ONUR ÖNCÜ
@oencueonur
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’yi Ankara’da görkemli karşıladı. Hal böyle olunca Erdoğan’ın Sisi hakkında geçmişte söylediği ‘darbeci’, ‘katil’, ‘zalim’ gibi sözler akla geldi. İktidar ve iktidara yakın medya hiç oralı olmadı.
Peki ne oldu da Erdoğan iki üç yıl öncesine kadar “Aynı masada oturmam” dediği Sisi’yi havalanında bizzat karşıladı, ‘krallar gibi’ ağırladıktan sonra yine bizzat uçağına kadar yolçu etti.
Uluslararası İlişkiler uzmanı Doç. Dr. Hakan Güneş, Erdoğan’ın Sisi hamlesini, “Sermaye, Erdoğan’a büyük lokmasını yutturdu” diye yorumladı.
Peki şimdi ne olacak? Hem Mısır hem de Türkiye açısından iki ülke ilişkilerinin düzelmesi ne anlama geliyor? Mısır-Türkiye ilişkileri Ortadoğu için siyasi bir ittifaka dönüşür mü? Güneş sorularımızı yanıtladı.
Davutoğlu’nun kendisi değil, fikri iktidarda
Erdoğan neden Sisi politikasını değiştirdi?
2005’lerin sonlarında yavaş yavaş ortaya çıkan, daha İhvancı ve Yeni Osmanlıcı açılımları içeren yaklaşım, Suriye savaşıyla birlikte güç kazanmıştı. 2019’da o politikaların sonuna gelindi. Dolayısıyla duvara toslandı.
Bunun yanında Türkiye’de ekonomik zorluklar çok ciddi bir şekilde kendini göstermeye başladı. 2019’da AKP, ondan önceki 10 yıllık politikasını revize etme kararı aldı. Bunun kısmen sonuçlarını görebiliyoruz. Sisi’yi bu bağlama yerleştirebiliriz.
Bu durum iç politikadaki ittifak anlayışlarıyla da ilgili. Ama aynı zamanda Türkiye’deki sermayenin, AKP hükümetinin beklentileriyle ilgili.
Nasıl yani?
Çünkü ondan önceki 10 yıllık açılım, birçok başlıkta çıkmaza girince, sermayenin burada önünü açmak üzere basınç oluşturdu ve AKP’yi bu noktaya çekti.
AKP, ‘Yeni Osmanlıcılık’ politikasında çok ısrar etti. Eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olduğu dönem bu politika benimsendi…
Ahmet Davutoğlu’nun kendisi değil, fikri iktidarda.
Mimarı Ahmet Davutoğlu ama özellikle 2016 sonrası AKP’nin kadrolarında ciddi bir ‘kayıp’ var. Eğer ‘başarılı’ kadrolar olsaydı, ‘Yeni Osmanlıcı’ politikalarında başarılı olabilir miydi? Yoksa bu, başarısızlığı zaten belli bir politika mıydı?
Yeni Osmanlıcılığı içine yerleştirebileceğimiz daha geniş ekonomik politik düzlem aslında alt emperyal açılım, bölgesel güç olma yaklaşımı. Buradan bakıldığında konu AKP’yle sınırlı değil. Türkiye’deki sermaye düzeni ve sermayenin tamamıyla ilgili. Fakat AKP bunun özel bir biçimi. İçinde İslamcılığın daha güçlü olduğu, Türkçülüğün belli bir düzeyde olduğu Yeni Osmanlıcı bölgesel açılım olarak tezahür ediyor. O yaklaşımın, tabii birtakım doğal sınırları vardı, o sınırları fazla zorlayan, fazlasıyla maceracı, o yaklaşımın yanlışlığı bir yana, o haliyle de başarılı uygulanmasını sağlayacak kadrolardan da yoksundu. Çünkü iş bilen kadroların tasviyesi söz konusu oldu. Dolayısıyla çok konuya vakıf olmayan kadrolarla işi daha da beceriksizce yönetmiş oldular.
