ONUR ÖNCÜ
PKK lideri Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta “PKK kendini feshetmeli” dedi. PKK da 1 Mart’ta “Kongremizi topluyoruz, ateşkes ilan ediyoruz” diye açıklama yaptı,
1 Mart’tan 10 Mart’a kadar, Öcalan’ın çağrısının Suriye’yi kapsayıp kapsamadığı tartışıldı.
10 Mart’ta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye’nin fiili lideri Ahmet el Şara, Şam’da SDG’nin Suriye ordusuna katılmasını öngören bir anlaşmaya imza attı. Anlaşma en azından Öcalan’ın çağrısının Suriye’yi kapsayıp kapsamadığı konusundaki tartışmaları sonlandırdı. Ancak AKP ve MHP’nin ‘Terörsüz Türkiye‘, Kürt siyasal hareketinin ‘Barış ve Demokratik Toplum‘ adını verdiği sürecin gri yanları var. Mesela demokratikleşme nasıl sağlanacak? Sürecin hukuki bir zemini olacak mı? PKK ateşkes ilan etti ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) örgütün merkezi noktalarını vurmayı sürdürüyor. Süreç provokasyona açık mı? SDG’nin Suriye ordusuna dahil olması, Türkiye’de hükümetin son 10 yıldır gündemde tuttuğu ve kronikleşen güvenlik politikalarına ilişkin sorunları çözecek mi?
Tüm bu soruları Türkiye yakın tarihinin devlet hafızasına sahip isimlerinden Millî İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş’e sorduk:
Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ çerçevesinde gelişmekte olan süreç çok önemli. Pozitif veya negatif muhtemel sonuçları itibarıyla da mesele ulusal, bölgesel ve küresel etkileriyle önem kazanmakta. Ulusal dinamiklerin bütünlüğünün yanısıra bölgesel ve küresel dinamiklerin etkilediği şartların sağlıklı değerlendirilebilmesi de hayati öneme sahip. Çünkü Öcalan’ın açıklaması, (MHP Genel Başkanı Devlet) Bahçeli ve (Cumhurbaşkanı Tayyip) Erdoğan’ın cevapları, siyasi parti ziyaretleriyle meseleye bakıyor ve tartışabiliyoruz. Sanki PKK ile siyaset arasında bir gel git manzumesi durumu var ki mesele öyle değil.

Nedir mesele?
Mesele, terör boyutunu aşan ama terörü yaratan dinamikler ve sonuçlarının bir bütünlük içinde ele alınması gereken bir durum. Bu bütünlükte evet, ulusal dinamikleri içerisinde terör bir sonuçtur. Fakat bunun bölgesel ve küresel etkileri var. Toplumsal olarak ağır bedeller ödemekteyiz. Ülkemizi çok iyi tanıyacağız, ülkemizin dinamiklerini çok iyi tanıyacağız ve neyi yapamadığımızın cevabını vermek durumda kalacağız. O zaman karşımıza tabii ki demokrasi meselesi çıkıyor. Demokrasinin nitelikleri meselesi çıkıyor ve Türkiye’de eksik yapılan şeylerin neler olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Bu son atılan adımda sağlam adımlar atalım, cevabını bulup verelim.
‘PKK eksik demokrasi sebebiyle doğdu‘
Geçmişten günümüze nerede eksikler oldu? Tıpta tedavi için teşhise ihtiyaç vardır. Teşhis yapıldı mı?
2005 yılında emekliliğimi isteyerek MİT’ten ayrıldım, 40 seneyi aşan bir bürokrasi geçmişim var. 2005’te emekli olduğum zaman Kürt meselesi, açılım, barışçıl çözüm konusundaki düşüncelerimi yazmaya başladım. Şunu gördüm ki 40 senelik pratik yaşantım içerisinde mesele Türkiye demokrasisinin niteliğiyle bağlantılı. Mesele, bu nitelikler içerisinde siyasetin çözümleyici öncü güç niteliğiyle bağlantılı. Yani demokrasi, hukuk devletinin şekillendirdiği bir devlet yapısı, evrensel değerlere dayanan bir yapı içinde insanın ve toplumun yaşam standartlarının yükseltilmesi ve toplumsal bütünlüğün ve milli birliğin sağlanabilmesi meselesidir.
