
PROF. DR. NİLÜFER YILDIRIM
@profdrniluferyildirim
sadedusun@gmail.com
Sebep doğurganlığın sona ermesi mi? Adet kanamalarının kesilmesi mi? Sıcak basması, enerji kaybı mı?
Tabii ki değil…
Bu belirtiler bizim dünyevi algılarımızla hissettiklerimiz. Yumurtalıktaki yumurta rezervi azalınca aksaklıklar kendini göstermeye başlar ve anlarız; geliyor gelmekte olan!
Bilinçdışı asıl korkumuz kadına tek bir konuda torpil yapan doğanın verdiği o çok değerli hormonlarımızı kaybetmek. Yani ergenlikten beri her ay bir devinim halinde olan, fiziksel-zihinsel-duygusal halimizi yöneten östrojen ve progesteron.
İlerlemiş yaşına rağmen düzenli adet gören hanımlara gıpta etmemizin nedeni de bu.
Menopozdaki sıcak basması, gece terlemesi, tahammülsüzlük, uyku bozukluğu, hayat enerjisinin
düşmesi, özellikle bel çevresinde biriken yağlanma artışından şikayet ederken metabolik düzeydeki
yıkım aklımıza gelmez.

Hormon kaybı kemikleri, beyindeki nöronları ve kalp-damar sistemini yaşlılık ile aniden yüzleştirir. Ömür daha kısa, iş hayatı daha kolay ve aileler kalabalık olsaydı kadın geç menopoza girip, köşesinde oturup bir süre sonra da hastalıklar nedeniyle hayatını kaybedebilirdi.
Oysa günümüz modern yaşamında kadın daha az doğum yapıp, batı tipi inflamatuar beslenme
nedeniyle yumurtalarını hızla tüketirken bir yandan da ömür uzuyor. Bu da hayatımızın neredeyse
yarısını hormonsuz geçirmemiz demek.
Obezite, diyabet, depresyon, Alzheimer, kemik erimesi, kalp krizi, inme ve tüm yaşlılık hastalıkları için
menopoz bir milat gibi. Üstelik menopoz bir günde gelmiyor, birkaç yıl öncesinden kendini belli
ediyor. Menopoz öncesi ve hemen sonrasındaki bu döneme perimenopoz diyoruz. Bu dönemde
kanama düzeninde veya miktarındaki değişiklikler sinyal olarak algılanmalı.
Foliküller bitince
Sağlıklı bir döngüde birbirini dengeleyen östrojen ve progesteronun oranları değişince hayat
konforunu bozan kanamalar, adet düzensizlikleri ve meme hastalıkları ortaya çıkabiliyor. Önce
progesteron azalıyor, çünkü sadece çatlayan folikülün kabuğundan salgılanıyor.
Foliküller bitince östrojenin de kaybıyla ilk birkaç yılda kadının sağlığı hızla bozuluyor.
Hormonlar sistemik etkilidir yani beyinden kalbe, damarlardan sinirlere ve cilde kadar her yeri etkiler. Ciltteki kolajen yapımı da, uyku düzeni de, metabolizma da, enerji üretimi de hormonların
kontrolündedir.
Östrojen ve progesteron kaybı da sadece jinekolojik bir durum değil, doğurganlık veya libido azalması ile sınırlandırılamaz. İşte bu yüzden menopoz sonrası hastalıkları tedavi etmek veya ilaçlar-takviyeler yüklemek yerine, günümüzde her menopozun erken olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Araştırmalar aceleye getirildi
Her konuda çığır açan tıp dünyası uzun süre kadının hormon kaybını doğal (!) olarak kabul etmiş, gelişmeler de ağır-aksak ilerlemişti. Yapay hormonsu kimyasallar ile yapılan, yanlış planlanan ve
erkenden sonlandırılan araştırma (WHI – Women’s Health Initiative çalışması) sonuçları da araya girince bu konu neredeyse rafa kaldırılmıştı. Araştırmayı yapanların sonradan yaptıkları açıklamalar bile meme kanseri korkusunu azaltmamıştı. Oysa bu çalışmalarda kullanılan hormona benzeyen ama hücresel olarak tanınmayan bu kimyasallardan daha iyisi yapılabilirdi.
Neyse ki son yıllarda bu ihmali telafi edecek hızlı gelişmeler oldu. Öncelikle menopoz dönemindeki değişikliklerin bütüncül olarak değerlendirilmesi gerektiği kabul edildi. Hücre çekirdeğindeki reseptör
ile uyumlu, moleküler olarak insan östrojen ve progesteronunun aynısı üretildi (biyo-eşdeğer), farklı
uygulama yöntemleri denendi ve bilimsel sonuçları da açıklandı.
Biyoeşdeğer hormon araştırmaları
Biyoeşdeğer östrojenin meme kanseri riskini artırmadığı da artık biliniyor. Zaten öyle olsaydı menopoza geç giren tüm hanımların korkması gerekirdi. Dünyada hızla yaygınlaşan bu tedavi protokolü ‘Menopozda biyoeşdeğer hormon replasman tedavisi‘ olarak adlandırılıyor.
Ülkemizdeki uygulamaların gelişmesinde Fonksiyonel Tıp Akademisi ve tabi kurucusu Dr. Mustafa
Atasoy’un katkısı çok değerli. FTA hem dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip edip hem de daha etkili
uygulama protokolleri oluşturdu ve interaktif doktor eğitimlerine de devam ediyor.
FTA ekolü ile menopoz yönetiminde biyoeşdeğer hormonları daha etkin olan ciltten ve vajinal yoldan uyguluyoruz. Çünkü doğala özdeş hormonların vücuda alınması da fizyolojik olana benzemeli yani sindirim sisteminden geçmeden kana karışmalı ve tüm vücuda dağılmalı. Ağızdan alınan tüm ilaçlar ve
takviyeler barsaklardan emilerek karaciğerde detoksifikasyona uğrar. Bu da verilen etken maddenin
çoğunu kaybetmemiz demek.
Östrojen beyindeki ısı regülasyonunu da kontrol eden bir hormon, perimenopozal dönemdeki
hormonal dalgalanmalar iç-dış ısı dengesini bozuyor. Sıcak basması veya terleme gibi şikayetlerin
nedeni de bu. İyi haber şu ki biyoeşdeğer hormonlar yerine konduğunda en kolay ve hızlı düzelen de
bu belirtiler. Aynı şekilde cilt, vajina, göz kuruluğu da hızla düzelen belirtiler arasında. Tüm bunlardan
daha önemlisi uzun vadede ortaya çıkabilecek kemik erimesine bağlı kırıklar, kalp krizi-inme ve
demans riskini düşürmesi.
Menopoz yönetimi nasıl yapılır?
Menopoz fiziksel-zihinsel-duygusal olarak kadını alt-üst eden hormon yoksunluğu olduğu için
yönetiminin de bütüncül olarak yapılması çok önemli, ‘menopoz yönetimi’ eksik olan hormonu
tamamlamaktan daha ötesi.
Sindirim bozukluğu olan, barsak florası bozulmuş bir kadının östrojen atıklarından kurtulması mümkün değil. Veya uyku düzeni bozulmuş, demir deposu tükenmiş, kortizol baskınlığı ile yaşayan bir kadın istediği hormonu yüksek dozda bile kullansa faydasını göremez. Bu nedenle hastalarımızı fonksiyonel tıp bakış açısı ile değerlendirip, bütüncül iyilik haline ulaşmak için kök nedenlerini de tedavi etmeyi amaçlıyoruz.