‘Başarısızlığa’ mahkûm bir politika mıydı?
Daha önceki dönemde Batı’yı arkasına alan yaklaşım ön plandaydı. Fakat her cephede kavga eden, her taraftan daha fazla pay isteyen bir yaklaşım geliştirdiler. Dolayısıyla da uluslararası merkezlerden ‘Hangi taraftasınız, kiminle çalışıyorsunuz?’ soruları geldi. Bunu bir tür denge politikasıyla ayakta tutmaya çalışıyorlar ama Amerika ile sorun yaşadıkça Rusya’ya, Almanya ile sorun yaşadıkça İngiltere ve Amerika’ya, farklı ülkelere yaslanmalar söz konusu. Bu da hem güven vermiyor hem de istikrarlı bir gelecek vadetmiyordu.
Erdoğan ‘darbeci’ dediği Sisi’yi, sanki hiç sorun yaşamamış gibi ağırladı. Ondan önce Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad için de ‘katil’ demişti, ama bir anda biz ‘normalleşme’ sürecini konuşuyor olduk. Bu ‘dönüşler’in kamuoyunda etkisi nedir?
Erdoğan’ın bir kerameti varsa o da bu. En olmayacak konuları kendi tabanına aktarmada, benimsetmede, rızalarını devşirmede çok başarılı. En bilinen örneği verelim. “One minute” dediğinde, sadece Türkiye değil, bütün bölge ülkelerindeki insanları ayağa kaldırabiliyor. Sonra, “Ben mi sizi oraya gönderdim” diye Mavi Marmara gemisine ilişkin açıklama yaptığında da herkes susuyor. Kendisi açısından böyle büyük, karizmatik lider özelliği var. Zaten 22 yıldır iktidarda kalmasını sağlayan faktörlerden biri de toplam üzerinde azımsanmayacak büyük bir etkiye sahip olmuş olması. Bugün bunun özellikle ekonomik nedenlerle aşındığını görüyoruz. Fakat Erdoğan’ın bir başarısı varsa, gerçekten bu tür zikzakları yapabilecek bir karizmatik güce sahip olmasıdır. Şimdi Sisi’yle ilişkileri de aynı çerçevede değerlendirdiğimizde, neredeyse altı yedi yıl Rabia işaretleriyle kendilerini ülke içinde ve dışında temsil etti. Erdoğan, Rabia işaretini partinin ve hareketin ana sembolü yaptı.
Erdoğan’a güven çok düşük
Ortadoğu’dan bakıldığında Erdoğan nasıl bir konumda?
Ortadoğu’daki yöneticilere bakalım, çoğu demokratik olmayan krallıklar vs. Şimdi bunlarla yine pragmatik bir ilişki sürdürülüyordu. Mesela Mısır’la zamanında serbest ticaret bölgesi açmış ve çok önemli bir partner olma yolundaydı. Suriye ile neredeyse ekonomiyi birleştiriyordu. Irak’ta hem Erbil hem Bağdat’la ilişkiler sürdürülüyordu. Burada şu izlenim çıkıyor: Ortadoğu’daki liderler açısından da güven vermez, maceracı bir ortak. Erdoğan’a güven çok düşük.
Ortadoğu halkları açısından baktığımızda da hem açılım süreçleri hem Türkiye’nin 2000’lerde yaşadığı göreli ekonomik büyüme hem de AKP’nin bu dönemde askeri güce değil de yumuşak güce verdiği önem sayesinde en çok da ‘one minute’ olayında ortaya çıktığı üzere, büyük bir sempati dalgasına neden oldu. Fakat bu da artık eski hikâye, 10 yıl oldu. Şimdi oradan geriye Ortadoğu halklarının Erdoğan’a güveni kalmadı. O zikzakları herkes görüyor. Bir fikre katılırız ya da katılmayız ama herhangi bir fikre sadık olmadığını da görüyor.
