GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
Sanat piyasası adı üstünde piyasalaşmış bir sanatın yansımasını yaşadığımız, kimimizin çok sevdiği kimimizin de çok bıktığı bir yer ve zaman haline geldi. Artık iyi sanatçı nedir, kimdir kimse tanımlayamıyor. Daha doğrusu iyi neye göre tanımlanıyor o da bir muamma.

Çok satan iyi sanatçı mıdır? Yoksa teorik olarak çalışan, okuyan ve bir meselesi olan mı? Asmalımescit’teki atölyesinde tanıştığım Felekşan Onar gibi kişiler bu tanımlamalarımızı daha da karmaşık, içinden çıkılamaz bir hale getirebilir.
Son zamanlarda içsel dünyamdaki çatışmalar, bu piyasasının adaletini sorguladığım, “Ticaret mi sanat mı yapıyoruz, peki bu denklemde ben yazı yazarak ne yapıyorum” sorgulamalarım beni her konuda bir sona götürüyor.
Bütün bunlar içimde dolanıp dururken, ilk defa bir röportaja giderken eksik gidiyorum. Felekşan Onar hakkında layıkıyla bir araştırma yapmadan. İyi ki yapmamışım gidince fark ediyorum çünkü Onar hikayesini o kadar güzel anlatıyor ki, araştırsaydım belki de Türkiye sanat piyasası gibi ben de önyargılı davranabilirdim.
Onar, ABD’deki Cornell Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu, Harvard Üniversitesi yöneticilik bölümünde yüksek lisans yapmış ve uzun yıllar sanayici olarak ailesiyle birikte çalışmış başarılı bir iş insanı. İki çocuk annesi, azimli ve disiplinli yöneticilik ve üreticilik ruhunu bugün Fyshan Glass Studio ile devam ettiriyor.
Cam tasarımcısı ve sanatçı…
Bir yandan da yazının asıl konusu sanatçılık var. E-posta yoluyla bana ulaştığında, imzada “Cam tasarımcısı ve sanatçı” yazıyordu. Bugün sanatçı kişiliğini nasıl oluşturduğunu konuşacağız.
Britanya’nın başkenti Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’ndeki, Almanya’nın başkenti Berlin ve İtalya’nın Venedik kentindeki sergilerinden sonra Almanya’da, Dresden Staatliche Kunstsammlungen Müzesi’nin Şam Odası’nda 16 Şubat’a kadar sıcak cam üfleme tekniğiyle ve Suriyeli mültecilerden yola çıkarak ürettiği kanatsız kuşlarını sergiliyor. Fakat maalesef pandemi sebebiyle 3 Eylül’de açılan sergisine gidememiş.

Sohbete isminin anlamını sorarak başlıyorum, ayla yıldızın Osmanlıca gökyüzünde olma şeklinin adıymış ‘felekşan’. “Babaannem Çerkez, biz Egeliyiz. Ağır bir isim biraz ama benim de memleket namına sorumluluk alma durumum var” diyor.
Camın kenarına konuşlanmış kanatsız kuşlara bakarak şöyle konuşuyor: “İngilizce Perched yani konmuş ve kalkmak üzere olan bu kuşlar bir nevi bir ara duruştalar. Benim camdaki kariyerimi bu kanatsız kuşların öncesi ve sonrası olarak değerlendirebiliriz. Cam yapmaya 2003 yılında başladım. Ondan öncesinde çok farklı bir altyapım vardı. 1966 doğumluyum. Finansman dünyasına dahil olup akabinde çeşitli sanayi yatırımları yaptım hem kendim hem ailemle birlikte. Sanayi yapan ailelerin mirasçısı bir çocuk olarak üretim beni çok mutlu eden bir şey haline geldi. Özellikle tekstil sektöründe uzun yıllar çalıştım. “
Plan yapmadan işten ayrılmış
2000’lerde sosyal sorumluluk projelerine odaklandığını anlatan Onar şöyle devam ediyor: “Kadının Türkiye’deki yeri, Türkiye’nin AB’ye açılımı, Kagider, TÜSİAD gibi ortamlarda bu konuları deşiyorduk. Bu konulara çok aşina ve konunun sorumluluğunu alabilen bir yapım var fakat buralarda gördüm ki istediğim iletişimi kuramıyordum. Önümüzde bir politik ve ekonomik bir ortam vardı. Çok fazla tıkanıklıklar yaşamaya başladım içsel dünyamda, söz almak istediğim konularda ister istemez kendi kendimi sınırlandırmak zorunda kaldım. Bunun akabinde de daha fazla eğitim almam gerektiğini düşünerek, Harvard’da özellikle kendi işini yapanlara yönelik bir yöneticilik Master’ı yaptım. Ve bunun sonucunda gördüm ki, ben ileride bu şekilde çalışarak yaptığım işi büyütebilirim ama düşündüğüm değişimi yaratamayacağım. Tempolu bir kariyerim vardı, iki çocuğumu da doğurduğumda birer hafta arayla işe geri dönmüştüm. Eşimle ortak çalışıyordum. Kendi işini ayağa kaldırmadan da bırakamıyorsun. Eşinle beraber çalışmak da hiç kolay değil. Sonra da ben 2003 yılında hiçbir planım olmadan işten ayrıldım.”
