• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Doçent Cihan Tuğal: Ordudaki tasfiyeler, AKP'nin anti-militarist olduğunu göstermez

31/07/2016 14:05

 

Akademik kariyerini ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Berkeley Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde sürdüren doçent Cihan Tuğal, darbe girişiminin ardından bazı AKP temsilcilerinin çağrılarını, ‘yeni bir darbe değil, düpedüz iç savaş beklenmesi’ne yordu.

cihan tugal“AKP’nin (sözde Kemalist darbecilere karşı) orduda büyük tasfiyeler yaptığı doğrudur, ama bu bizde AKP’nin anti-militarist olduğu izlenimini bırakmasın” diyen Tuğal’a göre ‘darbe girişimi ve AKP’nin tepkisi fena halde endişe verici zamanların gelmekte olduğunun işareti.’

Tuğal’ın Amerikan Jacobin dergisine verdiği söyleşi…


Generaller panikle hareket etti

Darbe tamamen yenilgiye uğratılmış gibi gözüküyor. Darbenin liderleri kimlerden destek almayı bekliyorlardı ve bu desteği almakta niçin başarısız oldular? Siyasi kadro içindeki olası müteffikleri kimlerdi? Hızlı ve yıkıcı bir darbe vurmanın dışında, bu desteği korumak adına bir planları var mıydı?

İlk birkaç saatte darbe lehinde, en azından hafifçe bir Kemalist ‘hassasiyet’ vardı, ama kalkışma Fethullah Gülen’le ilişkilendirilince hassasiyet sönümlendi. Ancak bu hafif hassasiyet, darbenin doğasının en başından beri belirsiz olması nedeniyle, hiçbir zaman darbe taraftarı bir sokak hareketine meyletmedi.

Bu isteksizliğin çarpıcı bir göstergesi (Kemalistlerin kalesi)  Halk TV’nin darbenin ilk yarım saati boyunca, gece 11’den 11 buçuğa kadar yaptığı yayındır. TV çalışanlarının yüzlerinde umut ışıkları okunacak gibiydi, fakat yorumlarını almak için irtibat kurdukları bütün emekli askerler darbe kalkışmasının şiddetle karşısında olduklarını söyledi. Bunu izleyen saatlerde, Kemalist Cumhuriyetçi Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da darbeyi kınadı.

Kısacası, elit ya da popüler, en koyu Kemalistler arasında bile askeri veya sivil herhangi bir hareketlenme yoktu. Bu da generallerin büyük bir panikle hareket ettiklerini ve iyi düşünülmüş, sağlam bir planları olmadığını gösterir.

Ayrıca, Kemalist kamp içinde kuşağa bağlı bir bölünme yaşandığını belirtmek gerekir. Halk TV’nin daha yaşlı izleyici kitlesinin kanalın ikircikli tutumu karşısında şaşırdığını kişisel olarak gözlemledim. Onlar bunun 27 Mayıs 1960 (darbesi) biçiminde bir başka ‘ilerici’ darbe olduğuna emindi.

Çocukları ve torunları ise ya anaakım Kemalist çıkışların ikircikli tutumunu paylaşıyordu ya da darbeye doğrudan muhalifti. Bunlar, Gezi direnişine kitleler halinde katılan insanlardı.

AKP Gülencilerle kuruldu

Fotoğraf: DHA (Arşiv)

Fotoğraf: DHA (Arşiv)

Erdoğan, sizin de bahsettiğiniz, sürgün edilmiş din adamı Fethullah Gülen’i darbenin arkasında olmakla suçladı, bu sırada Gülen (biraz olanak dışı olsa da) Erdoğan’ın bütün bu olanları kurgulamış olabileceğini iddia etti. Erdoğan ile Gülen arasındaki tarihten bize biraz bahsedebilir ve darbeyi gerçekte kimin yönettiğine ve de neden özellikle bu zamanlamayı seçtiğine dair bir tahmin yürütebilir misiniz?

Erdoğan ile Gülen arasındaki ilişkinin dramatik bir tarihi var. Düşmanlık ve işbirliğinin, çatışma ve birleşmenin kafa karıştırıcı bir bileşimi. Gülen’in kökleri Nurcu harekette, eylemci din adamı Said Nursi’nin yazılarından esinlenmiş önemli bir modern İslamcı akımda yatar.

