ELMAS TOPCU
@TopcuElmas
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, geçen hafta meydana gelen gösterileri gerekçe göstererek Türkiye’de polisin yetkilerinin artırılmasıyla ilgili reformlar yapılmasından bahsetti. Ve buna iki örnek verdi; Önce “ABD’de polis arabanızı durdurduğunda, hapşırdınız, cebinizden mendil almak istediniz’ kafanıza kurşunu yersiniz” dedi. Ardından Almanya’yı örnek olarak verdi ve Almanya’da polisin gözaltına alma, şüpheliyi korunaklı bir yere götürme hakkının olduğunu ileri sürdü.
Arınç’ın kastettiği, 2008 yılında, yoğun tartışmalardan sonra kabul edilen ve 2009’da yürürlüğe giren, uluslararası terörle mücadele amaçlı Federal Emniyet Dairesi (BKA) Yasası.
Peki bu yasa Almanya’da polisin yetkilerini gerçekten de artırdı mı? Türkiye ile karşılaştırıldığında durum nasıl?
Konuyu Alman Yeşiller Partisi üyesi, 2009-2013 arası Federal Meclis milletvekili de olan, hukukçu Memet Kılıç ile konuştuk.
Almanya’da federatif bir yapı var ve emniyet konusu eyaletlerin sorumluluğunda. Buna rağmen BKA’nın önemi ve temel görevleri neler?
BKA’nın görevi, eyaletlerin tek tek göremeyecekleri ve başa çıkamayacakları uluslararası tehditlere, büyük terör tehlikelerine karşı, yurtdışında gelecek olası tehlikelere karşı tedbirler almak ve bu konuda eyaletler arasındaki koordinasyonu yapmak.
Bu çerçevede asıl sorumluluk söylediğiniz gibi eyaletlerde, ama BKA’nın daha çok bütün Almanya’yı ilgilendiren konularda ve diğer ülkelerin polisleri ile bağlantılı çalışmaları düzenlemek gibi merkezi bir koordinasyon görevi var.
Almanya’da sistem federatif ve BKA da daha çok koordinasyon ağırlıklı görev yapıyorsa Arınç neden BKA’yı örnek verdi?
Çünkü sanırım oradan cımbızla bazı maddeleri almayı düşünüyorlar. Bu yanlış bir istikamet olur, çünkü Almanya, 11 Eylül olaylarından sonra, saldırganların Almanya’dan gitmiş olmalarının verdiği psikolojik sıkıntıyla , önemli tedbirler almak zorunda kaldı; ‘Rasterfahndung’ denilen tarama yöntemiyle, ‘Kimler terör hücrelerinde yer alıyor olabilir’ çerçevesinde, bazı özellikleri bilgisayar ortamında tarayarak, belli kişilerin potansiyel suçlu olup olamayacakları ve daha dikkatle takip edilmeleri konusunda bir düzenlemeye gitti.
Bu değişik tartışmalara yol açtı. Ayrıca bu elektronik ortamdaki taramalardan da sıfır sonuç çıktı.
Sonra bilgisayarların uzaktan kontrol edilmesi konusunda çıkan yasayı Anayasa Mahkemesi iptal etti ve, “Burada temel hak ve özgürlüklere büyük bir saldırı vardır ve orantılılık yoktur. Bu nedenle bazı güvenlik önlemleri alınmadan bu yapılamaz” dedi. Yani orada kuvvetler ayrılığı devreye girdi ve gerçekleştirilmesi hemen hemen imkansız şartların yerine getirilmesini istedi yasa koyucudan. Ancak ‘Şu şu koşulları yerine getirebilirsen bunu yapabilirsin’ dedi Anayasa Mahkemesi.
Sonra Ceza Usul Kanunu’nun 163’ncü maddesinde polisin genel yetkileri sayılır ve orada denir ki, ‘Delil karartmayı engellemek için polis her türlü tedbiri alır. Acil bir durum söz konusuysa her türlü tedbir alınır.’
Şimdi sadece bunu elinize alıp, ‘Bakın Almanya ne kadar da yetki vermiş’ derseniz yanılırsınız. Kamuoyunu yanıltmiş olursunuz. Çünkü Almanya’da bu dendikten sonra yüzlerce yasa ve yönetmelik kararıyla da polisin neleri neleri yapamayacağı, hangi koşullarda neler yapabileceği düzenlenmiştir.
Kuvvetler ayrılığının işlemediği Türkiye’de, gücün tek bir elde toplandığı Türkiye’de, yapılacağı söylenen bu reformlar, zaten eli tetikte olan polisi daha da tetikler ve daha fazla ölümlere yol açar kaygısını taşıyorum.
Türkiye’de polisin yetkileri Almanya’dakine göre daha mı kısıtlı?

