• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

İlişkilerde kazanan ya da kaybeden olmaz

23/10/2022 15:22

Dr. FEYZA BAYRAKTAR

@FeyzaBayraktar_

info@feyzabayraktar.com

Daha önce mutsuzluk hakkında yazmıştım; fakat mutsuzluk pandemisi için bir aşı ya da ilaç henüz bulunamadığı için -görünen o ki- bu konu üzerinde sık sık konuşacağız.

Ülkemizde mutsuzluk virüsünden etkilenen insan sayısının diğer ülkelerde yaşayıp bu virüse yakalananlardan daha fazla olduğunu söylersek sanırım yanlış olmaz. Bunun başlıca sebeplerinden biri elbette alım gücünün düşmesi.


Pandemi sürecinde insanlar, “Pandemi bitse de rutinimize dönsek” derken sonunda beklenen oldu ve korona virüs kontrole alındı. Ama bu sefer de pahalılığın kontrolden çıkması, hayalleri gerçeklere kurban etti.

Ekonomist değilim ama gözlemlerime ve kişisel deneyimlerime dayanarak söyleyebileceğim bir şey var ki pahalılık hiç bu kadar gündeme oturmamış ve insanları bu derece mutsuz etmemişti. Tabii ki gayrimenkulleri ya da kenarda köşede dövizi bulunanlar, alım gücünün getirdiği mutsuzluğa karşı bağışıklığı yüksek olduğu için rutinlerine kaldığı yerden devam edebiliyor. İnsanların çoğu ise eski rutinlerinde yapabildiği şeyleri artık -pahalılık nedeniyle- yapamamadığı için mutsuz.

Pahalılık pandemisi ve mutsuzluk

Para, önemli bir motivasyon kaynağıdır. Çalışırsınız, kazanırsınız ve kazandığınız paranın bir kısmıyla ihtiyaçlarınızı giderir, bir kısmını biriktirir, bir kısmını da keyif aldığınız şeyler için harcarsınız. Ancak bugün itibariyle gece gündüz çalışıp giderleri bile zor karşılayacak duruma gelmiş olmak, birçok insanın çalışma şevkini de kırdı. Zamanında yoğun çalışma temposu ardından bir hafta sonu yurt dışı seyahati yapmak, o tempoyu kaldırabilme adına güç verirken bugünlerde sadece yaşamsal ihtiyaçları gidermek için o tempoyu kaldırmak zorunda olmak birçok insanı bunalttı.

“Bütün restoranlar dolu, insanlar sürekli alışveriş yapıyor; demek ki pahalılık yok” söylemlerini değerlendirecek olursak; eskiden ev ya da araba almak için kredi alan, para biriktiren insanlar artık ev ya da araba almanın hayal olduğunu düşünüp cep telefonu için kredi alıyor. Birçok insan; “O kadar çalışıyorum, bir yemeğe bile çıkamayacak mıyım?”, “Bari telefonum en lüksünden olsun” dediği için restoranlar ve alışveriş merkezleri hala dolu. Dolayısıyla, yatırım yapmak için kredi almanın ya da para biriktirmenin yerini, küçük keyifler için para harcamak aldı. Sonuçta her insan duygu durumunu olumlu yönde etkileyecek araçlara ihtiyaç duyar, yoksa iş ile ev arasında sıkışmış hayatlarımızda nefes almak neredeyse imkansız hale gelir.  

İlişkilerin iyileştirici gücü

Tüm insanlık olarak travmatik süreçlerden geçiyoruz. Pandemi, ardından gelen savaşlar, siyasi gerginlikler ve tüm dünyayı etkisi altına alan pahalılık. Bu zorlu süreçleri sağlıklı şekilde atlatabilmenin yollarından biri, diğer insanlarla iletişim içinde olmak, yeni ilişkiler kurmak ve var olan bağları kuvvetlendirmek.

Peki biz toplum olarak sağlıklı ilişkilenebiliyor muyuz? İlişkilerin iyileştirici gücünü kavrayıp içselleştirebiliyor muyuz? Bu soruların üzerinde durup düşünmek gerek. İnsanlık olarak farklı sınavlardan geçtiğimiz bu günlerde, kendi hayatlarımızda verdiğimiz bireysel sınavlarda birbirimize ne kadar dokunabiliyoruz? Daha doğrusu dokunmayı ne kadar biliyoruz?