Bunu ifade ettiğiniz zaman da karşımıza Cumhuriyet kavramı çıkıyor. Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçişin, kurtuluşun ve kuruluşun Cumhuriyet değerlerinin vizyonu karşımıza çıkıyor. Bu vizyon, evrensel değerler ve muasır medeniyetin üzerine çıkma arayışı. Bunlar evrensel insan hakları, mutlu yaşam standartları olarak ifade ettiğimiz hususu yakalama mücadelesi ve bu vizyona süreklilik kazandırarak hedefe ulaşma gayretidir. Cumhuriyet budur. Yoksa cumhuriyet bir diktatörlük değildir. Özellikle Osmanlıdan Cumhuriyet’e geçişin şartlarını ifade ettiğimiz zaman, karanlık çağdan aydınlanma çağına geçiştir. Yakalayamadığımız aydınlanma çağını cumhuriyetle yakalama fırsatını bulduk. Biz millet ve devlet olma şansını Cumhuriyet’le elde ettik. Ancak biz bu Cumhuriyet’in değerlerini, ilkelerini, vizyon dediğimiz hedefe ulaştırmakta mücadele sürekliliğini kazandıramadık…
Ve eksik demokrasi şartları içerisinde ağırlaşan sorunları çözemeyişimiz sebebiyle, PKK doğdu. PKK, eksik demokrasi sebebiyle doğdu. Meseleye sadece güvenlik eksenli bakıldığı için çözümlemeler gecikti ve Türkiye’nin kendi dinamiklerinden doğan bir olay, zaman içerisinde bölgesel sorun olarak kangrenleşmiş bir mesele olarak karşımıza çıktı. Türkiye demokrasisi sadece bu sebeple çok büyük kayıp yaşadı; acılar, maddi-manevi kayıplar, toplumsal travma yaratan olay haline geldi. Bugün bunu tartışıyoruz, konuşuyoruz. Mesele ulusal mesele olmaktan çıkarak bölgesel bir mesele olarak karşımızda duruyor.
Bunu biraz açar mısınız?
Sadece Suriye’deki gelişmeleri, bu gelişmelerle bağlantılı bölgesel ve küresel dinamikleri dikkate aldığımızda, biz PKK’yı yurt içinde bitirdik derken, gerçekten karmaşık ve kendi dinamiğimizle çözebileceğimiz bir meselenin dışına taşıyarak, bölgesel gelişmelerle bağlantılı bir temel sorun haline getirdik. Bugün bunları konuşurken, meselenin tarihsel boyutu içinde bakmamız lazım. Evet, geçmişin hatalı derslerini, girişimlerini eleştirmemiz ve hata yapmadan yeni adımlar atarak barış sürecini şekillendirmemiz gerekiyor.
Süreçten umutlu musunuz?
Her zaman umutluyum. Çünkü Türkiye’nin potansiyeli buna müsait. Cumhuriyet’in ifade ettiğimiz vizyonunun yarattığı potansiyel çok güçlü. Ancak biz bu potansiyeli, Cumhuriyet’in kazandırdığı dinamiğin yarattığı enerjiyi kullanmakta, bunu bütünleştirmekte, toplumsal bir desteğe ve toplumsal enerjiye dönüştürerek adımları atmakta, siyasal bir yetersizlik içerisine giriyoruz. Bugün en büyük eksikliğimiz toplumsal enerjinin kullanılamaması ve atılacak adımlarda Cumhuriyet vizyonundan uzaklaşılmasıdır.
Tabi ki Cumhuriyet vizyonunu ifade ederken -tek parti dönemi dahil- Cumhuriyeti’n kuruluşundan itibaren yürüdüğümüz bu süreçte hatalar yok mu, var. Evet, kimlikler üzerinden, inanç farklılıkları üzerinden, kültürel farklılıklar üzerinden yapılan ve süreklilik kazanan siyasetin getirdiği noktayı görmemiz gerekiyor. O halde bizim ezberlerimizle, önyargılarımızla, kimlik siyasetlerinin yarattığı önyargılardan kurtularak bugün insan ve toplum yaşamı üzerinden, nitelikleri üzerinden meseleye bakmamız gerekiyor. Gerçekten demokrasinin ihtiyaç duyduğu laik ve seküler yapı içerisinde kendi dinamiklerimizi kullanarak bağımsız bir irade ve toplumsal destekle bu sorunu çözmek için adımlar atmamız, güçlerimizi birleştirmemiz gerekiyor.
