
H. AYHAN TİNİN
insanatinart@gmail.com
“İnan bana daha hüzünlü olamazdık…”
‘İmgeler ve Sözcükler’ filminden…
Eğer Jean Luc Godard için kuralları yıkan, asi, anlaşılmaz, gölgeli ve tuhaf diyeceksiniz; ‘evet’ Godard hala sinema sanatını zorlamaya ve şaşırtmaya devam ediyor!
2018 yapımı ‘Le livre d’image’ filmi ülkemizde ‘İmgeler ve Sözcükler’adıyla vizyona girdi.
Godard ustanın son filmiyle 2018 Cannes film festivalinde tanıştık.
2014 yılında kazandığı ödülü almaya gelmeyen Godard 2018’de bu filmiyle kazandığı ödülünü almaya geldi.

Hemen söyleyelim film sinemanın alışılagelmiş dramatik yapısının oldukça dışında. O nedenle de tür olarak deneysel film diye adlandırılıyor.
Film özgün bir görüntü diline sahip olmakla kalmıyor, film boyunca izleyici kendisini sürekli sorgularken buluyor.
Bu yeni bir şey değil. Godard bunu seyircisine 1959’dan bu yana yapıyor.
Filmin bir türe dahil edilmesi bile zor olmakla birlikte, görüntülerin ve kelimelerin şiirsel bir örüntü içinde, çağımıza felsefi bir bakış açısı ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.
‘İmgeler ve Sözcükler’i anlamlandırabilmek için biraz Godard’ın hikâyesine bakmak gerek.
1930’da doğuyor ünlü yönetmen.

Dünyanın ‘büyük buhran’ diye tanımladığı yıl.
İkinci dünya savaşının altyapısının oluşmaya başladığı zamanlar.
Ve 10’lu yaşlarda savaşın bütün yıkıcı etkilerini yaşayan bir çocuk Godard.
Film içinde buna da dokunuyor. O günlerin ‘Savaş Bitti’ manşetlerinin arasında “Savaş berçekten bitti mi?” diye soruyor.
Sorbonne’lu yıllar, Godard’ın da sanatçı ve sinemasal kimliğini kazandığı yıllar oluyor. Hep alışılageleni yıkmaya çalışan bir kimlik bu… Doğal olarak da Fransız Yeni Dalga akımının güçlü ve öncü temsilcilerinden biri oluyor.
Aynı zamanda Belgesel Film türüyle sinemaya başlamasının etkilerini de hem ‘İmgeler ve Sözcükler’de hem de bütün sinema yaşamı boyunca görüyoruz.
İlk filmi bugün artık kült olmuş, sinemateklerin önemli seçkilerinden olan ‘A bout de Souffle’ (‘Serseri Aşıklar’)… Senaryoda François Truffaut’un, teknik danışmalıkta Clude Chabrol’un ismi yazıyor.
Jean Paul Belmando ve Jean Seberg Fransa’da adeta patlıyor. Bildiğimiz sinema kuralları sarsıcı bir gerçeklik duygusu ile yerle bir ediliyor.
Daha sonra Richard Gere ve Valérie Kaprisky 1983 yılında ‘Breathless’ filmiyle bu epik hikâyenin ekmeğini bir kez daha yiyecek ve kariyerlerini perçinleyeceklerdir.
Godard ilk filminden bu yana hep uçurumun kenarında dünyalar kurarak, seyircisini koltuğunda huzursuz etmeyi başarıyor.
Kimseye boyun eğmeyen bu yönetmenin son verimi ‘İmgeler ve Sözcükler’ bu izleğin ışında seyredersek anlamlandırması daha kolay, etkisi daha yüksek olacaktır.
İstanbul’da havanın poyrazdan lodosa döndüğü bir Pazar günü izlediğimiz film aslında rahatsız edici bir çağ masalı.
Godard bireysel ve toplumsal anlamda bitmeyen acıların, savaşların ve yok oluşların hikayesini bazen eski sinema filmlerinden kareler, bazen belgesel çekimler, bazen dokümanter fotoğraflar eşliğinde göstermiş filmde.
Kendi sesiyle hayat bulan etkili cümleler ve balyoz gibi sarsıcı darbeler indiren bir montaj tekniğini de buna ekleyerek yaklaşık doksan dakika boyunca gerçek bir sinema şöleni yaşatıyor usta yönetmen.
Öncalikle yaşadığımız hayatın ne olduğunu ve nasıl olduğunu sorgulatıyor bize…
“Uyuyorsanız rüyanızı kabullenin.”
Filmden bir cümle. Godard insanları uyanmaya çağırıyor. Yaşadığımız hayatın ve kişisel tarihimizin izdüşümleri beyazperdede dönüp duruyor.
Bunu ilk defa yapmıyor. 1968’in 18 Mayıs’ında Cannes Film Festivali’nde kırmızı kadife perdeye asılarak, festivalin açılışını engellerken de aynı çağrının peşi sıra gitmişti.
‘İmgeler ve Sözcükler’ bazen Bosna savaşında, bazen ‘Jonny Guitar’ filminden bir karede Joan Crawford, geçmiş zamandan gelen sevgilisi Sterling Hayden’a “Benim için döner miydin?” diye sorarken ya da Anthony Quin ‘La Strada’ filminde kaba ve acımasız karakter Zampano kimliğinde sokak gösterileri yaparken; bize hep aynı soruyu tekrarlatıyor.
Bireysel tarihimiz de en az insanlık tarihi kadar acılarla dolu değil mi? Yoksa bizi biz yapan da bu mu?
Afrika’da, Ortadoğu’da, Güney Amerika’da; her neresi olursa olsun dünyanın bir yerinde insanın şu cümlesiyle yüzleşmeye çağırıyor bizi Godard:
“Sözlerinin eri değiller. Bana dünyaya bedel olduğumu söylediler!”
Bu gösteri çağının durmaksızın renkli imajlarla büyülenen ve uyutulan modern insanının gördüğü rüyadan uyanışının çığlığı bu… Dayan dayanabilirsen!
Acının ve hakikatin adresini de veriyor film.
“Bir çağın sonunda hayatta kalan şey, sanattır!”
Savaşların ve o savaşlara neden olanların tarihin çöplüğüne gömüldüğü sayısız yüz yıldan sonra elimizde kalan tek şey sanat değil mi?
İster mağara duvarına çizilen resimlerde, ister taşın içinden çıkartılan biçimlerde, sahne ya da perdede; yalnızca sanat değil mi elimizde kalan?
Rahatsız olmaya, insan olmanın değerini ve ahlakını sorgulamaya, acıya ve gerçeğe çıplak gözle bakmaya gücünüz varsa; Godard orada ‘İmgeler ve Sözcükler’in arasında konuşmak için sizleri bekliyor. Üstelik umudu yitirmemeyi de anlatarak…
“Hiçbir şey umduğumuz gibi olmasa da sonunda umudumuz kalır geriye…”