
HÜRREM SÖNMEZ
Metin Lokumcu, Hopalı emekli bir öğretmendi. Bundan 10 yıl önce, 31 Mayıs 2011 günü Erdoğan’ın Hopa mitingi öncesi düzenlenen protesto eylemi sırasında polisin sıktığı ve biber gazıyla fenalaşarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Henüz 54 yaşındaydı.
Oğluna Ulaş ismini vermiş Metin Hoca, sebebini tahmin etmek zor değil elbette… Oğlu Ulaş anlatıyor; mitingin olduğu gün fatura yatırmaya gidecekmiş, yoldayken aramış “Başbakan geliyormuş, buralar karışır” deyince “Dikkat et” diye uyarmış babasını. “Merak etme oğlum bana bir şey olmaz” demiş Metin hoca.
Ama oldu ne yazık ki.
“İnsanları koşulsuz seven biriydi, beni de bu felsefeyle yetiştirdi. Cenazesinde her siyasi görüşten insan vardı” diyor oğlu Ulaş.
Fenalaşmadan kısa süre önce çekilen son görüntüsündü polisin önüne geçip ellerini arkasından bağlayarak, “Hadi al götür, kurtar memleketi” diyor öfkeyle.
“İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer” der ya şiirde, gerçek payı vardır. Karadeniz’in kimi insanı toprağına, suyuna benzer hakikaten. O dik yamaçları gibidir birden sertleşen tabiatı ve haksızlık karşısında Karadeniz’in fırtınası gibi aniden patlayan öfkesi. Hayatımda hiç görmediğim Metin hoca çok tanıdıktı bana o yüzden. Tıpkı onun ölümünden birkaç yıl sonra, yaylasında barikat kuran jandarmaya, “Devlet kimdir, devlet bizim sayemizde devlettir, halkız biz” diyen Havva ana gibi tanıdık.
Dereler kurudu, yaylalar betonla doldu ve Metin hoca biber gazı yüzünden öldü.
“Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi memleket.”*
Metin hocanın ölümünden hemen bir gün sonra dönemin başbakanı Erdoğan aynen şöyle dedi: “…bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durma gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş.”
Başbakanı olduğu ülkenin bir yurttaşı, yıllarca çocuk yetiştirmiş emekli bir öğretmen, polis şiddeti sonucunda ölmüştü ama başbakan Metin hocanın adını dahi anmadığı ‘üzerinde durma gereği duymadığı’ gibi, ölüm sebebini de karara bağlamıştı. Trabzon adli tıp kurumunun ön otopsi raporunda Lokumcu’nun ölümü ‘biber gazı ve heyecanın tetiklemesi sonucu gerçekleşen kalp krizine bağlı’ diye tanımlanmışken, kesin ölüm raporunda ise ‘vücudunda öldürücü düzeyde kimyasal madde saptanmadığı, ölümün kendisinde mevcut kalp ve akciğer hastalığı sonucu meydana geldiği’ öne sürülüyordu. ‘Doğal sebepler’le ölmüştü Metin Hoca!
Türk Tabipleri Birliği de bir rapor hazırladı. Dönemin TTB 2’nci saşkanı ve genel cerrahi uzmanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, adli tıp raporunun aksine Lokumcu’nun ölüme neden olacak düzeyde bir kalp ya da akciğer hastalığı bulunmadığını ve bir hastalıktan ötürü ölmediğini söyledi. İncelemelere göre Lokumcu’nun gerçek ölüm nedeni biber gazına maruz kalmasıydı.
Aradan geçen 10 yıl boyunca kimse yargılanmadı. Dönemin başbakanı hükmü vermişti zaten. Kendi kabahati, hatta muhtemelen öfkesi yüzünden ölmüştü Metin hoca. Ölmek suretiyle devletin polisini de zor duruma sokmuştu üstelik.
Ailenin avukatları vali, kaymakam, emniyet müdürü hakkında da şikayette bulundu ama takipsizlik ve soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararlar birbirini izledi. Aile ve avukatlarının gayretiyle nihayet 10 yıl sonra Metin hocanın ölümüne ilişkin kamu davası açılabildi.
Savcılık iddianamesinde şu ifadelere yer veriliyor. “Kullanılan gazın yoğunluğu nedeniyle kalp rahatsızlığı bulunan müteveffanın hayatını kaybettiği, müteveffanın ölümü ile gaza maruziyeti arasında nedensellik bağının kurulduğunun raporlarda belirtildiği, bu suretle şüphelilerin olay yerinde yoğun bir şekilde gaz kullanmaları ve gaz kullanma talimatı vermeleri nedeniyle müteveffanın ölümünden taksir düzeyinde sorumluluklarının olduğu düşünülmekle, delillerin takdiri ve değerlendirilmesi mahkemenize ait olmak üzere tüm soruşturma evrakı kapsamı incelendiğinde şüpheliler hakkında kamu davası açılması için gerekli olan yeterli şüphenin oluştuğu anlaşılmakla.”
Yeterli şüphenin oluşması on yıl sürerken, polis ‘destan yazma’ya devam etti. Metin hocadan iki yıl sonra Gezi protestoları sırasında ölenler, gözünü kaybedenler, sakat kalanlar, üç yıl sonra Kadıköy’deki kent eyleminde biber gazından fenalaştıktan sonra kaldırıldığı hastanede ölen 65 yaşındaki Elif Çermik eklendi ‘üzerinde durmaya gerek duyulmayanlar’a.
Bu arada İnsan Hakları Mahkemesi biber gazı kullanımını işkence ve kötü muamele kapsamında değerlendirerek Türkiye’yi mahkum ettiği kararlar verdi ama kimsenin kolay kolay hiçbir şeyden sorumlu tutulmadığı bu ‘istikrarlı cezasızlık’ ikliminde sadece biber gazıyla değil Kemal Kurkut gibi, Dilek Doğan gibi polis kurşunuyla da ölmeye devam etti yurttaşlar.
Evlat, ana, baba, kardeş acısıyla yüreği dağlananlar ise adalet için iğneyle kuyu kazmaya devam ediyor.
Metin hocanın ölümü soruşturulsaydı, Elif Çermik bugün yaşıyor olacaktı belki, Berkin Elvan genç bir delikanlı olacaktı…
Ölülerimizin ölüm nedenini dahi kendi arzusuna göre tayin eden, yargıya “Kalp hastasıymış”, “İntihar etmiş”, “Kazaymış, kadermiş” dedirtenleri tanıyoruz.
Hopa’ya komşu Eynesil’de Rabia Naz’ın babası Şaban Vatan’ı kızının intihar etmediğini ispatlamaya çalıştığı, ölümünün aydınlatılmasını istediği için akıl hastanesine yatırmaya çalışanlar, memleketin diğer ucu Çorlu’da tren katliamında kaybettiği oğlu Oğuz Arda Sel için adalet mücadelesi veren Mısra Sel’i yargılayıp cezalandırmak isteyen de aynı ‘koruma kollama’ iklimi.
21 Nisan 2021 günü Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlayacak yargılama sadece Metin hocanın davası değil, üstümüze örtülen bu cezasızlık toprağının Rabia Naz’ın, Oğuz Arda’nın, Kemal Kurkut’un, bize ‘münasip görülen’, ‘üzerinde durmaya gerek görülmeyen’, ‘doğal ölümlerimiz’in davası.
*Edip Cansever / Mendilimde Kan Sesleri