MURAT SEVİNÇ
Uzunca bir süredir ülkenin temel gündem maddesi ekonomi. Özellikle ‘ana akım’ iktisatçılar, ‘hukuk devleti’ ilkesinin gereklerini ‘ekonomi’nin iyileşmesi için ön şart kabul ettiği ve bu yöndeki propaganda -aksi yöndeki tarihsel örneğin bolluğuna karşın- hız kesmediği için, ekonomi haricindeki tüm can yakıcı sorunlar da dönüp dolaşıp ‘geçim sıkıntısı’yla ilişkilendiriliyor.
Kuşkusuz hem günlük yaşamı, hem geleceğe dönük planları her açıdan etkileyen bir konu, geçim. Şu satırları okuyup da birkaç yıldır tanık olduğumuz ve az sayıda soyguncu ve fırsatçı dışında herkesin yaşamını çekilmez hale getiren anormal fiyat artışlarını son derece sinir bozucu bulmayan yoktur. Yaklaşık beş küsur yıl önce babadan kalma aracımı sattığım fiyata, bugün vasat bir cep telefonu almam mümkün değil. Herkes, her yerde ve her fırsatta pahalılık hakkında konuşuyor ve birbirine ‘şaşkınlığı’nı anlatıyor. Hal böyleyken, geçim sıkıntısının diğer tüm sorunları gölgelemesi anlaşılır bir durum.
Bu yazıda, ekonomik krizden başka türlü etkilenen bir topluluğun, KHK’lıların geçim derdini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Beş ay önce işe iade edilen, ancak hakkındaki dava süren bir ‘çeyrek KHK’lı olarak, konuyu sık aralıklarla ‘demokrat basın ve aklı başında siyasetçiler’in dikkatine tekrar tekrar sunacağımı yazmıştım. Ne yazık ki KHK’lılar için çağrı yapabileceğim başka bir ‘kurum’ yok.
Kendi dünyamdan örnek vereyim: Üniversiteden atılanlar, hep aynı bir avuç meslektaş dışında hiç kimsenin umurunda değil buralarda, üniversitede adları dahi anılmıyor. Bu mahcubiyet verici hali, yalnızca ‘çok zaman geçmiş’ olmasıyla ya da ‘ekmek parası’yla vs. açıklamak imkânsız. Bırakın ekmeği, tiramisu parası için dahi bu hale gelmez bir camia. Dolayısıyla, atılan akademisyenler için akademiden bugüne kadar çıkmayan ses, bundan sonra da çıkmayacak.
Boş verelim bizim camiayı; KHK haksızlığı yalnızca akademiye ve imzacı akademisyenlere yapılmadı. Bir anayasaya aykırılık varsa, söz konusu aykırılık o KHK listelerine yazılmış herkes için geçerli. Sorgusuz sualsiz on binlerce insan ekmeksiz ve geleceksiz bırakıldı, ülkede hiç kimsenin kılı kıpırdamadı.
Bugün birilerinin ‘hukuk dışılıklar’a dikkat çekmek için başvurduğu ‘sözün bittiği yer’, ‘hukukun sonu’, ‘anayasanın yok sayılması’ vs. gibi ifadeleri şaşkınlıkla karşılıyorum. Onca insan ‘sivil ölüm’e mahkum edildiğinde, yeni rejimin yeni hukuk uygulaması yürürlüğe girmişti; sonrasındaki tüm skandallar birer eşikti, hepsi bu. Bir insanın, OHAL KHK’larını olağan bulup da bu ülkede huzur içinde yaşayacağını düşünmesi nasıl bir aymazlık, anlamak mümkün değil. Oysa o KHK listeleri, henüz listeye girmeyenlerin yaşamını cendereye alma işlevini görüyordu, ancak bu apaçık gerçek ne yazık ki anlatılamadı.
Her neyse… ‘Sivil ölüm’e mahkum edilenler, çoktan unutuldu gibi; bir başka söyleyişle, ‘unutturulmaya çalışılıyor.’ Sekiz yıldır kendi işini yapamıyor insanlar, başka bir iş bulmaları, yurt dışına çıkışları uzun süre engellendi. Aileleri dağılanlar, yaşamına son verenler, çoluk çocuğundan kopanlar…
Zamanında, “Parsel parsel sattı” diyen, Türkçe Olimpiyatları’nda göz yaşı döken, yıllarca Cemaat’in fedailiğine soyunan siyaset esnafı, hâlâ ortalıkta âkil insan pozlarında dolaşırken, sayısız sıradan yurttaşın canı yakıldı. Bir bankaya para yatıranı ya da bir gazeteye abone olanı işten atarken, o gazetede yazı yazanı üst düzey bürokraside görevlendiren bir yönetim üslubu gayet güzel kabullenildi, Anadolu irfanıyla yoğrulmuş ahali tarafından.
Şimdi, ekonomik gidişatın insanları ezen etkilerinden söz ederken, bu ülkede sayısız yurttaşın, temel hakkı olarak anayasal güvenceye alınmış ‘çalışma hakkı’ndan mahrum bırakıldığını da hatırda tutmak gerekiyor. Düzensiz gelirin, bazen bundan dahi mahrum kalmanın bir insanı ne hale getirebileceğini anlatmak çok güç.
Neden ve kime yazıyorum bu satırları, faydası nedir?
Üniversitelerden umut var mı, yok.
Diğer kamu kurumlarından umut var mı, yok.
Siyasetçilerin, basının ve kamuoyunun ‘çoğunluğu’ndan umut var mı, yok.
Yine de başa gelebilecek en vahim şeylerden biri unutulmak / yok sayılmak olduğundan, düzenli aralıklarla yazmaktan, boşluğa yazmaktan, aynı sözcükleri bir kez daha yinelemekten yanayım. Sayısız dertle boğuşan bu ülkedeki sorunlardan biri de işini yapması engellenen, başka iş bulması güçleştirilen, ailesiyle birlikte ‘sivil ölüm’e mahkum edilmeye çalışılan, ekonomik krizde ayakta durmaya çalışan insanların varlığı. KHK’lılar var. Görmek istemeseniz de var.
Yazı önerileri:
‘Türkiye’de Asker, Toplum ve Siyaset’ kitabının yazarı eski asker Hakan Şahin’in ‘Kara Harp Okulu’ndaki Subaylık Yemini Olayı” başlıklı önemli yazısı, ‘bir bilen’in kaleminden çıktığı için okunmalı.
Ozancan Özdemir’in, ‘Üniversite Mezarlığı’ başlıklı yazısı.