
MURAT SEVİNÇ
İkinci yazı…
Bir önceki yazıda, ‘hükümet sistemi‘ konusunu en genel hatlarıyla özetlemiştim. Bu yazıda İYİ Parti’nin, bir sonrakinde DEVA’nın açıkladığı sistem önerilerini anlatacağım. Dördüncü yazı ise genel bir değerlendirme ve iki parti önerisine yönelik eleştirilere ilişkin olacak.
İYİ Parti birkaç ay önce ‘Milletin Yönetim Sistemi: İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem‘ başlıklı, böyle bir konu için fazlaca uzun sayılabilecek 66 sayfalık bir metin yayınladı. Bu ve benzer metinlerin bir talihsizliği, ne kadar emek harcanırsa harcansın okunmaması. Hazırlayanlar dışında, 66 sayfalık sistem önerisini baştan sona okuyan bir İYİ Partili var mıdır, emin değilim. Diğer partilerde de durum farklı değil. Partilerin benzer yöndeki gerekli ve yararlı çabalarını, kısa yayınlarla tanıtmaları daha verimli olur. Görebildiğim kadarıyla İYİ Parti, bu metindeki görüşlerini farklı mecralarda ‘yer ve durum’a uygun uzunlukta yazı ve sözlerle anlatıyor.
Hocamız Mümtaz Soysal, anayasaların başlangıç (dibace) kısımlarını klasik Türk müziğindeki peşreve, operadaki uvertüre benzetirdi. Başlangıç metinleri önemli, nasıl başlarsa öyle gider genellikle ve hem içerik hem de başlayanların dünya görüşü hakkında epey fikir verir. Öncelikle, İYİ Parti sistem önerisinin pek çok bakımdan başarılı olduğunu, özenle hazırlandığını ve bir-iki konu dışında umut verici olduğunu söylemeliyim.
Yaklaşık dört sayfalık başlangıçta, hâlihazırdaki sistemin OHAL koşullarında kabul ettirildiği belirtiliyor, peşi sıra gelen yönetilemezlik krizi üzerinde duruluyor ve İYİ Parti’nin önerdiği sistemin huzur, refah, özgürlük getireceği, dahası, bu önerinin bir ihtiyaç olduğu dile getiriliyor. Parlamenter sistemin Türkiye açısından tarihsel değeri özellikle vurgulanmış. Parti, bu sistem önerisini bir ‘söz’ olarak sunmuş, fakat sunarken yalnızca millete değil, ‘Yüce Türk Devleti’ne bir armağan olacağının altını çizmiş.
Demokratik bir bakışla hazırlanmış, özgürlük vadeden bir sistem önerisinin, neden aynı zamanda devlete ve hatta ‘yüce‘ devlete armağan olacağını, vadedilen o demokrasinin kabul görmüş/bilinen ilkeleriyle anlamlandırmak çok kolay değil. Partililerden birileri okursa bu yazıyı, kendilerine şu soruyu yöneltmelerini dilerim: Neden bir hükümet sistemi önerisi, ‘yüce devlet‘e armağan edilir? Metin, aralara serpiştirilmiş bu tonda ifadeler barındırıyor ve bana kalırsa içeriğe yazık ediyor.
Başlangıç’ın sonunda, ‘ilk üç madde‘nin müzakereye kapalı olduğu özellikle belirtilmiş. Anlamak mümkün, ayrıca ben de ‘cumhuriyetin temel ilkelerinin korunmasından‘ (yalnızca anayasa metninde değil, gerçek yaşamda da!) yanayım; buna mukabil değişmez maddelerin ‘üç’e çıkarılmasının (önceki anayasalarda bir madde -Cumhuriyet- değişmezlik kapsamındaydı) tümüyle 12 Eylül darbecilerinin talebi olduğunu, dönemin anayasaya yapıcısının dahi istemediği bu kapsam değişikliğini, ‘beş general’in anayasaya ısrarla yerleştirdiğini söylemeden geçmemeli.
Asıl metin, Montesquieu ve Fransa’nın İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin meşhur 16. maddesine yapılan atıfla ‘güçler ayrılığı‘ tanımı ve Türkiye’de bu ayrımın ortadan kalktığı saptamasıyla başlıyor. Metnin iddiası, İGPS (iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem)’in hükümet tıkanmalarını/krizlerini engelleyecek oluşu.
Geçen haftaki yazıda ‘güçlendirilmiş parlamenter‘ sistem önerilerinin, ‘parlamenter’ kısmının değil, ‘güçlendirilmiş’ kısmının dikkate alınması gerektiğini dile getirmiştim. Çünkü parlamenter sistemin ne olduğu belli ve hiç karmaşık değil: Biri sembolik yetkilere sahip iki başlı yürütme organı ve bakanların meclise karşı tek ve toplu sorumlulukları. Bu kadar, parlamenter sistem başka ve daha karmaşık bir hükümet biçimi değil.