İşte asıl plansız ve programsız kalınca sanat giriyor tekrar hayatına.
Şöyle devam ediyor: “17 yaşında İzmir Amerikan’a giderken çok sevdiğim resim dersimde yaptığım çizimlere geri dönmüştüm sanki. Durduk yerde, çizimler yapmaya başladım. Bu sırada dünyanın farklı yerlerinden özellikle İskandinav cam sanatçılarının heykellerini topluyordum. Evin farklı yerlerinde sergiliyordum. Camın yapılışını ya da tekniğini hiç bilmezken, nasıl olduysa elimdeki çizimleri camdan üretmek istedim fakat Türkiye’de camdan üretim yapabileceğim bir yer yoktu o zaman.”
Onar o sıralarda Üsküdar’da bir cam atölyesinde ders almaya başlıyor. Bu şekilde tekniği öğreniyor ve dördüncü atölye dersinin sonunda eve dönerken kendi fırınımı satın alıp üretmeye başlıyor. Hatta 2003 yılı aralık ayında, fırını çalıştırması tam da doğum gününe denk geliyor.

Onar şunları söylüyor: “Füzyon tekniği ile yani küçük parçaların birleşmesinden oluşan bu teknikle başladım çalışmaya. O sıralarda da 2004’te dünya standartlarında bir okul açıldı Riva’da; İstanbul Cam Ocağı Vakfı. O dönemde yazın füzyon ve kalıpla şekillendirmeyi öğretecek Fransız bir hoca gelecekti ve ben hemen ona yazıldım. O eğitimler için de vakıfta yatılı kalıyorsunuz, iki haftalık kursu tamamlayana dek her gün ders alıyorsunuz.”
Uzun bir eğitim sürecinin ardından 2004’te Dirimart Galeri’de ilk sergisini açıyor ve devamında camdaki bir sonraki seviye olan sıcak cam üfleme tekniğini öğreniyor.
“Berlin benim için önemli bir nokta” diyen sanatçı, 2009 yılında cam ocağı vakfı vesilesiyle Berlin’deki bir galericiden sergi daveti alıyor ve galerici ile Bergama Müzesi İslam Eserleri Bölümü’nde ilk müze sergisini açıyor.
Müze sergileri Finlandiya ve İsveç ile devam ediyor. Fyshan Glass Studio yani Fyshan Cam Atölyesi’nin seri üretimleri devam ederken, atölyenin bir duvarında dekoratif cam objelere takılıyor gözüm. Kuşlar ise camın kenarında durmaya devam ediyor. Her ikisi de aynı çatı altında, aynı zihne ait olarak nasıl çarpışmadan tek bir çizgide gidebiliyor diye merak ediyorum. Daha doğrusu işin ticaret tarafı sanat tarafını nasıl etkiliyor?
Onar şunları söylüyor: “Başlangıçta endüstriyel tarafımı çok bastırdım. Daha 2009’da Fyshan Glass Studio’yu açtım, burada daha seri üretim değil ama limitli üretimler yaparak ticaret tarafım ön plana çıktı. Bugün hem sanatsal camları hem ticari camları beraber yürütüyorum. Örneğin, ticari tarafımla Foundrae diye New Yorklu bir takı firmasına işler ürettik. Yarı değerli taşları benim cam karaflarımla bir koleksiyon haline getirmek istediler. Ve bu üretimler New York Times’ta çıktı.”
Birkaç yıl öncesine kadar hem sanat tarafını hem de ticari tarafını tek başına asistansız bir şekilde yönetmeyi başaran Onar, o az rastlanan rastlandığında da hayranlık uyandıran ‘tümgüçlü’ kadınlardan.
Yani işlerin basın bültenini de, çevirisini de, nakliyesini de, iletişimini de, üretimini de satışını da hatta projelerin tamamının finansmanını da kendi yapanlardan. Atölyesinde artık bir ekiple birlikte çalışıyor ve atölyesinin de kuşların gelişiminde büyük bir payı olduğunu anlatıyor.