Nurcu cemaatler mevcut merkez sağa yakınlığıyla bilinir. Gülen’in başını çektiği de bu cemaatlerden biri olmakla beraber milliyetçiliğe, bilime ve Batı dünyasıyla bütünleşmeye yaptığı vurguyla diğerlerinden ayrılır.

Tıpkı Gülen Cemaati’nin ilk yıllarında yaptığı gibi, Milli Görüş Hareketi de (tabanını mütedeyyin taşralı iş adamları ve çiftçilerin oluşturduğu, Erdoğan’ın da önceden dahil olduğu, dini açıdan muhafazakar bir grup) merkez sağdan kesin olarak koptu ve Türkiye’nin ilk büyük İslamcı partisi Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurdu. MNP ilk 20 yılında Gülen ve cemaatini laik güçlerin tehlikeli pençeleri olarak algıladı.

1990’ların ortasında, Gülen genelde İslamcı hareketin yükselişine, özelde Refah Partisi’ne (Milli Görüş Hareketi’nin bir başka dalı RP birbiriyle çelişen serbest pazar ekonomisi ile İslami dil ve ahlakla harmanlanmış Owen’cı kolektivizmi bir araya getirdi) karşı direniş gösterdiğinde düşmanlıklar zirveye ulaştı. O sırada ortalığı kızıştıran bir mesele İslami örtünmeydi. Gülen, başörtüsünün İslam’da yalnızca bir detay (teferruat) olduğuna netice veren dini bir hüküm yayınlayarak, üniversitelerde başörtüsü yasağına karşı hareketlenmenin gazını almaya çalıştı. Gülenciler, daha sonra, İslamcılık karşıtı 1997 darbesiyle kurulan karman çorman koalisyonu da destekledi.

Gelgelelim, aynı darbe sonunda Gülencilere karşı da öyle sert önlemler aldı ki 2000 yılı civarında onlar da İslamcılara destek olmaya karar verdi. Bu sırada, (Refah Partisi’nin kapanmasına neden olan) 1997 darbesinin yarattığı hezimetten sonra, İslamcılar Gülen’in laik devletin içine sızma projesinin, mevcut devlet yapısına karşı çıkmaktan daha iyi işleyeceğini düşünmeye başladı.

1997 darbesine verilen bu karşılık, Fazilet Partisi Refah Partisi kapandıktan sonra onun yerine kuruldu) içinde huzursuzluklara neden oldu. Erdoğan’ın takipçileri Milli Görüş Hareketi’yle bağlarını kopardı, eski tip İslamcılardan ayrıldı ve Gülencilerle birlikte AKP’yi kurdu.

AKP başından itibaren tuhaf bir mahluktu. Daha önceki laik devlete karşı çıkan çerçevesi nedeniyle İslamcıların elitizm ve devlet teşikalatlanması karşıtı mesajının güvenilirliğini taşıyordu. Ancak, en azından yüzeyde, Gülenciliği onaylıyordu: Tıpkı Gülen gibi AKP’nin de tek yaptığı standart merkez sağ paketinin üzerini İslami bir cilayla kaplamaktı.

İttifak 2000’ler boyunca öyle derinleşti ki adeta bir birleşmeyi andırdı. AKP zümrelerinde kimin eski İslamcı, kimin Gülenci olduğunun ayırdına varmak güçleşti. İdeolojileri ve stratejileri birleştikçe kadrolarının da birleştiği sanrısı oluştu. Halbuki aynı zamanda, iktidarın ganimetlerini (kadroları, kamu teşebbüslerini vb.) elde etmek için sert bir savaş veriyorlardı. En sonunda bu gerilimler Kürt ve Filistin meseleleri üzerinden yüzeye çıktı.

Gülen Cemaati Gezi direnişi esnasındaki ve sonrasındaki hükümet karşıtı duyarlıktan fayda sağladıkça, kavga alenileşti. Bunun en açık örneği medya ve yargıdaki güçlerini kullanarak hükümeti düşürebilecek yüksek profilli yolsuzluk vakalarını ortaya çıkarmasıdır. Erdoğan bir savaş ilan etti ve o zamandan beri ülkeyi Gülencilerden temizlemekte.