Özellikle demokrasi güçlerinin birlikteliğiyle bakıp meseleyi bir ideolojik kavga değil, tüm toplumu kuşatan bir toplumsal bütünsellik yaratarak nitelikli bir demokrasi mücadelesi, demokratik zihniyeti yaratmamız lazım. Günümüzde ise çok gülünç, kısır tartışmalar, siyaset engelleri ve duvarları yaratma, sadece iktidar olabilme durumu var. İktidar olabilmek için tüm hukuku ve değerleri ortadan kaldıran bir anlayış içerisinde meseleye bakmak ve çözümler aramak çıkmaz yoldur.
Hukuktan uzaklaşmış bir ülkedeyiz
Provokasyona açık bir süreç mi? 2013-2015 çözüm sürecinde de provokasyonlar oldu. Ve oradaki provokasyonlar devlet tarafından FETÖ’ye ihale edilmişti. Sizce bu süreçte olası aktör mevcut mu devlet içinde veya dışında?
Mesele tabii ki provokasyonları ihale etmekle çözülmüyor. Önce o provokasyonların ortaya çıkabildiği ortamı ortadan kaldırmak gerekir. Onun için demokrasi ve nitelikli demokratikleşme diye tarif ettim. Eksik demokrasi şartlarının bizi getirdiği noktaya bakmak lazım. Biz meseleyi çözerken, gene kimlik siyasetlerini devam ettirerek, bir ülkenin ana muhalefet partisini bu sürecin dışına atarak, provokasyonların sebebi olarak gösterme anlayışı içerisinde meseleye bakarsak evet gerçekten bu işin sonuçlanmasını istemeyenler için özel şartlar yaratılmış olur.
Burada toplumsal destek şart. Ama toplumsal iradeden de önce Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle, ifade ettiğimiz Cumhuriyet vizyonu çerçevesinde meseleye bakılması lazım. Bugün bir çözüm süreci var. Silahların bıraktırılması durumu var. Ama silahların bıraktırılma meselesi tartışılırken, Türkiye’de bir demokratikleşme sürecinin en önemli unsurlarından iktidar mücadelesinde çok olumsuz girişimler var. Anayasayı ihlal eden, kurumsal yapıyı çökerten ve Cumhuriyet değerleriyle örtüşmeyen bir bakış var. Bu ortamda, bu çözüm arayışlarının çeşitli provokasyonlarla karşı karşıya gelmesi de beklenebilir. Maalesef.
İktidar tarafından ana muhalefet partisi CHP sürecin dışına itiliyor. Oysa CHP’nin önceki süreçlere nazaran bu süreci ‘baltalayacak’ bir girişimi olmadı.
CHP, daha önce de sürece karşı değildi. Ama tartışma, şeffaflık, demokratiklik ve TBMM çatısı altında, millet iradesinin gözetiminde çözülme tartışmasıydı.
Ama sizin az önce bahsettiğiniz, iktidarın yargı aracılığıyla genel olarak muhalefete yönelik yapmış olduğu baskıydı değil mi?
Tabii. Topyekûn. Türkiye’nin demokrasi kriterleriyle bağlantısı ve yapısal durumu şekillenmekte. İlkesel durumlardan uzaklaşmakta. Yargıya ve adalete güvenin diplerde olduğu bir durumdayız. Tüm bu bütünsellik içerisinde meselenin bölgesel, küresel etkileri, Türkiye’nin dış politikasına etkileri çerçevesinde dikkate aldığımızda, yönlendirilen bir Türkiye’nin özellikle küresel ve bölgesel gelişmeler bakımından çeşitli risklerle karşı karşıya olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Suriye, İsrail işgalinde
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye ziyareti sonrası dikkat çeken açıklamalarda bulundu. “Suriye Kürtlerinin haklarının verilmesi fevkalade önemlidir” dedi. Türkiye’nin Suriye tasarrufu nedir?
Bir defa Suriye meselesini ele aldığımız zaman, Genişletilmiş Ortadoğu’nun küresel ve bölgesel politikalar içerisindeki yeriyle bağlantı kurmamız gerekiyor. 1’inci Körfez Savaşı’yla başlayan süreç, Irak’ın işgaliyle genişleyen ve nihayetinde Irak’ın bölünmesiyle sonuçlanan bir olay. Daha sonra da Suriye’de emperyalist güçlerin uzun vadeli çıkar hesapları içerisinde Suriye’ye bakmamız lazım. Türkiye’nin Suriye’de etkili olduğu ifade edilebilir, doğrudur. Türkiye büyük ve güçlü bir ülkedir.
