H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Acil doktor gerektiği anlarda, özellikle de filmlerde biri çıkar ortaya ‘Durun ben doktorum’ der.
Bazen de teknik bir konu konuşulurken yine o çağırılmayan yardım ‘Durun ben mühendisim’ sözlerinde yaşam bulur.
Ancak insanlık acılarına, adaletsizliklere, mutluluğuna ya da umuduna dokunan bir yanıt aradığında ‘Durun ben sanatçıyım’ diye bir cümleyi genellikle duymayız.
Gerçek bir sanatçıysa reklam etmeksizin, yapması gerekeni yapar.
Yok değilse, zaten gölgesi bile geçmez bulutlardan.
Olması gerekenlerin olmayıp, olmaması gerekenlerin yaşamı sararak anlamsız hale getirdiği zamanları, filozof Kierkegaard ‘absürd‘ diye tanımlamıştır.
Absürd denildiği zaman ise akla, oyun bozan Dublin’li tiyatro yazarı Samuel Beckett gelir. Bugün doğum günü…
Olmasaydı ne fark ederdi.
Tam da dilin suskunluğa kilitlendiği, kelimelerin hızla anlamlarını ve kimliklerini yitirdiği zamanlardayız.
Elimde ‘Godot’yu beklerken’ oyunuyla yakalandım bu vakitlere… Okurken kelimelerin azaldıkça nasıl çoğaldığını fark ettiğim günler… Bir tiyatro metninden çok, varoluşun kıyısında durmuş iki gölgenin alacakaranlıkta fısıltısı gibiydi.
Metinlerinde gürültülü seslerin değil, çığlık gibi sessizliklerin yazarı oldu Beckett…
İrlandalıydı ama Fransızca yazdı.
Farklı dillerin uçurum kenarlarında dolaşırken, insanın ve insanlığın da sınırlarında dolaştı.
Siyahlar kötülükten uzak, beyazlar masumiyetlerinden beraat etmiştir Beckett’in yazılarında. Her şey biraz muallakta, bir ihtimalin varsayımındaydı. Karakterleri bildiğimiz anlamda yaşamaz, ama ölmezlerdi de… Yönlerini kaybetmiş gibiydiler. Ne ileri gidebildiler. Ne geri dönebildiler.
Tiyatro hayata bir anlam vermeye çalışır. Absürdün gri prensi ise anlam yükünün altında ezilen insanların yazarıydı. Anlamı değil arayışı yazdı. İnsanın kutsal arayışını…
Beckett oyunlarında adeta seyirciyi rahatsız eden bir sadelikle kurar sahnesini, sözgelimi ‘Krapp’ın Son Bandı’ oyununda, durmaksızın gençliğinde kaydettiği sesleri dinleyen kahramanın hikayesini anlatırken; en önemli kelimeler hep eksik kalır… Yaşanılan hayatın, içi boş geçmişiyle bir yüzleşmedir adeta…
‘Mutlu Günler’ oyunundaysa Winnie karakteri ilk perdede beline kadar, ikinci perdede boynuna kadar toprağa gömülür. Ve hala umut eder, hala konuşmaya, rujunu sürmeye devam eder. Yok oluşun umutsuzluğunun resmidir bu Beckett’in evreninde…
II. Dünya Savaşı yılları, kendisini yazar değil de ‘Hayatta kalan bir insan’ olarak tanımlamasına neden olmuştu. Nazi işgali altındaki Fransa’da aktif direnişe katılan, bilgi taşıma ve şifre çözme işleri yapan Beckett’i herkes kod adıyla ’Sam’ diye çağırıyordu.
Becket yazarlığında James Joyce’u hep bir zirve olarak tanımlamış ve asla onu geçemeyeceğine inanmıştı. Joyce’un kızı Lucia ise Beckett’i aşkının zirvesi olarak tanımlamış ve bu karşılıksız sevgi Lucia’yı şizofreniye kadar sürüklemişti.
Yaşamındaki absürtlükler de bitmiyordu. 1938 yılıydı, Paris’te yürürken sokak ortasında bir serseri nedensiz yere bıçakladı… Saldırgan “Bilmiyorum canım öyle istedi” dedi. Becket “Hiç olmazsa dürüst” dedi ve affetti.
Son gidişimde ziyaret etmiştim. Paris’te Montparnasse Mezarlığı’na yatıyor. Mezar taşında yalnızca ismi ve yaşam yılları yazıyor: Samuel Beckett, 1906–1989. Hiç yazı yok. Hiç süs yok. Adeta ‘Ben artık daha uzun susuyorum’ der gibi…
Beckett kendi bıçaklanma anını nasıl yazardı acaba?
Beckett: Ah!
Adam: İçimden geldi.
Beckett: Tebrik ederim. (Duraksama) Gerçekten niye?
Adam: Canım sıkıldı.
Beckett: Ben de bazen defterleri ters çevirip, sağdan sola yazıyorum. Ama seninki daha etkili…
İhtimal ki Beckett yazsa böyle sürüp giderdi sahne ve biz gözlerimizi ayırmazdık.
Unutmadan!
15 Nisan ‘Dünya Sanat Günü’. Bir Türk’ün Bedri Baykam’ın teklifiydi. Aynı zamanda Leonardo da Vinci’nin doğum günü…
Savaşın karşısına barışı, yıkımların karşısına anlamı koyan, bazen en büyük direniş olan sanatın; insanın zekâsı ve sezgisiyle bu en önemli varoluş halinin; günümüzdeki değeri nedir sizce?
Hem geleneğin hem geleneğin kırılma noktalarının arasında filizlenen, bazen Galata’da bir atölyede bazen Mardin’de bir avluda yeniden doğan sanat, günümüzde Beckett gibi suskunluğunda mı var oluyor?
Yoksa en büyük sanat, insanın kendi gerçeğiyle yalansız yüzleşebilmesi mi?
Beckett’in doğum günü de Dünya Sanat Günü de kutlu olsun! İkisinin de sizin için, eğer hala bir anlamı varsa!