Fotoğraf: DHA
Türkiye’de daha geniş olduğu görülmekte. Sadece genel olarak anlaşılması için söylüyorum: Gözaltılarını izlerseniz, Almanya’da eğer polis direnmeyen bir göstericiyi ensesine basıp kaburgalarına basıp gözaltına alırsa mutlaka mahkeme önünde hesap verir. Fotoğraflara bakıyorsunuz, Türkiye’de gösterici direnmiyor, hatta yalvarıyor, ama polis hala kolunu kırmak için elinden gelen gayreti gösteriyor. Ve bu polisler yargılanmıyor, hatta kahraman ilan ediliyorlar devletin zirvesi tarafından.
O nedenle sadece bu resimlere baktığınızda, polisin zaten yasayla da bağı olmadığı, ayrıca neredeyse yetkilerinin sınırsız hale getirildiği dikkat çekiyor. Bu açıdan bakıldığında Almanya’da polisin eli kolu daha bağlı.
Bunu dinleme konusunda da görmek mümkün. Örneğin yasada denir ki, ‘Mahkemeden izin alarak dinleme yapılabilir.’ Bu genel yasa içinde de vardır, ama ondan sonra o telefon dinlemesini yaparken polisin hangi içerikleri gözardı etmesi gerektiği, hangisinin özel hayatla ilgili olduğuna ilişkin de düzenleme getirilmiştir hem de tam 122 sayfalık ve polis bunu bilmek ve buna uymak zorundadır.
Onun için polisler ‘Biz hukuk profesörü olmadan hareket edemiyoruz’ diye yakınıyorlar Almanya’da. Ama diğer taraftan Federal Meclis İçişleri Komisyonu toplantılarında, ‘Hukuk devleti böyle de olmalı’ dediklerini de kendilerinden duyduk defalarca.
Polisin yetkilerinin arttırılması ve belki de Almanya’nın model alınması konusunu Türkiye’de hükümetin, son gösterileri gerekçe göstererek gündeme getirdiğini görüyoruz. Oysa sözünü ettikleri Almanya’daki BKA yasası, uluslararası terörle mücadele amaçlı düzenlemeydi. Türkiye’nin uluslararası terörle mücadele amaçlı yapılan bir düzenlemeyi, kendi ülkesinin iç dinamikleriyle ortaya çıkan gösteriler gerekçesiyle örnek almayı gündeme getirmesi absürd değil mi?

Fotoğraf: DHA
Çok haklı bir tespit. Yani Almanya uluslararası terörizmle mücadele etmek için adım atmıştı ve o zaman da bütün devlet geleneği, yasaların uygulanış tarzı ve mahkeme kararları ile sabit bir sistematik söz konusuydu ve hala öyle. Türkiye, çıkardığı torba yasalarla, zaten yasaların sistematiğini ortadan kaldırmış durumda. Hükümet kendisi de bilmiyor, nerede ne yasası olduğunu.
Şimdi şöyle bir sıkıntıyla başbaşa görünüyor hükümet; ‘Şurada ve burada olağanüstü hali kaldırdım, sıkıyönetim yok artık’ deyip belli bir çözüm süreci adı altında Kürt hareketini oyaladı. Bu oyalamanın bittiğini gördüğünde, askeri sokağa dökmek zorunda kaldığını da gördük.
Şimdi ise askerin olağanüstü hallerde elinde olabilecek yetkileri, normal koşullarda şehirlerde ve metropollerde polisin eline vermek gibi bir adım atıyor. Arınç diyor ki, “ABD’de eğer polis durdurduğunda, hapşırıyorsanız ve cebinizden mendil çıkarmaya kalkışırsanız, polis sizi vurur.” Bu aslında örnek vermek gibi gösterilerek polise, “Elini korkak alıştırma” demek. Arınç, deneyimli bir politikacı olduğunu ileri süren bir beyefendi. Bu söyledikleri ateşle oynamaktır aslında.
O nedenle Almanya’da federal yapı çerçevesinde, uluslararası terörizmle mücadele amaçlı bir yasanın bazı görünür maddelerini cımbızlamak, hem Almanya’ya hem de Türkiye’ye haksızlık olur. Bu yasayı buradaki kuvvetler ayrılığının işleyişini, buradaki polisin diğer yetkilerini sınırlayan bütün düzenlemeleriyle birlikte Türkiye’ye taşıyacaklarsa bu çok memnuniyet verici bir sonuç olur. O zaman buna kimse de itiraz etmez diye düşünüyorum.
Arınç’ın sözünü ettiği gibi, Almanya’da polisin istediğini gözaltına alabilmesi veya şüphelendiğinin bilgisayarlarına girebilmesi kolay mı?
Kesinlikle değil. Mesela 11 Eylül olaylarından sonra bazı eyaletlerde polise tren istasyonları gibi, kalabalığın olduğu yerlerde belirgin bir neden, bir şüphe olmaksızın kimlik sorma hakkı verildi. Bu bile yoğun tartışmalara neden oldu ve ayrıca birçok eyalet bunu uygulamayı o zaman da reddeti. Baden-Württemberg ise buna izin verdi, şimdi hala düzenlemenin kaldırılması için büyük gayret içinde.