Ancak Suriye bugün İsrail tarafından işgal edilmiştir. Suriye’de Ahmet el Şara iktidarı İsrail’in işgaliyle paralel olarak Suriye’ye hâkim olmuş bir yapıya sahip. Bizim Suriye ilişkilerimizde çok hassas olmamız gerekiyor. Ortadoğu’ya bakarken bütünsel barış şartlarını yaratmada atacağımız adımlar çok önemli. Suriye meselesinde PKK konusunu küresel ve bölgesel ilişkiler içerisindeki yeri itibarıyla değerlendirmemiz gerekiyor.
SDG ile Suriye hükümeti anlaşma sağladı. Ancak Ahmet el Şara’nın 53 maddelik geçici hükümet anlaşmasına Kuzey Suriye’den tepki geldi… Bu durumu nasıl yorumlarsınız?
Önümüzde PYD ile Ahmet el Şara arasından yapılan bir uzlaşma metni var. Bir de Ahmet el Şara’nın geçici anayasa ilkelerini açıkladığı metin var. Özellikle PYD ile Ahmet el Şara arasındaki uzlaşmada pozitif bakacağımız hususlar olabilir ancak açıklanan anayasa ilkeleri çerçevesinde Suriye Arap Cumhuriyeti olarak bir etnik yapıya dayanan bir isimlendirme, cumhurbaşkanının Müslüman olma şartının getirilmesi ve temel Suriye kanunlarının İslam hukukuna bağlı olarak şekillendirileceği iddiaları var. O zaman bizim meseleye ciddi ve şüpheli şekilde bakmamız gerekir. Ayrıca, seçimlerin yapılmasıyla ilgili tayin edilecek süreç beş senelik bir süre… İşgal altında olan bir ülkede ve azınlığı temsil eden, El Kaide kökenli bir yapının ortaya çıkardığı şüphelere karşı çok dikkatli olmamız lazım.
Türkiye’ye yönelik hegemonik ve işgalci güçlerin muhtemel amaçlarını da dikkate alarak Suriye’den sonra İran’ı da hedef alabilen, hatta küresel olarak yapılmak istenen bir paylaşım savaşı içerisinde Türkiye’nin hangi risklerle karşılaşabileceğini dikkate alarak bu soruna bakmamız lazım. Ortadoğu’ya barış getirecek, etnik ve mezhepsel farklılıkların üzerine çıkarak bir çözüm yolunu açacak perspektifle bakmamız lazım. Türkiye açısından bugün böylesine bir bakışta, bir netleşme olduğu konusunda kaygılarım var.
‘İsrail’e dikkat etmemiz lazım‘
Türkiye’nin özellikle son 10 yıllık Suriye politikasında güvenlikçi politikaların hâkim olduğunu biliyoruz. Çeşitli harekatlarla askeri birliklerin Suriye’nin kuzeyine ve doğusuna girdiğini biliyoruz. Şimdi SDG ile el Şara anlaştı. Şu an Türkiye’yi tedirgin edecek bir durum var mı?
Suriye’de barışın gelmesi kıymetli. Ama Suriye’ye barış gelirken, İsrail’in işgalini de dikkate almamız gerekiyor. Suriye’de kurulan rejimin, kimin tarafından sağlandığını iyi görmemiz gerekiyor. Bu süreçte ABD şemsiyesi içinde İsrail’in çıkarlarının korunması ve Suriye’ye verilmek istenen şeklin, sistemin, rejimin ne olacağını da görmemiz lazım.
Suriye’deki her topluluğun uluslararası ilişkileri ve destekçileri var. Alevileri dışarıda tutarak söylüyorum. Dürzilerin anayasayı tanımayacağına dair açıklamalar geliyor. Şam yönetimi Dürzi bölgesine müdahale ederse İsrail’in Dürzileri savunma durumu var. Türkiye Şam yönetimine bu alanda destek verir mi, İsrail ile Türkiye’nin Suriye sahasında karşılaşma ihtimali var mı?