İlişkilerdeki hatalarımız

İlişkinin türü ne olursa olsun birçoğumuz sağlıklı, yetişkin ilişkileri kurmakta zorlanıyoruz. Bir ilişkinin gerçekliği, ilişkideki samimiyet ve netlikten geçer. Samimiyet ile sınırsızlığı, netlik ile hadsizliği birbirine karıştırabiliyoruz. Bunun sebeplerinden biri, birçoğumuzun ailesinde sağlıklı ilişkilenmeye dair örnek alınacak rol modellerin olmaması.

İnsanın karşısındaki kişinin tutum ve davranışlarının kendisini nasıl hissettirdiğini karşısındakine söylemek yerine, kırgınlığını karşısındaki kişiyi suçlayarak dile getirmesi ve karşısındakinin de bu durum karşısında ne yapacağını bilmeyip konuşmaktan kaçması ya da “En iyi savunma saldırıdır” deyip karşı saldırıya geçmesi, yapıcı tartışma ortamlarından çok yıkıcı kavga ortamlarında kendimizi anlatmaya çalıştığımızın bir örneği.

Kırgınlıklarımızı söylemeyi zayıflık olarak görmek, kırgınlıkların öfkeyle çıkmasına ve çözüm odaklı bir tartışma yerini, bir kişinin kazanacağı, diğerinin mağlup olacağı bir savaşa bırakmasına sebep olabiliyor. Dolayısıyla, ilişkilerimizde kırgınlıklarımızı biriktirip ya öfkeyle karşımızdakine patlıyor ya da o kişinin arkasından konuşup farklı kişiler tarafından dolduruşa getirilerek öfke düğümü haline gelebiliyoruz. Anlattığımız kişilerce ‘haklı‘ taraf olduğumuza ikna olursak kazanacağımıza inanıyoruz. Oysa, ilişkilerde kazanan ya da kaybeden olmaz. Bunu idrak etmekte güçlük çekiyoruz.

Bir ilişkide karşımızdaki kişinin tutum ve davranışlarından rahatsız olsak bile bunu söylemekten kaçınmamız, birçoğumuzun ortak sorunu diyebiliriz. Söyledik diye sorunun çözülmeyeceğini, dahası ilişkinin bitebileceğini düşünüyoruz; yani terk edilme korkusu yaşıyoruz. O yüzden tüm rahatsızlığımıza rağmen o kişinin yüzüne gülümseyip arkasından bolca konuşabiliyoruz. Tutum ve davranışlarının rahatsızlık verdiğinden bihaber kişi ise aynı şekilde davranmaya devam ediyor. Böylece, sorun çözümsüz kalırken rahatsızlık hisseden kişinin içi içini yiyor.

Tutum ve davranışlarımızı varsayımlardan yola çıkarak belirlemek, yani başkasının zihnini okuduğumuza inanarak hareket etmek de ilişkileri en fazla hırpalayan durumlardan biri. ‘O şu an böyle düşünüyordur, en iyisi ben de şöyle davranayım‘ düşüncesi, milyonlarca olasılık içinde bir senaryoya tutunup filmini çekmeye, dolayısıyla da bir ilişkiyi gerçek olmaktan uzaklaştırmaya sebep olabiliyor. Çok iyi tanıdığımız insanların, belli durum ve olaylar karşısında nasıl düşündüğünü ya da nasıl hissettiğini tahmin edebiliriz. Yalnız, bu tahminde bile yanılma payı vardır.

Ben senin için neler yaptım!

Toplumumuzda vericiliğin idealize edilmesi, saçını süpürge etmenin yüceleştirilmesi de insanların ilişkide yorgun düşmesine, verdiği kadar alamadığı zaman hayal kırıklığı ve öfke hissetmesine sebep olabiliyor. “Ben senin için neleri feda ettim sen biliyor musun?” sorusuyla karşısındaki kişiyi suçlu hissettirmeye çalışırken verdiğinin karşılığını almaya odaklanan insanlar için eşit ilişkilenme yollarındaki taşların parçalanması kaçınılmaz.