Lafı getirmek istediğim yer şurası; Almanya’da polis sadece somut bir şüphe varsa araştırmaya başlayabilir. Bu, ön araştırmayı geçecek olursa, yani anonim olarak sürdürülemeyip kişinin temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayacak bir aşamaya ulaşacaksa savcı kesinlikle devreye sokulmak zorunda…
Burada temel hak ve özgürlükten ne anlamalıyız?
Mesela kişinin haberleşme özgürlüğü, konutunun dokunulmazlığı veya kişinin kendisine ait bilgilerin saklı kalması hakkının en ufak ihlalini kapsayacak konular gündeme geldiğinde mutlaka bir mahkeme kararı gerekir.
Federal Kriminal Dairesi’nin (BKA) yasasına konulan bir madde var, orada denir ki, ‘Bu konularda hemen bilgi toplamak gerekirse ve bütün Almanya’yı tehlikeye sokacak acil bir durum söz konusuysa normalde mahkeme kararı gerekir. Acil durumda Federal Almanya’nın en tepesindeki BKA başkanı, onun olmadığı takdirde vekilinin verdiği emirle de bu yapılır, ancak yine en kısa zamanda, vakit geçirmeden mahkeme hemen devreye sokulur. Mahkeme onay verirse buna devam edilir, aksi takdirde bu derhal durdurulur.’
Bu, yasaya kondu. Bu maddeler ve uygulamalar aynı zamanda bütün zaman Anayasa Mahkemesi tarafından da denetleniyor.
Size bir de örnek vereyim. Hatırlarsınız binaların uzaktan dinlenmesi konusu çok büyük tartışmalara neden olmuş ve çok zor şartlar altında bunun yapılmasına izin verilmişti. Mahkeme kararı gerekiyor bunun için. Bütün Almanya’da şimdiye kadar sadece beş dinleme olayı olmuş, 10 yıldan fazla süredir bu yasa yürürlükte!
Türkiye’de ise, bu yasa yokken, mahkeme kararı yokken on binlerce kişi dinlenmiş. Böyle serbest bir polisin daha nesini serbest kılacaksınız?
Aslında bunu sınırlamanın yolunun aranması gerekirken, polisin zaten zamanında ‘Askere karşı alternatif üretiyoruz’ bahanesiyle kapsamlı şekilde donatıldığı bir ülkede, bir de tamamen polis devleti yaratma arzusuyla atılan adımlar söz konusu.
MİT yasasından sonra, polisin yetkilerinin genişletilmesiyle de insanların korku ortamında yaşamasının zeminin hazırlanması söz konusu. Kişilerin işyerlerinin, derneklerin somut deliller olmaksızın, mahkeme kararı olmadan aranması demek polis devletinin kurulması, inşa edilmesi demek.
Polisin yetkisinin genişletilmesi tartışmalarına protestolar gerekçe gösterildi. Almanya’ya göre yetkinin az olduğu söylenen Türkiye’de Kobane ve geçen yıl meydana gelen Gezi olaylarına baktığımızda eylemlerde çok sayıda ölüm ve yaralanma olayı meydana geldiğini görüyoruz. Yetkilerin geniş olduğu söylenen Almanya’da ise böylesi toplumsal olaylarda ki en şiddetlisi Hamburg’dakiydi. Ne ölümler, ne ağır yaralanmalar, ne de sonrasında davalar var. Bu çelişki değil mi?

Hamburg eylemleri… Fotoğraf: Reuters
Bu son derece önemli bir soru ve tespit. Başta cımbızlama dememin nedeni de buydu, konuyu bir bütün olarak görmek gerekir. Mesela Almanya’da polisin eğitimine insan haklarıyla başlanır, polisin sorumluluklarıyla başlanır, yetkileriyle değil.
Almanya’da, polis anayasayı koruma göreviyle hareket eden özel, seçilmiş, en alt kolluk birimi olduğu duygusuyla eğitilir. Ve polisin, örneğin gösterilerdeki en birincil görevi ‘deeskalasyon’, yani gerilimin tırmanmasını frenlemek, tansiyonu düşürmek, sinirlerin gerilmesine engel olmak, çatışmaların meydana gelmesini engellemek için yumuşak davranmak, stratejik davranmak, göstericilerin gösteri hakkını korumaktır.
O nedenle burada yaralanmalar nadiren olur. Gösterici saldırsa dahi, polis yine göstericinin zarar görmemesini baz alarak hareket eder. Göstericinin temel hakları olan yaşam hakkı, vücut bütünlüğü hakkını öncelik alarak davranmak zorundadır.
Bir izinsiz gösteriyi engellemek öncelikli hak olmaktan çıkar, eğer kişinin vücut bütünlüğü veya yaşam hakkı tehlike altındaysa. Temel hak ve hürriyetlerde ‘öncelik’ dikkate alınır Almanya’da ve böylece göstericilerin zarar görmesi mümkün olduğunca engellenmiş olur.
Bu istikamette bir polis yaratmak için temel bir çalışma yapmak gerekir. Aksi takdirde nerede ilginç bir madde bulduysak, ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da, bunları cımbızlayalım, tercüme edelim ve bir torba yasayla da çıkaralım diye hareket edilmesinin sonu felaket olur.