İkincisi hem radikal İslamcılık hem de ılımlı İslamcılık önemli bir irtifa kaybı, büyük bir kriz yaşıyor. Ortadoğu halklarının Türkiye’ye ilişkin geriye kalan sempatisi artık Erdoğan’la ilgili değil. Tamamen Cumhuriyet’in kazanımı laiklikle ilgili. Yani burada hala kırıntılarını yaşadığımız ama Ortadoğu’ya göre ileri seviye de olan laiklikle ilgili. Türkiye’nin tek yumuşak gücü bu kaldı.
Suriye, Suudi Arabistan’la anlaşıyorsa Türkiye’yle de anlaşır
Sisi üzerinden Mısır’la ilişkilerin düzelmesi, Ankara-Şam normalleşmesine de vesile olur mu?
Mutlaka katkısı olur. Çünkü bundan bağımsız olarak 2019’dan beri Türkiye’nin bir duvara tosladığı ve o paradigmayla (Yeni Osmanlıcı) gidilmeyeceği ortaya çıkmıştı. Türkiye’nin, Suriye’yle yakınlaşma çabasına, Suriye hükümeti koşulları ve çerçevesi belli bir şekilde yaklaşıyor. Suriye, henüz Türkiye’den somut adımlar görmediği için (Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi) çok temkinli gidiyor. Yine de Şam yavaş da olsa hem kapıları kapatmıyor hem de yakınlaşma sinyali gönderiyor. Çünkü onların da çok büyük açmazları var.
Nasıl açmazlar?
Suudi Arabistan da bölgeye cihatçı ihraç etmek konusunda Türkiye ile yarışırdı. Hatta Suriye’deki cihatçıların siyasi kanadı Antep’te mi toplanacak, Riyad’da mı diye büyük bir rekabet vardı. Sonunda Antep’ten Riyad’a taşındı… Tabii sonra Riyad da olmadı… Suudi Arabistan çok erken gördü, pes etti ve anlaştı. Dolayısıyla Suriye, Suudi Arabistan’la anlaşıyorsa Türkiye ile de anlaşır mı? Anlaşır. Neden? Aynı nedenle…
Suriye hükümetinin de çok büyük ekonomik ve siyasi açmazları var. Şam yönetimi bir maddede ısrarcı. Suriye hükümeti, Türkiye’nin askerlerini geri çekmesi ve kontrol ettiği askeri sahanın Suriye merkezi hükümetine devredilmesi konusunda. Buna yakın adımlar atıldıkça, Şam’ın da Ankara’ya adımları artacak.
Şam ve Ankara’nın birbirinden istedikleri şeyler belli. O halde tam bu noktada Türkiye-Mısır ilişkilerinde iki ülke birbirine ne vadetti?
Mısır, Suudi Arabistan’a bağımlı hale geldi. Bir yandan da Suudi Arabistan’ı da dengeleyebilecek bir denklem arayışı içerisinde. Ekonomiye odaklandılar, mega projeler yapıyorlar ve bunun için de finansman bulmaya çalışıyorlar. Sisi yönetimi böyle bir zorluk içerisinde. Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesinde bazı avantajların olabileceğine inanıyorlar. Şimdi 20 tane başlıkta hem Türkiye tarafı Mısır’dan arzu edebileceği yatırım alanları aldı hem de Mısır tarafına onların istedikleri belli olanakların açılması sağlandı. Erdoğan’ın burada bu büyük lokmasını yutmasını sağlayan şey, Türkiye sermayesinin de bölgesel açılım istekleri… Türkiye’deki sermayeyi çok küçük görmemek lazım.
Burada sermaye kendisine yapılan teşviklerden de fazlasını istedi… Pazara açılması lazım.
Aynen öyle. Özellikle iç pazar daralması yaşandığı zaman, sermaye ekstra karlar elde eder ama bunu içerde tutamaz, genelde dışarıya açması gerekir. Tam olarak böyle bir kanun işler. Şimdi bu çerçevede de bu basıncın daha da arttığını söyleyebiliriz. Yani alt emperyal sermaye basıncı. Sermaye gruplarının olabildiğince çok pazara açılmak, yayılmak arzusunda olduğunu biliyoruz. Ve Erdoğan’a o büyük lokmayı yutturmak konusunda başarılı olduklarını söyleyebiliriz.