Dolaşımda çok fazla yanlış bilgi olduğundan darbenin aktörlerini tahmin ederken çok dikkatli davranmalıyız. Yine de, şüphelerimiz göz önünde tutulunca, darbe kalkışması Gülenciler tarafından yapılan, belki de şimdiye kadarki en büyük tasfiye dalgasını önlemeyi hedefleyen, aceleci ve ihtiyatsız bir hamle gibi duruyor. Söylentiye göre, tasfiyelerin 16 Temmuz sabahı saat 4’te yapılması planlanmıştı, darbe ise 15 Temmuz gecesi saat 10’da başlatıldı.

AKP iktidara geldiğinden beri, ordunun bütünüyle ilişkisi de bir ileri bir geri gidip gelmekte. Ordunun gücünü – örneğin hem 2007’den beri birçok üst düzey komutanın tutuklanmasıyla, hem de 2010’daki anayasa değişiklikleriyle beraber darbe liderlerine yasal korumanın kaldırılmasıyla- zapt etme teşebbüslerini gördük. Ama daha yakın zamanda, bu komutanların bazıları serbest bırakıldı ve orduya Kürdistan’daki savaşı idare etmesi için uygun görülen geniş bir hareket alanı verildi- ki bu durum ordunun devlet içindeki itibar ve gücünü geri kazanmakta olduğunu ima eder. Bu keskin dönüşleri neyle açıklayabiliriz?

AKP’nin (sözde Kemalist darbecilere karşı) orduda büyük tasfiyeler yaptığı doğrudur, ama bu bizde AKP’nin anti-militarist olduğu izlenimini bırakmasın. İslamcıların pek kalabalık bir askeri kadrosu olmadığından, parti boşalan pozisyonları Gülencilerle doldurdu. Erdoğan bu insanlara tamamen güvenmedi, ama Kürtlere karşı savaşında onlara yoğun olarak başvurdu.

Geçen yıl ya da o civarlarda, parti ile ordu arasında benzer (eşit derecede aldatıcı) bir barış anlaşması yapılmıştı. Tutuklu Kemalist generaller serbest bırakılmıştı ve parti Kürt cephelerinde savaşan generalleri yüceltmişti.

Bu yakınlaşmaya rağmen, üst düzey askerler ve rütbesiz erler arasında memnuniyetsizlikler vardı ve halen vardır. Yine de ordunun çoğunluğu darbecilere katılmadı, son derece Kemalist ve darbe taraftarı olmakla tanınan birçok general ve bölük daha da ileri giderek darbeyi, daha ancak göz önüne serilmeye başladığı esnalarda, alenen kınadı.  Bu durum, birtakım kişilerin ellerinde yaklaşan bir harekete dair bulgular olduğunu ve bununla ilişkilendirilmek istemediklerini açıkça gösterir. Muhtemelen zamanlamanın da komuta biçiminin de doğru olmadığını düşünüyorlardı.

Evet, başka bir darbe olabilir

kalkisma kopru

Fotoğraf: Reuters

Peki, doğal eğilimleri farklı koşullardaki bir darbeyi desteklemek yönünde mi olurdu? Erdoğan darbeye cevabıyla kendi ayağını kaydırıp, ilerisi için yeni bir tanesini kışkırtmış olabilir mi? Erdoğan’ın bu olası sonuca, mesela toplumun kendisine daha sadık kesimlerindeki paramiliter güçlerin ve militan grupların kapasitelerini geliştirerek, hazırlanmasını bekleyebilir miyiz?

Evet, başka bir darbe olabilir, ama bunun zamanını tahmin etmek imkansız. Birkaç ay, yıl veya on yıl içinde olabilir.

AKP temsilcileri şimdiden insanları silahlanmaya çağırıyorlar. Onların tarafında paramiliter hazırlıklar yapılacağına eminim; polis kuvvetleri de daha fazla genişlemek zorunda. Böyle çağrılarla toplumun askerileştirilmesini daha da derinlere yaymak istiyorlar. Bu da yeni bir darbe değil, düpedüz bir iç savaş beklediklerini (hatta belki de arzuladıklarını) düşündürüyor.

