AK Parti girdiği ilk seçimi kazandığında bunun sosyolojik bir ‘geri tepme’, tarihsel bir tepki olduğunu ve söz konusu iktidarın en az dört seçim daha süreceğini yazmıştım. Yani kabaca yeniden bir yirmi yıllık ‘tek parti’ dönemi… AK Parti’nin yaklaşımına ve kadrolarına baktığımızda bunun reformist, özgürlükçü ve demokratik bir yönetim olma ihtimalinin çok yüksek olduğu görülüyordu. Asıl önemlisi AK Parti’nin zaten böyle davranması halinde sorunsuz olarak en az yirmi yıl iktidarda olacağıydı. Demokratik usullerle iktidarını garantiye alabilen bir partinin baskıya başvurması delilik olurdu…
Ne var ki devran döndü, AK Parti o anlayıştan uzaklaştı ve o kadroları tasfiye etti. Erdoğan etrafında bir liderlik partisine dönüştürülürken, Kemalist devletle de koalisyon yaptı. Bu noktadan sonra aynen 1923 sonrasındaki gibi, kamusal alanın hızla daralmasına, Meclis’in kadük, yargının bağımlı hale gelmesine, sivil toplum ile medyanın baskı altına alınmasına tanık olduk.
‘Milli davalar’ nedeniyle halkın bunlara tepkisi fazla olmayabilirdi ama seçimde kaybetme korkusunun nasıl bir tepki üreteceğini bilemiyoruz. ‘İttifak Yasası’nın getirdiği, oy pusulasının teke indirgenmesi, sandık kurulu başkanlarının merkezi atama ile yapılması, sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulaları ve zarflarının geçerli sayılması, seçmen talebiyle kolluk güçlerinin çağrılması gibi ‘yenilikler’ akla hiç de hoş hatıralar getirmiyor.