IŞIN ELİÇİN
@IsinElicin
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ), abonelerine kısa mesaj göndererek su tasarrufuna çağırması canımı sıktı. Bu kadar kalabalık bir metropolde onca yoksulluk varken üstüne bir de susuzluğun, su kesintilerinin eklenmesiyle özellikle kadınların hayatlarının -küvette, kovalarda biriktirilen sularla aile fertlerinin ve evin hijyenini sağlamak, sebze ve meyveleri iyi yıkamak (yetmez ki sirkeli sularda bekletilir), yemek yapmak, bulaşık ve çamaşır yıkamak için çırpınırken- ne kadar zorlaşacağını, üstüne üstlük halk sağlığı açısından (kolera, dizanteri, bit salgınları gibi) tehlikeli sonuçları olabileceğini tahmin etmek zor değil.
Ama canımı sıkan olası su kesintilerinden ziyade İSKİ’nin çağrısıydı. İlk bakışta metinde sorun yok, dili özenli, kibar. Buradan okuyabilirsiniz.
Bireysel mi!
Fakat “Bu zor dönemi ancak bireysel su tasarrufuyla atlatabiliriz” cümlesine fena halde takıldım. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinden kaynaklanan ve bireysel tasarrufla aşılamayacak bir su krizinin eşiğinde bulunduğumuz gerçeğini perdelemesi bir yana, İstanbul’da yaşayan herkesi, her bir bireyi kullandığı su miktarı bakımından eşitleyen bu yaklaşım yanlış çünkü. Zenginler yoksullardan, havuzlu ve/veya bahçeli villalarda, sitelerde yaşayanlar, bitişik nizam apartmanlara tıkılmış olanlardan, otomobillerini her gün yıkatanlar toplu taşımaya talim edenlerden kat be kat fazla su tüketiyor.
Bilimsel bulgular öyle demiyor
Bu konuda yapılan ve nisanda Nature Sustainability dergisinde yayınlanan bilimsel araştırmanın bulgularını -İSKİ ve İBB yetkilileri de okur ve dikkate alır umarım- paylaşmak istiyorum.
Baştan belirtmeliyim ki araştırmacılar zengin ve yoksul vatandaşlar arasındaki su kullanımındaki büyük farkın, su kıtlığına çözüm ararken büyük ölçüde göz ardı edildiğini, bunun yerine arzı artırma girişimlerine ve su fiyatlarını yükseltmeye odaklanıldığını belirtiyor. Oysa su kaynaklarını korumanın tek yolu su kaynaklarını daha eşit bir şekilde yeniden paylaştırmaktan geçiyor.
Çalışmada örnek olarak Güney Afrika’daki Cape Town kentine odaklanılmış ve farklı gelir gruplarının su tüketimini veri alan bir modelleme yapılmış. Buna göre kentin en zenginlerinin -toplam kent nüfusunun yüzde 14’ü- su kullanımı toplam tüketimin yüzde 51’ine karşılık gelirken en yoksul yüzde 62’lik nüfusun payı yüzde 27’de kalmış. Tahmin edebileceğiniz gibi, zenginlerin kullandığı suyun çoğu temel olmayan ihtiyaçlara gitmiş: havuzlar, bahçeler, gıcır gıcır otomobiller…
Diğer şehirlere de uygulanabilecek bu modelleme, en zengin grubun su kullanımındaki değişikliklerin genel su miktarı üzerinde nüfustaki değişikliklerden veya iklim kriziyle bağlantılı kuraklıklardan daha büyük bir etkiye sahip olduğunu da gösteriyor. Araştırmacılar ayrıca, kıtlık zamanlarında zenginlerin özel sondaj kuyuları açtırıp yeraltı su kaynaklarının da önemli ölçüde azalmasına neden olduğunu söylüyor. Nihayetinde birkaç yıl süren kuraklığın ardından 2018’de Cape Town’un suyu hepten tükendiğinde, en yoksullar en temel ihtiyaçları için sudan mahrum kalmışlar.
2000’den bu yana Cape Town gibi aralarında Miami, Melbourne, Londra, Barselona, São Paulo, Pekin, Bengaluru ve Harare’nin de bulunduğu 80’den fazla büyük şehirde aşırı kuraklık ve su kıtlığı yaşandığını hatırlatan bilim insanları, kentsel su krizleriyle daha sık ve daha çok karşı karşıya kalacağımızı, yakın gelecekte 1 milyarı aşkın kentlinin suya erişimde sıkıntı çekeceğini öngörüyor. Nitekim martta Küresel Su Ekonomisi Komisyonu tarafından hazırlanan bir rapor da 2030 yılına kadar dünya genelinde su talebinin arzı yüzde 40 oranında aşacağı sonucuna vardı.
Cape Town örneği üzerinden kentlerdeki su krizine odaklanan çalışmanın yazarlarından Prof. Hannah Cloke, Guardian’a verdiği mülakatta, iklim değişikliği ve nüfus artışı nedeniyle suyun büyük şehirlerde giderek daha kıymetli bir kaynak haline geldiğini fakat yoksulların gündelik ihtiyaçları için suya erişimi açısından sosyal ve ekonomik eşitsizliğin daha büyük bir sorun yarattığını vurguluyor: “Gelecek projeksiyonlarımız dünyanın pek çok yerinde zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum büyüdükçe krizin de derinleşeceğine işaret ediyor. Ama kentlerde suyu daha adil bölüşmenin yollarını geliştirmezsek, nihayetinde sonuçlarına herkes katlanmak zorunda kalacak.”
Yaşamak için en temel ihtiyacımız olan doğal bir kaynaktan söz ediyoruz. Ama ne içerken ne de kullanırken adil erişebiliyoruz. Neden içme suyuna ayrıca para ödemek zorunda bırakılıyoruz? Musluktan akan suyu, örneğin Londra’da olduğu gibi neden içemiyoruz? Ya da Sydney’de olduğu gibi -orada da musluktan su içebiliyorsunuz- bahçelerin sulanması, havuzların doldurulması, otomobillerin yıkanması gibi temel olmayan ihtiyaçlar için şehir şebekesinin kullanılmasına neden cezai müeyyidesi de olan kurallar ve kısıtlamalar getirilmiyor da su kesintileri başladığında İstanbul’un suyunu daha az tüketenlerle daha çok tüketenlerin fedakarlıkta eşitlenmesini kabullenmemiz bekleniyor?
Şimdi değilse ne zaman? Yerel seçimler de yaklaşırken, bu en önemli doğal kaynağı nasıl paylaşacağımız konusunu masaya yatırmanın tam zamanı.