Sivil direnişin etkisi abartılmamalı

Fotoğraf: Reuters

Fotoğraf: Reuters

Darbenin bozguna uğratılmasının başlıca bir nedeninin halkın hareketliliği olduğu görünüyor. Şüphesiz, bunu mevcut AKP destekçileri ve Erdoğan yönetiminde ne kadar çarpıtılmış olsalar da seçim demokrasisinin ilkelerini savunmak isteyenlerin bir karşımı oluşturuyordu. Halkların Demokratik Partisi (HDP) gibi solda olanlar da dahil olmak üzere, bütün büyük demokratik partiler de darbeyi kınadı.

Ancak, darbe karşısındaki bu geçici ittifak açıkça görünen gerilimlerle dolu. Erdoğan ve AKP, her ne kadar kendilerini demokrasinin vücut bulmuş hali olarak sunsalar da, daha şimdiden darbeyi kendi konumlarını sağlamlaştırmak ve sivil özgürlüklere daha fazla saldırmak maksadıyla kullanıyorlar. Halk hareketleri içinde de militan İslamcılar, faşist gruplar ve polis ile solcuların ve azınlıkların kalesi olarak bilinen mahallelerin sakinleri arasında çatışmalar yaşandığı görüldü.

Erdoğan’ın bu sıkı tedbirlerinde başarılı olacağını düşünüyor musunuz?

AKP’nin polis kuvvetleri ciddi şekilde savaştı, fakat kitle hareketi özellikle düşük rütbeli askerleri yıldırdı. Görünen o ki darbeciler tabandaki askerleri ikna etmeyi başaramamış. Onlara ordunun köprüleri ve devlet binalarını işgal etmelerinin nedeninin terörist tehditler veya günlük tatbikatlar olduğunu söylemişler. Erler sivil direnişle karşılaştıklarında ne yapacaklarını şaşırdı. İlk teslim olma dalgası da onlarla başladı.

Bununla beraber, sivil direnişin etkisi abartılmamalı. Siviller iki silahlı güç arasındaki çatışmanın izin verdiği ölçüde etkiliydi.

Birkaç tane inatçı İslam karşıtı çıkış dışında, medya, ilk başta, darbe karşıtı göstericileri demokrasi savunucuları diye sundu. Ancak, kitle hareketi genelinde İslami sloganların demokratik sloganlara ağır bastığı kısa sürede ortaya çıktı. Darbe kalkışmasından sonraki üçüncü gün, gösterilerin bu boyutu daha da belirginleşti. Ve bu durum sloganların çok ötesine gitti. Aynı kitleler, sizin de belirttiğiniz gibi, Kürtlere, Alevilere, alkol tüketenlere saldırdılar.

Hükümet çetelerin önderliğini takip etmek adına hareketsiz kaldı. Yaklaşık 50 bin kamu personelinin tasfiyesi söz konusu ve bu sayı artabilir. Bu insanların bir bölümünün bile bu kadar zayıfça örgütlenmiş bir darbeyle ciddi bağlantılarının olması ihtimali son derece düşük. Büyük ihtimalle birçoğu Gülenci bile değil.

Gezi direnişi liberal İslamcılığın kaderini belirledi

Fotoğraf: Reuters

Fotoğraf: Reuters

Erdoğan’ın darbeye tepkisi gitgide otoriterleşen yönetiminin en son dışavurumu. Bir zamanlar neoliberal iktisada bağlılığıyla ve resmi burjuva demokrasisi içinde faaliyet göstermeye dair belirgin istekliliğiyle ünlenmiş ‘liberal-muhafazakar’ İslamcılığın çöküşünü anlatan kitabınızda bu konuyu işliyorsunuz. Bu modelin yükselişini Gramsci’ci bir kavram olan ‘pasif devrim’le kuramlaştırıyorsunuz.

Bu sürecin arkasındaki mantığı anlatabilir misiniz, AKP nasıl bunun başını çeker oldu ve neden gitgide daha sert bir otoriterliğe yöneldi?