“Ben olsam bu şekilde davranmazdım” demek, yani, ‘Benim davranma biçimim doğru ve herkes bu şekilde davranmalı’ düşüncesi de ilişkilerde karşımızdaki kişiyi olduğu gibi kabullenmek yerine, ‘Nasıl davranmalı?‘ başlıklı bir talimatname varmış da karşımızdaki buna uymamış gibi bir tavır almamızın önünü açabiliyor. Böylece, “Kimse beni anlamıyor” serzenişleri, sadece kendine odaklanmaya ve başkalarını görmezden gelmeye sebep olabiliyor. Oysa insanlar bizi anlamak zorunda olmadığı gibi ilişkilerimizi sürdürmek istiyorsak ortak bir noktada buluşmayı becerebilmemiz gerek. Buluşamıyorsak da yolları ayırmak, kendi doğrularını dayatma havuzunda boğulmaktan çok daha sağlıklı.

Beklentilerin açıkça ifade edilmemesi, karşımızdaki kişinin bizim beklentilerimizi kendiliğinden anlayıp ona göre davranmasını istememize, yani gerçekçi olmayan beklentilere, dolayısıyla o ilişkiyle ilgili sürekli yakınmaya sebep olabiliyor. İnsanlardan beklentilerimizin olması doğal ama herkesin sevme ve ilişkilenme biçimi farklı olduğu için -ona söylemediğimiz halde- bizim beklentimize uygun bir şekilde davranmasını bekleyemeyiz. Beklentilerin karşılıksız kaldığı ilişkilerde doyum olmayacağı için o ilişkinin kopması da kaçınılmaz.

İlişkideki değerimiz

Sağlıksız ilişkilenme biçimlerinin altında yatan en temel sebeplerden biri, ebeveynlerimizden alamadığımız sevgiyi başkalarından almaya çalışmamız ve dolayısıyla karşımızdaki kişiden koşulsuz sevgi, ilgi ve anlayış beklememiz. Bir yetişkin olduğumuzu unutup karşımızdaki kişinin arkadaşımız, sevgilimiz, tanıdığımız değil de ebeveynimiz olduğunu varsayarak içsel karmaşalardan sıyrılamamamız. Bir yetişkin olarak kendimize vermemiz gereken sevgiyi bir başkasından beklememiz ve o sevgiyi alabilmek için de bazen fazlasıyla vermemiz. Terk edilmekten korktuğumuz için karşımızdakinin tutum ve davranışlarından hoşnut olmasak bile ona söylemememiz. Onun tutum ve davranışlarına göre kendimizi değerli ya da değersiz hissetmemiz, yani kendi değerimizi bir başkasının tutum ve davranışlarına endekslememiz.

Aslında ilişkilerde görülen tüm bu tutum ve davranışlar çoğunlukla romantik ilişkiler kapsamında değerlendirilse de günlük rutinimizde hemen herkesle ilişkimizde kendine bir yer buluyor. İlişkilerin iyileştirici gücü ne kadar büyükse yıkıcı gücü de bir o kadar büyük. Almak için vermek ve borçlu hissettirmek, kırgınlıkları dile getirmeyip öfkeyle saldırıya geçmek ya da terk edilme korkusuyla ses çıkartmamak ama arkadan konuşmak, varsayımlar üzerinden hareket etmek, tek bir sevme ve ilişkilenme biçimi varmış gibi insanları olduğu gibi kabul etmemek, beklentileri dile getirmeyip karşımızdakinin anlamasını beklemek ve pasif agresif bir tutum sergilemek, kendi değerimizi naylon torba gibi başkalarının eline tutuşturmak da bir ilişkiye iyileşmek için girip hastalanarak çıkmayı kaçınılmaz kılar.

