BEHZAT ŞAHİN
@behzatsahin7
Meyhâne mukassî görünür taşradan amma
bir başka ferah, başka letâfet var içinde
Nedim
Çok yoğun, koşturmalı bir gündü. Akşam olduğunda ancak bitti işler. Rakıyı hak ettim. Ani bir program. Arabadan kurtulup eve yürüme mesafesinde bir yer bulmalıydım kendime. Aslında ne zamandır gözüme kestirmiştim. Bazen yürüyüş yaparken, bazen de arabayla geçerken, genellikle gündüz saatleri, şöyle bir göz atardım. Önündeki plastik yeşil çitle çevrili küçük avlusunda, birkaç masası vardı. İçerisi sadece kapı açıksa, kısmen görünüyordu.
Burası Kasımpaşa’nın göbeğinde, Bülent Demir Caddesi üzerindeki Dostlar Ocakbaşı. İsminin sonunda bir de rakamla ’28‘ var. Sahibi Niyazi Kır (50) Giresunlu, 28 de Giresun’un plaka numarası.
Dostlar Ocakbaşı 28, Kasımpaşa’nın göbeğinde.
Gittiğimde hava çoktan kararmıştı. Ortaya selam verip boş masalardan birine oturuyorum. İçeride toplam yedi masa var, üçü dolu. Merkezdeki masa tam ortalık masası, biri oturup biri kalkıyor. Mezesiz rakı içen de bira içen de var.
Tek göz, sadece erkeklere mahsus tuvalete doğrudan salondan giriliyor, sadece pisuvar ve lavabo mevcut.
Meze dolabı tuvaletin karşısında, ben de sırtımı meze dolabına verip kapıya dönük oturuyorum.
Az sonra ortaya çıkan garson orta masadakilerle şakalaştıktan sonra benim siparişimi alıyor. Önden bira ve az fıstık söylüyorum. Tek çeşit bira var.
Biramı yudumlarken bir yandan da etrafa göz gezdiriyorum. Duvarda üç televizyon ekranı, ikisinde alevli şömine görüntüsü, birinde Şanlıurfa’da koşulan at yarışı yayını var.
Etrafı süzmem rahatsızlık vermesin diye sık sık televizyona odaklanıyorum. Oturanlardan kimisi kupon dolduruyor. Alt yazıda ‘4. KOŞU HANDİKAP 15/H3-3+İ 1900m. KUM’ yazıyor. Bir gün çözer miyim bu işi?
Duvardaki tek çerçevede Atatürk’ün elinde sigarasıyla portresi var.
İçeri giren yaşlıca bir beyefendi selam verip önümdeki masaya oturuyor. Sırtı bana dönük. Herkes, “İsmail abi hoş geldin” diye selamını alıyor. Sevilen biri. Dili hafif dolaşarak konuşuyor. Diğer masalardan biri elindeki kadehi gösterip, “İsmail abi bu ne?” diye takılıyor. “Anzorot. Çok adı var bunun be ya” diye cevaplıyor. Garson da bir yandan şakalaşarak 20’lik rakısını getirip önüne koyuyor. Bir de haydari. Her gelen İsmail beye selam vermeden, hatta şakalaşmadan geçmiyor. Kimi de teklifsiz masasına oturup muhabbet ediyor.
Orta yaşlı bir beyefendi giriyor bu kez. Çoğunluk tanıyor, kimisi elini öpmeye yelteniyor. Belli ki mahallenin ağır abilerinden.
Baba Radyo açık, Alişan, Cengiz Kurtoğlu, Zeki Müren, Sibel Can, Harika Avcı’dan… dinliyoruz.
Rakıya geçiyorum. Bir 35’liğin yanına meze dolabından yarımşar porsiyon zeytinyağlı taze fasulye, pırasa, kereviz, şakşuka ve Rus salatası söylüyorum, garson anlamayınca Amerikan salatası diye çeviriyorum. Göz mezem benim o.
İki garsondan daha genç olanı servis yapıyor. Adı Nuri Kocaman (38), patronun da arkadaşıymış. 2,5 yıldır burada. “En az 30 yılı var buranın, fazlası var eksiği yok. Üç kat burası, üst katlarda bayan müşteriler de oturabiliyor.”
Meğer meze dolabının arkasında merdiven varmış, oradan çıkılıyor üst katlara, fark etmemişim. Nitekim birinci katta biri kadın iki kişi var, ikinci katta da yalnız oturan iki ayrı beyefendi. Bütün pencere camları filmle kaplı olduğu için dışarıdan üst katlar kullanılmıyor gibi gözüküyor.
“İsmail abi her gün gelir. Misafiri varsa 70’lik açar, tekse 20’lik. Bir ana yemek, bir de haydari söyler, o kadar. Anne babamı erken yaşta kaybettiğim için pek severim yaşlı müşterilerimizi.” Ben de fark ediyorum, yaşlılara daha bir sevgi ve hürmetle hizmet ediyor Nuri.
