla.
Anlıyoruz, anlıyorum, hak vermiyor ama anlayabiliyorum tercih ettiğiniz terminolojinin gerekçesini. Ancak milyonlarca yurttaştan biri olarak, size yalnızca ‘vekil‘ olmanız için yetki verdim o sandıkta, hepsi bu, aramızda başkaca bir vekâlet ilişkisi yok.
Bir gün iktidar olursanız, adil biçimde sorulmayan her hesap sizden de sorulacak, kuşkunuz olmasın.
Helâllik faslına gelince, benim hakkımı ele güne helâl etmekten vazgeçin artık.