HÜRREM SÖNMEZ
Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann çocukluğuna dair şöyle der; “Belli bir an vardı çocukluğumda; o an benim bütün çocukluğumu yıktı. Hitler’in birliklerinin kente girişi. Bu o denli güçlü bir şeydi ki anılarım o günle başladı; başka deyişle erken gelen, o güçte olanını daha sonra çekmediğim bir acıyla.”
Memleketimiz de nesilden nesile intikal eder şekilde çocukluk hatıraları travmayla başlayan insanların yaşadığı bir kara parçasıdır.
Zarok TV, sosyal medya hesabından paylaşılmış bir video izliyorum; iki yaşlarında dünya güzeli bir kız çocuğu var, siyah lüle saçlı tombul yanaklı, annesi üstünü giydirirken o televizyondaki çizgi filmin şarkısına sallanarak, gülücüklerle eşlik ediyor.
Zarok TV Kürtçe ve Zazaca çizgi filmler, masallar yayınlayan bir çocuk kanalıydı ve kapatıldı. O minik kız çocuğu şimdi sabahları uyanıp kararmış ekrana bakıyor olsa gerek anlamayan gözlerle.
Oysa çocukluğuna darbenin gölgesi düşmüş nesil olarak iyi biliriz çizgi filmlere sığınmanın büyüsünü. Yetişkinlerin dünyasını rehin almış çatışmaların, bombalı saldırıların, sokağa çıkma yasaklarının ortasında, başka bir çocuk dünyası yaratmayı, Marco’nun peşine takılıp haritada Arjantin’i bulmayı, Heidi’nin koştuğu dağları hayal etmeyi.
Çocukların hayallerini, anadillerini ellerinden almak isteyen bir devletin epey kötü olması gerekir ve bizim devletimiz kötülüğüyle maruftur.
Tuzluklara terör propagandası var diye el konulmuş bir ülke burası, elbet çizgi filmde de bulmuşlardır bir tehlike; malum, siyasi tarihimiz bir hukuk garabetleri külliyatıdır.
Çocukluğu bıçakla çentik atılmış gibi orta yerinden yara alanlar, akılları erdiğinde edebiyata sığınır çoğunlukla. Yazı yaraları kanatırken iyileştirir de aynı zamanda, insanı ve dünyayı iyi eder sanat ve edebiyat. Bizi iyi insan yapar.
Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Murat Özyaşar, Rênas Jiyan…
Edebiyatçılar, gazeteciler, akademisyenler; düşünen, üreten başka türlü bir dünyanın mümkün olduğu hayalini besleyen her kim varsa tutuklanıp hapse atılırken, bu kararları veren bazı yargıçlar ve savcılar var bu ülkede.
Onlar mahcubiyet duymuyor olabilirler ama biz onları sarayda cumhurbaşkanını alkışlayıp, cübbelerinde ilikleyecek düğme ararken hatırlayacağız daima.
“Çay toplamaya gittiysek ne var bunda oğlan bizim kız bizim” demeçleriyle hatırlayacağız.
Onlar yargıladıkları, gözaltına aldıkları insanların kelimelerini asla anlayamayacaklar ama biz onların verdikleri kararları gayet iyi bileceğiz ve hiç unutmayacağız.
2005 yılında Londra’da göçmen bir gencin polis tarafından öldürülmesinin örtbas edilmesi, savcılar ve yargıçların gayretiyle cezasız bırakılması üstüne şöyle yazmış Saramag: “Artık biliyorsunuz, bir gün önümüze bir beyaz peruk çıkarsa şu filmlerde görünenlerden, onu taşıyan kişiye onurlu insanların bu mahkemeler hakkında ne düşündüğünü söyleyin. Çünkü sorun adalet değildir, bütün dünyada adaleti idare eden yargıçlardır.”
Bugün yazılan o kararlar, fezlekeler geleceğe intikal edecek utanç tutanaklarıdır. O adı sanı asla bilinmeyecek hakimler ve savcılar gelecekte çocuklarımızın, torunlarımızın ders diye okuyacakları karanlık bir tarihi yazıyorlar şu anda.
Hatırlamak mecburiyetindeyiz, ömrümüz vefa etmezse diye ardımızdan gelenlere de hatırlatmak.
O kararların altına imza atan yargıçları, savcıları cübbeleri içinde gördüklerinde, bu ülkenin onurlu insanlarının o mahkemeler hakkında düşündüğünü söyleyecek, hakikatlerden konuşacak birileri kalmak zorunda geriye, kalacaktır da.
Yazar Murat Özyaşar’ın gazeteci eşi Sibel Oral şöyle demiş; “Biz iyiyiz, dimdik ayaktayız. Yine okumaya, yazmaya, iyi insan yetiştirmek için yaşamaya devam edeceğiz.”
İnsana umut veriyor kararlılığı ki bu kararlılık haklı olduğunu, masum olduğunu, doğrudan yana olduğunu bilmenin kararlılığıdır.
Edebiyatçılar, gazeteciler tutukluyken o esnada devam etmekte olan Lozan tartışmaları ile pek âlâkadar değilim açık konuşmak gerekirse, fetih iştahı kabaranlara tarih ve siyaset bilimi bir cevap hazırlıyordur elbet benim boyumu aşıyor.
Ama sosyal medyada dolaşan bir paylaşım takılıyor gözüme. Musul, Kerkük ve Halep’i içine alan, Lozan öncesini gösteren bir haritayı paylaşarak şöyle yazmışlar: “Çocuklarımıza bu haritayı öğretmeye başlamak lazım.”
Düne kadar bombardımanda ölen Halepli çocuklar için ağlayan Osmanlı torunlarının acısı çabuk geçmiş olacak ki, o çocukların yurtları, toprakları üzerinden istikbal belirliyor, savaş ganimeti vasiyet ediyorlar çocuklarına… Hiç yüzleri kızarmadan…
Naylon botlarda Ege’nin karanlığa gömülen insanları hatırlayıp hiç vicdanları sızlamadan… Yarattıkları şu yeryüzü cehennemine bakmadan…
Bu ülkedeki onurlu, iyi yürekli insanların kendi çocuklukları da çocuklarınınki de ellerinden alınmak istenmiştir hep devlet tarafından.
Murat Özyaşar’ın kızı Mavi Lorin henüz 20 günlük, çok şükür hatırlamayacak babasının götürülüşünü ama hep bilerek büyüyecek bu devletin yaptıklarını.
Siz ne yaparsanız yapın, bu ülkede yaşayan onurlu insanlar, başkalarının çocuklarının kanı üzerinden savaş ganimeti devşirmeyi hayal edenlerin karşısında, menfaat çirkefine bulanan barbarların içinde alınları dik durmayı öğretecekler çocuklarına.
İyiliği ve iyi insan olmayı öğütleyecekler daima…
Kimsenin hakkına el uzatmamayı, kimsenin hayatına göz göz dikmemeyi…
İyi yürekli insanların kelimeleri var ellerinde, zamanı aşan, mekanları aşan.
Kelimeleri tutsak edemezsiniz, sizin tozlu dosyalardaki utanç verici kararlarınız, fezlekeleriniz, kanun hükmünde kararnameleriniz değil, iyi yürekli insanların kelimeleri kalacak geriye hayattan.