1 Mayıs’ı emekçilerin, işçilerin bayramı ilan edip sonra da onu kutlamalarını kısıtlamak pek akla sığan bir şey değil. Türkiye’de bu kutlamanın odak noktası, ne dersek diyelim Taksim Meydanı’dır. Bu Meydan başlı başına bir tarihtir, bir bellektir. Bellek katmanlarıyla yüklüdür Taksim. Cumhuriyet oradadır, 27 Mayıs oradadır, işçi sınıfı ve 1970’ler oradadır. Ve toplumsal bellek böyle bir şeydir. İnsanlar o meydanı kullanarak kendi belleklerini, tarih ve geçmişlerini canlı tutmak istiyor.
İktidarın işçi sınıfına başka bir meydanı kutlama alanı olarak göstermesi sorunu çözmez. Tersine, sorun doğurur. Çünkü o öneri, değindiğim belleğin “silinmesine” dönük bir girişim olarak algılanıyor. Öyledir de. Kentin, toplumsal alanın sürekli olarak “yenilenmesi”, onun hafızasından arındırılmasıdır. İlgili kesimler buna itiraz ederler. Kaldı ki, yeni alan önermesi geleneksel bir devletçi refleks oluşturuyor.
… Ak Parti iktidarının toplumsallık anlayışıyla anlaşamadığım nokta bu: toplumsallığa (kamusallık denen kavramın doğrusu) müdahale ediliyorsa orada ağır bir devletçi tepki, tavır, tutum var demektir. 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı haline getirilmesi ne kadar doğru ve önemliyse toplumsal alanın yasaklanması o ölçüde yanlış.
Nedeni çok açık: toplumsallık mekânından soyutlanır bir şey değildir. Hele bu yasağın sağlanabilmesi için bütün yolların, iskelelerin, köprülerin tutulması, kentin kapatılması sadece yanlış değil o devlet refleksinin en uç noktada gösterilmesidir ki, bu Gezi olaylarından beri söylüyorum, büyük toplum kesimlerine siyaset yaptıran Ak Parti’nin siyaset anlayışıyla çelişir. Bir de, bu 1 Mayıs yasaklaması 1970’lerdeki, Soğuk Savaş yıllarındaki, sağ iktidarların sol korkusunu, endişesini anımsatır.
Siyaset toplumsal, toplumsal olan mekânsaldır. Taksim orada durdukça ilgili bellekler yaşayacaktır.