Rakı kadehimi alıp izin isteyerek İsmail beyin masasına oturuyorum. Kendimi tanıtıp amacımı da anlatıyorum. “Ben de meyhaneciydim” diyor İsmail Bektaş. Ama hatırlayamıyor meyhanesinin yerini de adını da. Başka şeyleri de hatırlayamıyor. Çoğu cümlesini tamamlayamıyor.
1952 Şehremini doğumlu, bir yaşından beri Kasımpaşa’da. Trabzon kökenliler. Hasır hazeran atölyesi varmış eskiden. Şimdi Kulaksız’da kirada: “Aklımda kalmıyor benim, unutkanlık var. Bekârım. Gençken nişanlandım, sonra nişan bozulunca hiç evlenmedim, o gün bu gün dost hayatı yaşadım hep.”
Halen kadın arkadaşları varmış. “O iş yaşa bakmıyor” diyor gülerek. SGK emeklisi. “Burada bir arsam vardı, sattım. İyi de para kaldı. Zulada da var param.” Aklında ne varsa dilinde. Gizlisi saklısı yok.
Masama geçiyorum. 5’inci koşuda handikap 15/DHÖW/H3-+ A veriyor. 1400 metre kum pistte koşuluyor. Karapınar Aslanı, Bitirim Seda, Arap Damat, Berkay Fırtınası, Şeşen Sultanı, Koşar Zeynel… At isimleri. Çözeceğim bu işi.
Köşe masada oturan beyefendi orta masada önünde bir kadeh rakı ve su olan beyefendiye bir rakam söylüyor. Ömer imiş adı. Cebinden çıkardığı torbayla beyefendinin yanına gidip tombala çektiriyor. Çıkmadı bir şey.
Yaşlıca bir beyefendi gelip orta masadakilerin yanına oturuyor. O da bir kadeh rakı söylüyor. Herkes birbirini tanıyor, her telden muhabbet ediyorlar. Beyefendinin adı Memiş Çelik, 1951’li. Antalya Akseki Karakeçili yörüklerinden. O da Kasımpaşa’nın eskilerinden.
Bir ara masama geliyor, buyur edip rakı ikram ediyorum. Gazeteci olduğumu düşünmüş, “Meyhaneciyim” diyorum, yine de anlatıyor. Yarası büyük. “Beş yaşındaki oğlumla eşimi 1996 Martı’nın 10’unda, trafik kazasında kaybettim. Askeri araç çarptı. O zaman Bahriye Caddesi gidiş-gelişti, kazadan sonra tek yön yaptılar. 120 km. hızla gidiyormuş. İki canım gitti, kan bedeli 9 bin 600 lira. Ben de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdım dosyayı, hala sonuç bekliyorum. Avukatlar devletle baş edemediği için bıraktı davayı. Sen medya insanısın, bunu da yaz.”
Bir yandan rakımızı yudumlayıp bir yandan dertleşiyoruz. Neredeyse her akşam gelirmiş buraya. Emekli olmasına rağmen hala çalışıyormuş. Cam mozaik makineleri ustasıymış. Hamal Ramazan’ın oğluymuş. Babası 1948’de gelmiş İstanbul’a. “Beyoğlu Balık Pazarı’nda şarapçı Yanni’nin önünde bekleyip hamallık yapıyordu. 25 sene önce babamın semerini kömürcüden alıp baş ucuma koydum.” Daha çok o anlatıyor, ben dinliyorum. “Dedem Yemen’de esir düşmüş, altı yıl sonra kaçıp gelmiş. Atatürk’ün seyisiymiş. Kurulduğunda hiçbir ülkeye boyun eğmemişiz, şimdi üç kuruşun peşinde koşuyoruz. Yanlış mıyım?” Bileklerini kelepçelenmiş gibi çapraz yapıp “Alsın götürsünler beni” diye de meydan okuyor.
Üç masa kalmışız. İsmail bey, Memiş beyle ben, bir de tek başına bira içen bir beyefendi. Hem hesabı hem Memiş beyden iznini istiyorum. “İnşallah birgün Akseki Gümüşdamla köyünde misafirim olursun, rakı-balık yaparız” diyerek köyüne davet ediyor beni.
Hesabı beklerken gözüm yine televizyona takılıyor. 7’nci koşuda 22 bin 459 TL devirli sıralı bahis oyunu var.
Ortaya söylediğim çöp şişle beraber hesabım 1200 lira tutuyor. Bira 70, çerez 60, mezeler 70-80 lira civarı, çöp şiş 300, kavurma sote 300, Adana, köfte, kanat ızgara 200, altın seri 35’lik 650 lira.
Şimdiki sahibi Niyazi bey, 10 yıldır işletiyormuş mekanı. “1989’dan beri biliyorum burayı, ondan öncesi de var” diyor. Ramazan boyunca ve kandillerde kapalı. Her gün 11:00-01:00 arası servis veriyor.
Gece yarısını bulmuşum. Rakı masasının insanları birbirine yakınlaştırıp riyayı yok ettiğini düşünerek Kasımpaşa’nın dar ara sokaklarından Tepebaşı’na tırmanıp oradan da İstiklal Caddesi’nin hengâmesine dalıyorum.