Can Atalay, milletvekili seçilişinin 1. yılında AYM kararını ve bunun uygulanmasını bekliyor.
Tayfun Kahraman, adil yargının gerçekleşmesi beklentisiyle özgürlükten yoksun son yaş günü olmasını diliyor.
Selçuk Kozağaçlı, 28 Şubat mağduru mahpus paşalar için “çıplak zulüm” nitelemesi yapıyor.
Osman Kavala, Ö. Özel görüşmelerini “müdafaa-i hukuk” olarak niteliyor.
Demokrasi ve hukuka inançlı dört üretken insan, aysbergin görünen yüzü: ellerinde bıçak, pala, sapan, ok, tabanca olmayan, korumaları ve makam araçları bulunmayan kişiler, mahpus tutulabiliyor ve lehlerinde verilen yargı kararları uygulanmıyorsa, Türkiye genelinde siyasal nedenler ve/ya adil yargılanma hakkı ihlalleri sonucu özgürlükten yoksun kılınmış yurttaş sayısının fazlalığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Bu nedenle, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem gibi Atalay-Kahraman-Kozağalı ve Kavala’nın demokrasi ve hukuk umudunu sürekli kılıp yaygınlaştırmalıyız.
“Hukuk ve liyakat yokluğu”, 15 Temmuza giden yolun temel taşlarını döşemişti. Bu dönemin ürünü olan PBDBY uygulamasının ilk beş yılında TBMM’de yasa önerisi anından AYM kararından sonraki evreye dek, partizan düzenlemelere karşı ‘hukuk ve liyakat’ uyarılarımızı, Cumhur İttifakı hep kulak ardı etti.
Şimdilerde günışığına çıkmaya başlayan çete ve işbirlikçileri arasındaki hesaplaşmalar, şu soruyu meşru kılıyor: demokratlar ve hukuk savunucuları hapse konuldukça, meydan mafya ve çeteleşmelere mi kalıyor? Cemaat ve tarikatlar ise, “hukuk ve liyakat” yerine partizan uygulamalara açık düzenlemelerle 6 yılda yaratılan “2. paralel devlet” tehlikesinde, Cumhur İttifakı’nın öteki kanadı değil mi?