Dolayısıyla, asıl önemli olan ‘güçlendirilmiş’ vurgusu. Bununla sistemin bir bütün olarak demokratikleştirileceği iddia ediliyor. Böyle anlamak, yorumlamak gerekiyor. Aksi takdirde, ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem‘ kavramının, ‘yumuşak huylu başkanlık sistemi‘ ya da ‘çelimsiz yarı-başkanlık sistemi‘ gibi muhayyel adlandırmalardan daha ‘anlamlı’ olmadığını kabul etmek gerekir.
İYİP metnini de bu gözle ele almalı. İkiye ayırarak: Hükümet sistemi konusunda ne diyor ve siyasal sistemin demokratikleşmesi konusunda ne diyor?
İYİP hükümet biçimi konusunda klasik parlamenter sisteme dönmekten yana. Cumhurbaşkanı ‘altı yıllığına’ (daha önce yedi yıldı) seçilecek ve görevi bitince aktif siyasete dönemeyecek (!), görev ve yetkileri temsilî nitelikte olacak. Seçiminin halk mı yoksa TBMM tarafından mı yapılacağı konusunda açık bir öneri yapılmamış. Türkiye’de halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının, yetki ve görevleri ne kapsamda olursa olsun ‘tarafsız‘ kalamayacağını hatırlatmaya gerek var mı? Elbette TBMM tarafından seçilmeli ve yeni maceralara girişilmemeli. Önerinin bu kısmını (s.8), Türkiye’deki güçlü sağ liderlerin (Erbakan, Özal, Demirel) ‘halk tarafından seçilme’ konusundaki isteklerinin iziyle açıklamak mümkün herhalde, ancak onlar başkanlık/yarı-başkanlık talep ediyordu, klasik parlamenter sistem değil.
İYİP metninin, AKP’nin ustalıkla bellettiği ‘Koalisyonlar kötüdür‘ masalını eleştirmesi ve ‘temsilde adalet ile yönetimde istikrar‘ ilkelerinin bağdaştırılması gerektiğini vurgulaması önemli. Bakanlıklar düzeniyle ilgili eleştiri ve önerileri de, klasik parlamenter sistem tercihlerine uygun. Bunun doğal sonucu, güçlü bir parlamento. TBMM’nin işlevsizleştirildiğine dikkat çekiliyor ve ‘güçlü meclis‘ ile ‘demokrasi’ arasında doğrudan bağ kurulmuş. Meclis ‘komisyon‘ çalışmalarına özel vurgu yapılmış ve gerçek bir katılımın araçlarından biri olarak tanımlanmış.
Yüksek yargı organlarına, RTÜK ve YSK gibi kurumlara, onların ‘demokratik meşruiyet’ini sağlamak için TBMM tarafından ‘nitelikli çoğunlukla‘ üye seçileceği belirtiliyor. Türkiye anayasa tarihi, söz konusu kurumların üye seçim yöntemleri değiştirildiğinde umulan sonuçları vermemesinin de tarihidir! Memlekette hâkim olan ve anayasaları ‘normlar bütünü’ olarak algılamakta ısrarlı zihniyetin izlerini taşıyan bu ‘meşruiyet’ arayışı tartışmalı olmakla birlikte, yazının konusu değil. Adı geçenler arasında, YÖK’ün yerine kurulacak Türkiye Yükseköğretim Kurumu da var. Yerine kurulacak olanın niteliği tam olarak belli olmasa da (koordinasyon görevi olacağı belirtilmiş), YÖK’ten kurtulmak gerekliliğinin kabullenilmesi ‘hayırlı’ bir gelişme kuşkusuz. Bugüne dek tüm muhalefet partilerinin YÖK’ten kurtulmayı vadettiklerini ve iktidar olduklarında kaldırmadıklarını hatırlatmakta da yarar var. Metnin sonlarına doğru üniversitelerin ‘akademik özgürlük ve idari özerkliğe’ sahip olacağı bir kez daha vurgulanmış. (s.47) AKP tarafından yok edilen onlarca kurumdan biri olan DPT (Devlet Planlama Teşkilatı)’nin canlandırılması da, özerk kurumların hakikaten ‘özerk‘ hale getirileceklerine ilişkin vaat de olumlu.
