Marmara Bölgesi, Türkiye’nin ‘sanayileşme havzası’ olarak nitelense de, gerçekte, Bölge’nin bir yağma ve/veya kaptı kaçtı ekonomisine dayandığı açık.
Marmara’da kesin olan şu: Geride kalmış olan düne dair yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
Otopsi, başarılı uzmanlarca yapılsa da, artık hiçbir zaman Marmara Denizi eskisi gibi olmayacak.
Ama Kanal İstanbul için durum tamamen tersi
Kanal İstanbul; ekoloji, kentbilim ve çevre hukuku kuralları bir yana bırakılarak, bir kişinin inadı ile dayatılan bir yıkım projesi.
Bunun karşısında tek ve son çare, direnme hakkını kullanmak.
Bunun doğrudan anayasal temeli var:
‘Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir’ (md.56).
Dayanağını, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden alan ‘direnme hakkı’, jus cogens (bağlayıcı kural) niteliğinde.
‘Hak/hukuk/adalet’ için uzun Haziran yürüyüşünü gerçekleştiren CHP, çevresel adalet için Kanal İstanbul’a karşı direnişi de örgütleyecektir.