Kanatsız Kuşlar’dan esinlenmiş
Hikayesine şöyle devam ediyor Onan: “2016’da atölyemden çıkarken Suriyeli mültecilerle karşılaştım. Acaba biz de mi böyle bir gün yurtsuz kalacağız diye sorular belirdi kafamda. Bu soruyla Berlin’e gittim. Bu aidiyetsizlik ve köksüzlük hisleri üzerine yoğun düşünerek sokaklarda yürürken Berlin’in belli bölgelerinde Türkiyelilerin biriktiğine tanık oldum. Türkiye’de Suriyelilerin, Berlin’de de Türkiyelilerin durumunu gözümün önünden geçirince yıllar önce okuduğum Louis de Bernieres’in ‘Kanatsız Kuşlar’ kitabı geldi aklıma. Tam da bu konuyu anlatan şahane bir yapıttı. Ben de sıcak camdan her biri birbirine benzese de aslında her biri form olarak birbirinden farklı kanatsız kuşlar üretmeye başladım. Kuşlar alçının dokusunu alarak çok kırılgan görünüyorlardı bu da tam anlatmak istediğim hisle bütünleşiyordu. 41 rakamı benim için özel ve çok kullandığım bir rakam olduğu için 41’e tamamlamak üzere ürettim. Berlin’de sergilendiler, akabinde Dresden Müzesi’nde sergileneceklerdi ama ertelendi. Londra’da Victoria and Albert Müzesi’ndeki sergime Louis de Bernieres’i davet ettim. Sanat ve edebiyatın nasıl bir iletişimde olduğu konusunda da müzede bir konuşma bile yaptık. Sonrasında Berlin – İstanbul hattı devam etti. Kuşların sayısını bu sefer doksan dokuz adet olarak kararlaştırıp üretmeye başladım. Bütün bu süreçte, Dresden konusunda çok kararlıydım ve müzede kuşların sergilenmesi için planlanan Şam Odası’nın restorasyonu devam ediyordu.
Bu süreçte arkadaşlarımla gittiğimiz bir Venedik Bienal gezisinde tesadüfen tanıştığım insanlar vasıtasıyla, Venedik Cam Haftası’nda işlerimi sergileme teklifi aldım. Tek şartları üretimin Murano’da yapılmasıydı. Venedik meselesini çok ciddiye aldım çünkü tarihsel olarak Venedik ve Osmanlı arasında cam ticareti vardı. Tarihsel hikayeye vurgu yapmak için camdan üç farklı formda köprü yaptım. Metal kalıplara döküm şeklinde yaptım ve Murano’ya özel renkler kullanarak kırk bir adet köprü yaptım. Akabinde tarihsel süreçle çok ilgilendiler ve bir konferans yapılmasını istediler. Biz de Türkiye’de Osmanlı – Venedik cam ticaretini anlatabilecek tarih profesörleri ve Topkapı Sarayı’ndan yetkililerle gidip konferansımızı yaptık.”

Kanatsız kuşlara kanat takılmışçasına dünyanın en önemli sanat metropollerinde sergileniyorlar. İstanbul Modern destekçisi, SAHA Derneği üyesi ve Arter üyesi olan Onar’ın kuşları maalesef Türkiye’yi teğet geçmişler.
‘İstanbul’a küskünüm’
“İstanbul’a küskünüm” diyor sanatçı ve ekliyor: “İstanbul’da yer alabilmek için efor sarfetmedim değil ama sarfettiğim eforun da karşılığını alamadım. Yurt dışında çok daha fazla ilgi görüyorum. Tabii ki bir parçacık kırıldım İstanbul’a ama sorun da etmiyorum. Tabii ki bir önyargı var, desteklenen sanatçıları çok beğeniyorum ama bu sanatçılar hep bir eksikliğin içinden çıkan, politik meseleleri olan kişiler. Ve benim çeşitli imkanlarım olduğu için duyarlı değilmişim meselem yokmuş gibi algılanıyor. Ama Pera Müzesi ile 2022 için geniş uluslararası bir cam sergisi organize etmek için görüştüm. Pandemi öncesi bu serginin konuşmalarına başlamıştık ilerleyen günlerde de daha da netleşecektir.”
Bütün bu önyargılar devam ederken, bugün kuşların sergilendiği Dresden’deki Şam Odası’nın önemini anlatayım. 1899 yılında zengin bir Alman, Suriye’ye bir selamlık odası siparişi vermiş. Ahşap oymaları olan şahane bir selamlık odası üretilmiş. 1930’da da aynı Alman adam bu selamlık odasını Dresden Müzesi’ne hibe etmiş.
1998 yılında ise bugünkü Dresden Müzesi restoratörü bu selamlık odasını çıkartıp renovasyona sokmuş üzerini örtmek için kullanılan gazete kağıtları 1930’lara aitmiş. Şimdiyse oda kuşlarına kavuştu.
Felekşan Onar bir haber daha vererek şöyle devam ediyor: “Bu yolculuğu anlatan Perched isimli bir de kitap çıkarttık. Kitapta müze küratörlerinin yazıları yer alıyor ama en önemlisi Louis de Bernieres bu kitap için özel bir hikaye yazdı. Amerikalı bir küratörün de bir röportajı yer alıyor çünkü günün birinde bu kuşların New York’a da uçmasını istiyorum.”
Dileğim kuşların bir gün dönüp dolaşıp İstanbul’a konması.