İYİP önerisinin önemlice bir kısmı bürokrasinin her düzeyde yeniden yapılandırılmasına ayrılmış. Farklı aşamalarda ‘güçlü denetim‘ mekanizmalarından ve ‘hesap verilebilirlik‘ten söz ediliyor oluşu önemli. Bu kısımda daha kritik olan, ‘yerel yönetimler’ konusunda söylenenler. Önemli olduğunu düşündüğüm kısımlar şöyle:
“İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile yerel yönetimlerin; yapısal ve işlevsel sorunları, kentleşme, nüfus artışı, vatandaşların beklenti ve taleplerinin artması ve çeşitlenmesi, merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev ve kaynak bölüşümüne dair sorunlar ile mevcut sistemin performans düşüklüğü dikkate alınarak; katılımcılık, demokratikleşme, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda, Türk idare tarihindeki yerel yönetimlere ilişkin tecrübeler ve birikimler de dikkate alınarak reform süreci gerçekleştirilecektir… ‘İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ ile yerel yönetimlerin; yapısal ve işlevsel sorunları, kentleşme, nüfus artışı, vatandaşların beklenti ve taleplerinin artması ve çeşitlenmesi, merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasındaki görev ve kaynak bölüşümüne dair sorunlar ile mevcut sistemin performans düşüklüğü dikkate alınarak; katılımcılık, demokratikleşme, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda, Türk idare tarihindeki yerel yönetimlere ilişkin tecrübeler ve birikimler de dikkate alınarak reform süreci gerçekleştirilecektir. (s.18-20)” Yerel düzeyde ciddi ‘yapısal ve işlevsel’ sorunlar olduğunun belirtilip, ‘katılımcılık ve şeffaflık’ ilkelerine vurgu yapılması ihmal edilmemeli.
Yargı konusundaki saptamalar ve yargı bağımsızlığı-hâkim teminatı konularındaki öneriler, Türkiye demokratik kamuoyunun yıllardır dillendirdiği taleplerle büyük ölçüde örtüşüyor, gerek sorunların tespiti gerekse çözüm önerilerinde. Yüksek yargı organlarına üye seçiminde ‘kadın üye’ sayısını artırmaya yönelik öneriler sevindirici. İnsan ve çevre haklarına ayrı bir bölüm ayrılmış ve genel geçer tüm doğrular sayılmış, AKP döneminde yurttaşı nefes alamaz hale getiren uygulamalara her düzeyde son verileceği vadedilmiş. İstanbul Sözleşmesine yeniden katılım, çocuk haklarına verilen önem, kadın cinayetleriyle mücadeleye vurgu değerli. Şu kısmı alıntılamak istiyorum: “Çocuklarımızın eğitim müfredatına ilkokul birinci sınıftan itibaren insan hakları ve cinsiyet eşitliği dersleri konulacaktır. Kadın cinayetleri Türkiye’de neredeyse her gün iki kadının öldürülmesi şeklinde hiç azalmadan işlenmeye devam etmektedir. Kadın cinayetlerinin önlenmesi için de hem hukuki hem sosyolojik hem de psikolojik olarak çok kuvvetli bir mücadele verilecektir. Kadına karşı işlenen suçlar, bir kadının bir erkek tarafından, sırf o erkeğin yap dediği şeyi yapmadığı ya da yapma dediği şeyi yaptığı için işlenen suçtur. Okuma denen kızın okuyacağım, evlen denen kızın evlenmeyeceğim, çalışma denilenin çalışacağım, boşanma denilenin, boşanacağım arzusu yüzünden, yani sırf insan olmaktan kaynaklanan hakkını kullandığı için çoğu zaman kocası, eski kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, babası, kardeşi ya da oğlu, yani ona en yakın olması gereken erkek tarafından işlenen suçlardır.” (s.52) Bu bağlamda TCK’de bazı değişiklikler önerilmiş.
Metnin sonlarında seçimlere (barajın düşürülmesi gibi önerilere), özgür basın için gerekli düzenleme ve yaklaşımlara yer verilmiş. Her anayasa/sistem çalışması, bir ölçüde önceki döneme tepkidir; hal böyleyken İYİP metninin bu sayfalardaki önerileri de AKP iktidarının yaşattıklarından çıkarılan dersler ve önerilerle oluşturulmuş.
İYİP’in güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi, büyük ölçüde, ‘daha güçlü demokrasi’ talebi ve bütüncül bir sistem değişikliği öngörüyor. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, asıl vurgu parlamenter hükümet biçiminden çok, siyasal sistemi demokratikleştirecek daha genel/kapsamlı konulara ilişkin.
Metin, ‘Andımız’ ile bitiyor. ‘Dört başı mamur’ bir demokratik sistem iddiasına sahip, böyle derli toplu bir metnin, ‘yurttaşın varlığını Türk varlığına armağan edilerek‘ bitirilmesi ilginç bir durum! Dediğim gibi, eleştiriler son yazının konusu olacak. Önümüzdeki yazı DEVA’nın sistem önerisi üzerine.
İklim krizi notu: İklim krizi ve mültecilik arasındaki ilişkiye dair, Express’te Merve Suzan Ilık Bilben ile yapılan söyleşiyi buraya bırakıyorum.