H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Tiyatro
1970’lerin sonu 80’lerin başı…
Üniversiteler yeni açılmış, sonbahar…
Hüseyin okula yeni kayıt yaptıran genç bir kız öğrenciye kaptırmış gönlünü…
Almış eline sazını ‘Urfa Divanı’nı çalıyor. Nameyi notayla gönderecek ya…
Kızcağız yan masada, konuştuklarını duyuyorum. ‘Amma da domestik bir okul burası, hiç böyle beklemiyordum.’
Toplumsal yapımız yavaş yavaş; aşık geleneğini bir kenarda unutmaya hazırlanıyordu.
Yerini bozulmuş türküler, tuhaf bir müzik alacaktı.
Sonraki on yıllarda giderek türkü dinlemek iyice ayıp, komik bir şey oldu bazı çevrelerde… ‘Manda yuva yapmış söğüt dalına…’. Gevşemiş yapış yapış kahkahalar…
Bugün 17 Kasım. Aşık Mahzuni’nin doğum günü. Mahzuni 85 yaşında.
Türkülerin babasını, Mahzuni Baba’yı anımsama zamanı.
Genellikle ölümler anımsanır ya… Asıl anımsama doğum olmalı. Ölmek yaşamak dolayı başımıza gelen bir şey… Hakiki dönüm noktası doğumdur!
Bu topraklara, binlerce yıllık Anadolu kültürüne bir Aşık Mahzuni gelmiş, sazıyla sözüyle nefesiyle bu kültürden beslenip, buraların hikâyelerini bize miras bırakmış, emanet edip gitmiştir.
Bizi ağlatan, güldüren, duygularımızı harekete geçiren, çocukluğumuzun ninnileri, acı zamanların dile gelişi, hasat günlerinin sevinci, donayazmış meyve bahçelerinin hüznü aşıkların sazında sözündedir.
‘Döndü’nün bir oğlu oldu. Adını Şerif koydular’ diye başlar Mahzuni Baba’nın özyaşam öyküsü. Berçenek’li, Kahramanmaraş’lıdır. Medresede Kur’an dersleri ile başlayan eğitim hayatı, köye ilkokul açılmasıyla Ankara Astsubay okuluna kadar gider.
Ancak çocukluğundan başlayıp bölgede çok yaygın olan Aşık kültürünün ve edebiyatının içinde kalmış, doğuştan gelen derinliği, söze ve yazıya düşkünlüğüyle erken yaşlarında saz ile tanışmıştır. Yörenin kıymetli ozanlarının da dikkatini çeker. Anadolu’nun güzel bir sözüdür; ‘Olan oğlak, olduğu günden belli olur’ derler.
Aşıklar iletişimin bu kadar yoğun olmadığı günlerde, Anadolu’nun bilgi taşıyan bilgeleridir.
Neyle beslersen bedenini, aklını, fikrini, neslini o olursun ya… Doğduğun bahçenin tohumudur ya çiçeğini açtıran. Öyle olur Mahzuni’de de… Hangi yörede ne oldu? Sel mi bastı, ekin iyi mi, yangın mı var, düğün mü geliyor? Aşıklar at üstünde köyden köye konuk olup anlatırlar hikayelerini saz eşliğinde… Mahzuni aynı zamanda halkın acılarını, sıkıntılarını Ankara’ya ileten söz geleneğinin de takipçisi olmuş, eserlerinde toplumun gerçekliğini, yaşadıklarını, döneminde bire bir türkülerine taşımıştır.
Her ne kadar ‘Yuh Yuh’ remix yapılıp, eller havaya gecelerinde çalınsa da türkü bestelenen bir şey değildir. Türkü yakılır! Alev alevdir… Bir şey olur, bir şey yaşanır, Aşık bir türkü yakar ki; o yaşanan nesiller boyu unutulmasın. Kıssa dile gelir aşığın sazında, dinleyen hissesini alsın diye.
‘Peçenekten yayan geldim / Aman doktor bak bebeğe / Beşiğini elden aldım / Aman doktor bak bebeğe’. Bunlar boş ve anlamsız sözler midir? Zaman zaman boş gibi görünen sözler olsa da halk kültürü geleneğinin ayak ve uyak usulünü bilmeyen cehalete öyle gelir, ola ki türkülere de güler geçer.
80’li yıllarda köyden kente göç dalgası zirveye ulaşırken Aşıklar da artık çizgileri iyice belirginleşen bu kültürün içinde, kendilerini yeniden konumladılar. Kimisi ticari ve lümpen olana doğru çevirirken yönünü; Mahzuni gibiler toplumsal meselelerin yanında durmaya devam ettiler. Bedelini de ödediler tabii…
Mahzuni Baba Aşıklık geleneğini tozlanmaya bırakmamış, her dönemde toplumun içinde yaşadığı dinamiklerden beslenerek canlı tutmuştur. Hatta büyük şehirlerde dolaşıp iyice ünlü (!) olduğu yıllarda bile doğduğu toprakları, o kültürü, o mütevazi tavrı unutmamış; sık sık köyüne dönerek ruhunu arındırmış, yenilemiştir.
‘Vay göresim geldi Berçenek seni / Dumanlı dumanlı oy bizim eller / Nasıl unuturum körpe yavrumu / Dumanlı dumanlı oy bizim eller / Oturup ağlasam delidir derler’.
Budur işte Mahzuni Baba.
Bir deryayı anlatmaya, bu zerre yazı yeter mi?
Bir halk ozanı değil yalnızca, bir tavır ve gönül üstadı, bir filozof anlattığımız.
Ferhan Şensoy usta sahnede saz çalarken ön sırada Aşık Mahzuni’yi görünce mahcup olur. Mahzuni hal insanıdır, fark eder ustanın durumunu ‘Sen kötü çalmıyorsun kurban, sazın iyi değil’ der. İki ay sonra gelir kulise, elinde bir saz vardır. Kendi ustasına yaptırdığı…
Sözü ustasına bırakalım: ‘Gücenme ey sofu baba / Biz aşığız kör değiliz / Ver bir selam al merhaba /İkiliğe yar değiliz.’
İyi ki bu ülkeden bir Aşık Mahzuni geçti.