Gazze’de yaşayan Filistinli şair ve hikayeci Mosab Abu Toha, son dört gününü Amerikan gazetesi The Washington Post’a yazdı.
Yazının çevirisi şöyle:
Gazze denen bu hapishanede her bomba sesinin ardından hepimizin aklına şu soru geliyor: “Sıradaki ben miyim?”
Gazze’nin kuzeyindeki Beyt Lahya şehrinde yaşıyorum. Sınırdan yaklaşık 3 kilometre uzakta. Cumartesi sabahı saat 7’den önce hayatın normal akışı, tabii Gazze’nin normali, bambaşka bir şeye evrilmeden önce neler yaşadığımı anlatacağım…
Ders verdiğim okula gitmek üzere evden çıkıyorum. Beni alacak araç tam 7’de geliyor. Yedi yaşındaki kızım Yaffa da okul servisini bekliyor. Birdenbire bir füze gökyüzünü delip geçiyor.
Eşim beni teskin etmeye çalışıyor: “Test yapıyorlar. Denize doğru atıyorlar.” Haklı olabilir. Çünkü ‘barış’ zamanlarında bile böyle testler yapılır. Ama sonra gökyüzünde ikinci füzeyi görüyoruz, besbelli ki hedef İsrail. Derken dört bir yandan füze atılmaya başlıyor.
Bilmediğimiz şu ki o dakikalarda onlarca militan Gazze’den sınırın öte yanındaki Israil kasabalarına sızmış bile. Fotoğraf ve videoları ancak iki saat sonra görüyoruz. Gazzeli militanlar asker sivil demeden insaları öldürüyor ve rehin alıyor. Donup kalıyoruz.
Kayınbiraderim Muhammed geliyor arabayla. “Markete gitmek isteyen var mı?” diye soruyor.
Böyle anlarda ilk düşüncemiz temel ihtiyaçlar. Tabii listenin başında ekmek var. Unumuz olsa da elektrikler uzun saatler kesileceğinden evde ekmek pişirmek zor olur.
Bir alışveriş merkezine doğru yollanıyoruz. Biraz tavuk, biraz salatalık, biraz avokado… Onlarca insan itiş kakış ekmek sırasında. Ortam iyice kızışınca market sahibi kepenkleri indiriyor. Başka bir yere bakmaya karar veriyoruz.
Bir kalabalık yaklaşıyor. Ellerinde Filistin bayrakları, ağızlarında militanlara övgü sözleri. Cebalye Mülteci Kampı’na yaklaşıyoruz, dünyanın metrekare başına en fazla insan yerlerinden biri burası. Fırın ve dükkanlar tıklım tıklım. Birden bir İsrail cemsesinin hızla sokaktan geçtiğini görüyorum. El konullmuş belli ki. Sol ön lastiği patlak. İçinde çocuklar, ağızları kulaklarında.
Ekmek yok, elimizdekilerle eve dönüyoruz.
Onlarca İsrailli ölünün ve rehinenin görüntüleri aklımdan çıkmıyor. Nasıl oldu da militanlar bu kadar sıkı denetlenen sınırı aşabildi? Nasıl bunca askeri öldürüp insanları rehin alabildiler? Bildiğim tek şey İsrail’in Gazze’de yüzlerce, hatta binlerce sivili öldüreceği. Hiç bu kadar korkmamıştım.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ‘‘Gazze’yi terk edin’’ diyor. Bir an için duraksıyorum. ‘‘Nereye gidibeliriz ki? 1948’de dedelerimiz ninelerimiz de yuvalarını terk etmemiş miydi?’’ diye soruyorum kendi kendime. Ne sığınağımız var ne hava saldırısı uyarı sistemimiz. Ordu da yok.
Bugün dördüncü güne giriyoruz. Gazze’de 900’den fazla insan öldürüldü. Yarısı kadın veya çocuk. İlk defa gelmiyor başımıza.
Üçüncü gün halam aradı. Hamile kuzenim Doaa’nın hava saldırısında öldüğünü haber vermek için. Bombalanan caminin bitişiğindeki bir evde oturuyorlardı. Doaa 33 yaşındaydı. Henüz 14 yaşındayken, 2004’te, babası da İsrailliler tarafından öldürülmüştü.
Son 90 saatte sadece yedi saat elektrik, altı saat suyumuz vardı. Eve yiyecek bir şeyler almak için dışarı çıkmaya korkuyorum. Depoda ne kadar su kaldı diye bakmak için çatıya çıkmayı bile gözüm yemiyor. Suyumuz da bitti bitecek.
Babam “Beş kişi kullanana kadar sifonu çekmeyin” diye uyarıyor bizi. “Ellerinizi ıslak mendille kurulayın, duş almayın ve bulaşıklar için az su kullanın.“
Ekmek almak bile az iş değil. Dün, pazartesi, ekmek alabilmek için bir saat kuyrukta bekledim. Arkadaşım geldi, Cebaliye Mülteci Kampı’nın karşısındaki alışveriş merkezinin vurulduğunu anlattı. Oysa öte beri almak ve döviz bozdurmak için oraya gitmeyi planlıyordum.
Yarım saat sonra eve döndüğümde saldırıda 50 kişinin öldüğü haberi geldi. Paramparça bedenler gördüm. Tabii onlara hala beden denebilirse!
Enkaz ve bedenlerin arasında, bir market arabasının hemen yanında kana bulanmış avokadolar vardı. Tabii onlara hala avokado denebilirse! Acaba bir daha avokado yiyebilecek miyim?
Biliyorum ki önümüzdeki günlerde daha çook bomba sesi duyacağız. Korku ve karanlık içinde bekleşip duracağız: “Sıra bana mı geldi?“
Patlamanın parıltısını görürsek anlayacağız ki yırttık. Çünkü vurulduğunuzda ölümdür tek gördüğünüz.
Demek sıra başkasınınmış.
Şimdi ölenin arkasından yas tutma zamanı.
Çeviren: Emre Zor