Türkiye-Mısır normalleşmesi Ortadoğu’daki dengeleri nasıl etkiler?
Geçtiğimiz 10 yılın devletleri radikal bir şekilde karşı karşıya getiren bazı sorunlarında yumuşama beklenebilir. Şüphesiz bunların başında Libya konusu geliyor. Libya’da bir tarafı Mısır-BAE-Fransa’nın çektiği bir kanat, diğer tarafta esasen Türkiye’nin çektiği, Türkiye-Katar ikinci bir kanat var. Bu neredeyse Türkiye ile Mısır’ı harp noktasına getirdi. Bunlar ciddi konular. Zaten iki ülke bir vekalet savaşı verdi. Bu yeni dönemde çatışma düzeyinin düşeceğini öngörebiliriz.
Öte yandan klasik İran-Türkiye-Suudi Arabistan-Mısır dörtlü denklemi açısından baktığımızda, Mısır açısından Suudi Arabistan’a fazla yakınlaşmış bir Kahire’nin bir parça daha kozlarını genişleteceğini hem de Suudi Arabistan’ı eskisi kadar kuvvetle desteklemeyecek bir pozisyona geçme olanağı aralanmış oldu.
Peki Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzelmesinin Avrupa açısından önemi nasıl olur?
Avrupa ülkeleri Mısır’ı çok fazla gündem yapmamaya çalışıyor. Avrupa devletleri, ‘Darbeci Sisi’ söylemini çok düşük tonda kullandı. Yani Erdoğan gibi bunu temel bir siyasi gündem haline getirmediler. Avrupa, İhvancı deneyimi denedi ama çok kısa sürede kaygılar oluştu. Özellikle Yeşil ve Liberal kanadın İhvancılarla çalışabilecek inancı çok güçlüydü. Ama onlar da çok kısa sürede İhvancıların da en az diğerleri kadar çeşitli sorunlar barındırdığını gördü.
Avrupa, Türkiye-Mısır ilişkilerinin olumlu yönde seyretmesini çok gündem etmeyecektir. Mesele diğer faktörlere bağlı. Yani “Türkiye’yi tam boy karşımıza alalım” diyen birtakım çevrelerle, “Hayır böyle yapmayalım, Türkiye’yi dışarıda tuttuğumuz ölçüde hem Avrupa’ya uzaklaştırırız hem de Avrupa’nın çıkarları açısından da olumsuz sonuçları olur” diyen bir ikinci yaklaşım, sürekli tartışma halinde. Aşırı sağın da yükseliş içinde olduğu bu dönemde, Erdoğan’ı karşısına almaya çalışan yönelim güç kazanıyor ama onlar da günün sonunda Türkiye’yi dışarıda bırakan bir formülü çok da tercih etmiyorlar.
Ortadoğu’da bölgesel savaş riski var. Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzelmesi, ileride bir siyasi ittifaka dönüşür mü?
Ortadoğu’daki savaş denkleminin ana ucu İran ve müttefikleri. Mısır burada önemli bir aktör değil. Türkiye de savaşı kışkırtan bir noktada değil. Türkiye-Mısır yakınlığının bölgedeki savaş ihtimaline katkısının olacağını düşünmüyorum. Ama tansiyonu düşürecek politikalara sahip iki liderden de bahsetmiyorum. Erdoğan da Sisi de bölge barışı için ekstra çaba sarf etmez. Ama önümüzdeki dönem bazı şovlar yapabilirler. Özellikle Filistin ikisinin de yumuşak karnı. Birisi Arap dünyasının lideri olduğu iddiasında, diğeri ümmetin lideri olduğu iddiasında. Onların bir şova ihtiyacı var. Buna hem Kahire’nin hem de Ankara’nın ihtiyacı var.