İfade etmeye çalıştığım mesele de bu. El Şara’nın öngördüğü beş senelik geçiş süresi boyunca ortaya çıkması muhtemel ihtimalleri de öngörmemiz gerekiyor. Yani Amerikan şemsiyesi içerisinde İsrail’in çıkarlarını koruma amaçlı Ortadoğu’yu şekillendirme arayışları, Irak gibi Suriye’nin de parçalanabilme ihtimalini bize gösteriyor. O bakımdan Türkiye’nin el Şara’ya yaklaşımının, Irak ve İran’la kurduğu ilişkilerin niteliklerini, bu çerçeve içerisindeki risklerini öngörerek ve bu riskler içerisinde cumhuriyetin öngördüğü o siyasal ve ekonomik bağımsızlığını da dikkate alarak yeniden bir sıçrayışa girebilmesinin önemine dikkat çekmek istiyorum. Burada da Türkiye’nin demokratlarına, soluna, demokrat milliyetçilerine, demokrat muhafazakârlarına da çok önemli roller düşüyor.
Türkiye’de açılım, çözüm ve barış konusu ancak nitelikli demokratikleşmeyle olabilen bir meseledir. Kısa vadeli çıkar hesapları içerisinde sadece etnik yapının veyahut inanç farklılıklarının yaratacağı kazanımlar üzerinden meseleye bakarsak uzun vadede çok daha ağır durumlarla karşılaşırız. Cumhuriyet’in ortaya koyduğu bir demokratikleşme sürecine yeniden nitelik kazandırmamız, Kürtlerle ve tüm etnik, inanç unsurlarıyla bir bütünlük içerisinde, asgari müştereklerde demokrasi standartlarını ortaya çıkarmamız gerekiyor.
Peki, PKK ateşkes ilan etti ve kongresini toplayacak ancak Türkiye PKK mevzilerini vurmayı sürdürüyor. Son tahlilde sorunun çözülmesi için operasyonların durması ve hukuki güvence sağlanması lazım. Ne söylemek istersiniz?
Türkiye’de ve bölgede hatalar zinciri karşımıza çıktı. Bakın PKK’nın kuruluşundan Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp teslim edildiği zamana kadar, tüm bu süreçlere baktığımız zaman Türkiye’de demokrasi eksiklikleri vardı. Gerçekten eksik politikalar sebebiyle Kürt meselesini çözemedik. Ama tüm bu ağır şartlara rağmen Kürt siyaseti de ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde meseleye baktı ve kangren olmuş sorunlara dönüştürdü. PKK’nın yanlış değerlendirmesi, tayin hakkına bakışı vs tüm bu ifade ettiğim süreç içeresinde hegemonik, küresel ve bölgesel güçlerle bağlantı kurup kendini araçsallaştırarak meseleye bakışının yarattığı bir sonuç.
Bugün Öcalan’ın silahların bıraktırılması ve PKK’yı feshetme girişimi çok önemli. Yıllar önce yapılmış hatayı özeleştiri yaparak Türkiye’de demokrasi mücadelesine, demokratik siyasetine girişi normalleştirebilirse gerçekten Türkiye çok kısa zamanda çok büyük mesafe alır. Ama Kürt siyasetinin içinde halen meseleye tayin hakkı meselesindeki hatalarla bakanların olduğunu da görüyoruz. Yeni süreç içerisinde dahi yıllarca Kürt siyasetini araçsallaştıran ve bağlantı kurdukları bölgesel küresel güçlere verilen imkanları görmeden, gene bu imkânlardan yararlanmak isteyen bir zihniyet de var.
Bugün Irak’ın parçalanmasından sonra Suriye de İsrail tarafından işgal edilmiştir. Kontrol edilen ve yönlendirilen bir Suriye iktidarı var. Ve bu iktidar içerisinde Suriye Kürtleri de Türkiye Kürtleri de Irak Kürtleri de kendilerine yeni pozisyonlar aramakta. Bu pozisyonları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye Kürtlerinin, özellikle Türkiye’nin nitelikli demokratikleşme, etnik kimliklerin üzerine çıkan demokrasi anlayışı ve insanlık değerleriyle bağlantılı şekilde silahlı mücadeleden uzaklaşarak Suriye’deki Kürtlerin de daha özgür olma imkânlarını yaratma gibi sorumlulukları var.
Artık meseleye Kürtler veya Türkler şeklinde bakmadan, Türkiye demokratları olarak birlikte ve Cumhuriyet’in o vizyonel ve devrimci değerleriyle bakabilirsek Suriye’deki Kürtler de Suriye halkının kendi demokratik mücadelesi içinde kazanımlarını alabilir. Gerçekten Türkiye’nin demokrasi gücünden birlikte yararlanma imkanını bulabilirler.