“Devlet”, kaba kuvvete dayalı olan egemenlik gücü aileden ve geleneklerden gelen, ama bu gücü tanrıdan aldığını iddia eden ceberrut toprak ağaları tarafından kurulduğu için, yine bunlar tarafından idare edilir ve elbette “adalet” de bu despotların merhametine bağlı olurdu.
Bireyin topraktan bağımsızlaşması, bu devlet biçimini değiştirdi ve insanlar devleti “demokratikleştirerek” “adaleti” de, temel hak ve özgürlükler bağlamına yerleştirdiler.
Türkiye Cumhuriyeti, insanlığın yüzyıllar süren bu evrimini, AtatürkDevrimleri ile 15 yıla sığdırmaya çalıştı.
1923’ten bugüne kadar geçen 95 yıl boyunca ülke, “Demokratik ve Laik Hukuk Devleti” kavramını hep bir hedef olarak kabul etti ama “Devletin” uygulamaları her zaman bu yönde olmadı.
Bugün artık “Tek Adam Yönetimi” haline getirilmiş olan ucube bir rejim altında, “adalet” de yeniden bir kişinin merhametine bağlanmış görünüyor.
Bu ucube rejim altında günlük yaşamlarını sürdürmek zorunda olan vatandaşlar da, mecburen, yapılan adaletsizliklere boyun eğmek, bunları kanıksamak durumunda kalıyor.