Hepimiz zor günlerden geçiyoruz. Bu süreçte en önemli ihtiyacımız, birbirimize destek olarak iyileşmek. Sadece başkalarını taşımaya çalışmak tükenmişliğe, kendilerimizi başkalarına taşıtmaya çalışmak yalnızlaşmaya, hayatın yükünü birlikte taşımak için ortak noktada buluşmaya çalışmaktansa ilişkiye hükmetmeye çalışmak da yorgunluğa sürükler insanı. Bir yetişkin olarak ilk önce kendimizi sevip kollamayı, diğer bir deyişle kendi kendimizin ebeveyni olmayı, bu sevgiyi zenginleştirmek ve başkalarından destek alıp başkalarına da destek verebilmek için eşit ve sağlıklı ilişkilenebileceğimiz bir zemin oluşturmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Kategori:Agora, Vitrin-mobil

Tüm yazılar: Psk. Dr. Feyza Bayraktar

SON HABERLER

10 ilde yağış bekleniyor: Dördüne sarı kodlu uyarı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne (MGM) göre bugün 10 ilde yağış bekleniyor. Bunlardan dördüne sarı kodlu uyarı var.

Trump: Şi'yle TikTok anlaşmasını onayladık

ABD Başkanı Donald Trump, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’le TikTok anlaşmasını onayladıklarını duyurdu.

CİMER şikayetiyle gözaltı: Köyceğiz belediye başkan yardımcısı için ev hapsi kararı

Muğla’da CHP’li Köyceğiz Belediyesi’ne başlatılan soruşturmada belediye başkan yardımcısı Özgür Örnek için ev hapsi kararı verildi.

Can Holding soruşturması: Dokuz şirkete daha kayyım atandı

Can Holding hakkında yürütülen soruşturmada dokuz şirkete daha kayyım atandı.

Borsada manipülasyon soruşturması: Investco Holding'le ilişkili 13 kişi tutuklandı

Borsa İstanbul’da (BİST) bazı işlemlerde manipülasyon yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan Investco Holding çalışanı 19 şüpheliden 13’ü tutuklandı, altı kişiyse adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

MetroPOLL anketi: İkinci turda Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun 1 puan önünde
Erdoğan, Diyarbakır'da Sancar ve Demirtaş'ı hedef aldı: Bunlar Kürt değil

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 881 gündür hapiste

YAZARLAR

Masama önce itfaiyeci Can, sonra Beşiktaş geldi

Behzat Şahin

Bir tepki ve hatırlatma şekli olarak 'seçilmiş' sıfatı!

Murat Sevinç

'Kızılcık Şerbeti'nden 'Kaos Şerbeti'ne: Adalet ve sansürün yerli melodramı

Zehra Çelenk

Alışkanlıklar özgürleştirir mi zincirler mi?

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Bir atkının iki ucundaydı aşk ve hayat!

Ayhan Tinin

Kıdemli diplomat Alon Liel: 35 yıl hizmet ettiğim ülke bu İsrail değil

Arda Ekşigil

Yenikapı Kahvesi, edebiyat, aşk ve dostluk üzerine

C. Hakkı Zariç

GÜNÜN 11’İ

Murat Ağırel: Hakemlerin suç duyurusuyla futbola da soruşturma başlatıldı

Ali Gültiken: Futbolla alakası olmayan beş kişiye 'Beşiktaş'a kadro yap' desek böyle bir orta sahayla uzun süre oynamaz

Ayşen Şahin: Hangi naifliğin izleyicisi olalım?

Onur Çanakçı: Dolar artıyor ama enflasyon daha hızlı koşuyor

Serhat Demirel: Sahte ilaç konusunda dikkatli olmak lazım

Atilla Aşut: Yargısı teslim alınmış bir ülke, düşman ordularınca işgal edilmiş bir ülkeden daha savunmasızdır

Mustafa Karaalioğlu: Ölçümler sınırsız güç kullanımının iktidara yaramadığını söylüyor

Umur Talu: Artık iktidarın iki de 'playlist'i var; ikinci 'playlist'te hemen 'pause'a basılıyor

Deniz Zeyrek: Sadece sürecin sahibi değil, sonucu ve parametrelerde de görüş ayrılıkları var

Damla Doğan Tuncel: Altı ayda en çok değişen toplumun ruh hali

Ömer Önhon: Türkiye ile İsrail açıktan silahlı vuruşmaya dönüşmemiş temkinli bir çatışma ortamında karşı karşıya

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×