ECE PİROĞLU
ecepiroglu@diken.com.tr
@EcePIROGLU
Edebiyatını günümüzün toplumsal ve siyasal sorunlarını okura aktarmak için bir araç olarak kullanan Melih Günaydın’la ikinci romanı ‘Buzlar Çözülünce’yi, toplumun göz ardı ettiği meseleleri, suçluları ve suçsuzları konuştuk…

Polisiye edebiyatın siyasi-polisiye türünde eserler kaleme alan Günaydın, ilk romanı ‘Sürgün Avı’nda olduğu gibi Buzlar Çözülünce’de de güncel toplumsal sorunların peşinden gidiyor.
Çocuk istismarı, LGBTİ+’lar gibi toplumun konuşmaktan kaçındığı konuları cesurca ele alan Günaydın, okurlarına kitabını okurken iyi vakit geçirme sözü vermiyor aksine onları duyarlılığa çağırıyor: “Bu tercih, edebiyatın sadece bir hikâye anlatma aracından öte, toplumun bir aynası olma özelliğini kullanmamla ilgili aslında.”
Düşbaz Kitaplar’dan çıkan; teknolojiden siyasi gündeme kadar geniş yelpazeye sahip son romanında, suç ve bu suçların bireylerde yarattıkları travmaları öne çıkaran Günaydın’la edebiyatı ve yazım süreci üzerine sohbet ettik.
İlk romanınızda olduğu gibi Buzlar Çözülünce’de de güncel toplumsal sorunları işliyorsunuz bu tercihinizin sebebi nedir?
Sanatın, edebiyatın ve özellikle de polisiyenin, sadece iyi vakit geçirme ve gerçeklerden uzaklaşma değil, aynı zamanda toplumu sorgulama, bilinçlendirme ve değişime katkıda bulunma gibi potansiyelleri var. Günümüz Türkiye’sinin karşılaştığı sorunları ele alarak, okuru bu meselelere duyarlılığa çağırmaya çalışıyorum. Toplumsal gerçekçilikle yoğrulmuş bir suç örgüsünü çözerken aynı zamanda derinlemesine düşündürmeyi ve okurun empati kurmasını hedefliyorum. Bu tercih, edebiyatın sadece bir hikâye anlatma aracından öte, toplumun bir aynası olma özelliğini kullanmamla ilgili aslında.
Romanın ana karakterinin kadın olması, bu hikâyeyi Defne’nin rehberliğinde anlatmanız özellikle seçtiğiniz bir durum mu?
Defne polis okulunu birincilikle bitirmesine rağmen rütbe kazanamamış, ayrımcılık ve zorbalıkla karşılaşmış bir dedektif. Özellikle bir kadının bakış açısıyla olaylara yaklaşarak toplumsal adaletsizlikleri ve ayrımcılığı görünür kılmak istedim. Bu çerçevede hem okura hem de kendime farklı cinsel kimliklerin benzer mücadelesini ve yaşadıkları zorlukları tanıma ve anlama fırsatı tanıdım.
Defne geçmişten gelen acısıyla cinayetin üstüne giderken, Ali de çocukluk travmasının etkisiyle olayların peşine düşüyor. İki karakterin de içsel yolculuklarını tamamlama süreçlerinde geçmişle hesaplaşma, ödeşmenin etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
Geçmişten gelen travmalar ve hesaplaşmalar, karakterlerin içsel yolculuklarının birer parçasıdır. Ancak, karakterlerin gündelik meseleleri de onların gelişiminde etkilidir ve onları gerçekleştirme yolunda tamamlayıcıdır. Defne’nin yaşadığı boşanma ve ailesiyle ilişkileri, keza indigo oğlu onun cinayet soruşturmasına olan bağlılığını etkiliyor. Bu süreçte, geçmişte yaşadığı acılara karşı cesurca yüzleşme ve bu travmalarla başa çıkma çabası da onu ötekilerden elbette farklı kılıyor.
Aynı şekilde, Ali’nin çocukluk travması, İstanbul metrosundaki çocuk resimlerindeki garipliği fark etmesine ve ardından yaşanan olayların peşine düşmesine yol açıyor. Ali’nin geçmişiyle yüzleşmesi, içsel dünyasını keşfetmesine ve yaşadığı travmanın izlerini silmeye çalışmasına ve dönüşmesine olanak tanıyor.
Bu iki izlek, romanın sadece bir suçtan ibaret olmadığını gösterirken, daha insani ve duygusal bir zemin kazanmasını da sağlıyor.
Teşkilattaki yapılanmalar, cemaat ilişkileri, üstü örtülen cinayet ve tecavüz dosyaları, olayların üstüne giden polisin savcının sürülmesi gibi şeyler herkesin bildiği ama konuşmadığı, ‘dokunan yanar’ dedikleri konu. Böyle zor konuları yazma süreciniz normalden farklı oldu mu?
Toplumun göz ardı ettiği veya konuşmaktan kaçındığı bu konuları dile getirmek benim için çok önemli. Duyarlılık ve gerçekçilik dengesini korurken tarafsız kalmak zorundayım. Abartmadan, gözlemlediklerimi göstererek, okurun etraflıca düşünmesine ve bu meseleleri anlamasına olanak tanımalıyım. Teşkilatın iç dinamikleri, bürokratik engeller ve suçların örtbas edilmesi gibi konularla yüzleşirken, gerçek bir toplumsal portre çizmeye çalışıyorum.
Hemen hemen her gün öyle haberler okuyoruz ki, çocuk istismarı, ensest, LGBTİ+’ların uğradığı şiddet, göçmen çocukların yaşadığı zorluklar… Bir polisiye yazarı olarak böylesine bir dönemde olmak sizi, yazım sürecinizi vs nasıl etkiliyor?
Böyle bir dönemde yaşamak ve her gün özellikle bu topraklarda saydıklarınızla karşılaşmak ya da haberlerini okumak beni hüzünlendiriyor ve kızdırıyor. Polisiye açısından bakarsak olay yerine dönmüş bir ülkede konu bulmak açısından zorlanmıyorum fakat seçtiğim meseleleri yazarken öfkeleniyorum. Öfkeyle
araştırıp öfkeyle kaleme alıyorum.

Roman, teknolojiden siyasi gündeme kadar geniş yelpazeye sahip. Metaverse evreni, sanal gerçeklikte geçen hikayeler… Size göre bu ileride romanları/edebiyatı nasıl etkiler? Nasıl bir gelecek bekliyor bizi bu konuda?
Metaverse evreni ve sanal gerçeklik gibi teknolojik gelişmeler, edebiyatın sınırlarını zorlayarak yeni bir boyut kazandırıyor. Bu, yazarlar için daha önce keşfedilmemiş yaratıcı olanaklar sunuyor. Günümüzün çarpıcı ve her geçen gün ürkütücü bir gerçeği var: yapay zekâ. Yapay zekâ karakter oluşturma ve hikâye yaratma konusunda yazarlara destek sağlayarak edebiyata yeni bir bakış açısı getirebilir. Mesela Metaverse evreni okurlara interaktif ve çok boyutlu bir etkileşimde bulunma fırsatı sunuyor. Tabii, teknolojik gelişmelerin edebiyatı nasıl etkileyeceği konusunda bilinmezlikler var. Yapay zekâ tarafından üretilen eserlerin orijinalliği ve insaniliği konusundaki zorluklar, tartışmaların ortaya çıkmasına neden olabilir. Elbette bu tartışmalar meseleyi geliştirecektir fakat nitelik açısından en azından başlangıçta verimli olacağını düşünmüyorum. Yakın gelecekte, edebiyat ile teknoloji daha fazla iç içe geçebilir.
Kitap boyunca pek çok mekâna girip, farklı farklı insan tipleriyle karşılaşıyoruz. Siz bu karakterleri yaratırken nelerden beslendiniz?
Karakterlerini oluştururken, gerçek hayattan ve toplumsal dinamiklerden ilham aldım. Romanın geniş bir mekâna yayılması, farklı sosyal kesimlerden ve kültürlerden karakterleri içermesi, beni çeşitli insan tipleri üzerine düşünmeye yönlendirdi. Özellikle, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde geçen olaylar ve farklı toplumsal sınıflardan gelen çevremdeki ve ziyaret ettiğim mekânlardaki insanların yaşamları hakkındaki gözlemlerim, bana katkı sağladı. Çoğunlukla kitapta işlenen toplumsal sorunlar ve travmatik olaylar, karakterlerin kişisel hikâyelerini şekillendirdi.
Bacha Bazi geleneği Türkiye’de çok bilinmiyor, eminim birçok kişi de bu romanı okurken bu trajik konuyu araştıracak. Öğretici bir yandan mı bu konuyu işlediniz? Bununla ilgili bir çalışma/araştırma yaptınız mı?
Bacha Bazi’yi romana yedirmeye çalışırken hassas bir konu üzerinde gezdiğimin farkındaydım. İğrenç de olsa konunun kültürel ve tarihi bağlamını anlamak ve karakterlerin bu gerçekliği nasıl deneyimlediklerinin farkına varmak için çoğunlukla yabancı kaynaklardan okumalar yaptım ve belgeseller izledim. Bu dokümanların tamamı Bacha Bazi’nin toplumsal etkilerini ve bu geleneğin neden hâlâ var olduğunu
anlamaya yönelik çabaları da içeriyordu. Araştırdıkça bu iğrençliğin boyutlarının farkına vardım ve az önce
de söylediğim gibi bu korkunç gerçeği öfkeyle anlattım.
Romanın öğretici bir yönü olduğunu söyleyebilirim çünkü bu tür konuların farkındalığını artırmak ve okurun derinlemesine düşünmesini sağlamak önemli bir hedef benim için. Tarafsız bir bölgeden ele aldığım meseleyi göstererek okurun bakışlarını bu iğrenç geleneklere çevirmelerini umuyorum.