Pasif devrimin temelleri 1980 askeri rejimi tarafından atıldı. Cunta solu bastırdı ve serbest pazara, muhafazakar İslam’a ve milliyetçiliğe dayalı yeni bir resmi ideoloji inşa etti. Turgut Özal’ın yeni merkez sağı ordunun bu paketini popülerleştirdi ve demokratikleştirdi.

Ancak 1990’lar itibariyle serbest pazar ekonomisinin etkisiz olduğu kanıtlandı ve tam bu zamanlarda Kürt direnişi ülkenin istikrarını bozdu. İslami muhalefet güçlü bir ses olarak ortaya çıkıp adil bir ekonomi ve Kürt sorununa barışçıl bir çözüm vaat etti.

İslamcı bir koalisyonun ordu tarafından indirilmesinden sonra, İslamcı partinin neoliberal kanadı ana gövdeden ayrıldı. Orduya (ve soldan her ne kaldıysa ona) karşı merkez sağ ve Gülenci güçleri bir araya topladı ve bu da AKP’nin kuruluşuyla sonuçlandı.

İş çevreleri ve diğer liberal çevreler bunun çokça faydalandıkları Özal yıllarının daha çok insan tarafından desteklenen bir versiyonuna öncülük edeceğini düşündü. Batılı güçler de aynı inancı paylaştı. Bu noktada Gülenciler, eninde sonunda ideoloji ve stratejilerini benimseteceklerine inandıkları eski İslamcılara katıldı.

Bütün bu aktörler neoliberalizmin mucizeler yaratıyormuş gibi durduğu yaklaşık 10 yıl boyunca AKP’yi can-ı gönülden desteklediler. Ancak, küresel kriz sonrasında ekonomi yavaşlamaya başlayınca, AKP (liberalleşmiş ve İslamcılığın kısmen dışına çıkmış) tabanını yeniden İslamlaştırmaya girişti. Rejim, İslamcı ve milliyetçi kimliğini, Kürt direnişçileriyle müzakerelerin duraksamasından ötürü hüsrana uğradığı için de biledi.

2011’den sonra, Arap Baharı İslamcılığın (liberal-muhafazakarlığa kıyasla) daha iyi bir dış politika yaklaşımı da olacağı yönündeki umutları iyice yeşertti. Gezi direnişi liberal İslamcılığın kaderini belirledi: Bölgedeki karışıklık ve yurtta güçlenen muhalefet göz önünde bulundurulduğunda, Erdoğan ve çevresi demokrasi oyununu daha fazla sürdüremeyeceklerine karar verdi.

Pasif devrimler aslında birer ‘devrim-yenileme’ karışımıdır. AKP, devrimci İslamcı kadroları ve söylemleri içine çekerek 1980 paketini (neoliberal, milliyetçi muhafazakarlık) yeniledi.

Bununla beraber, klasik bir örnek olan iki savaş arası dönem İtalyasının gösterdiği üzere pasif devrimler fazlasıyla istikrarsızdır. Ki bu da devrim ve yenilemenin birleşiminin patlayıcı doğasından kaynaklanır. Bu birleşimler sürprizlerle doludur (böyle yapılanmışlardır.) İtalya’nın pasif devrimi dünya tarihinin en yıkıcı savaşlarından birine yol açan etkenlerdendi. Türkiye’ninki şimdiye kadar Suriye’yi mahvetti, ama daha fazlası da yolda.

AKP’nin savaşı kışkırtması, savaşın başını çekmesinden daha muhtemel

kopru asker

Biraz daha açabilir misiniz? Türkiye ile bölgedeki devletler arasında doğrudan karşılaşmalar olması ihtimalini görüyor musunuz?

Türkiye’nin Suriye’deki tutumu fazlasıyla militaristti. Rejim Batı’yı bir topyekun savaşa sürüklemeye çalıştı, ama başaramadı. Tek başına bu tip maceralara atılacağını sanmıyorum (Körfez ülkeleriyle olabilecek bir savaş ittifakı da tabii ki yeterince güven verici değil). Dolayısıyla Mussolini İtalya’sıyla karşılaştırma yapmak makul: İtalya da, kesin olarak Almanya’nın tarafına geçmeden önce koalisyon ortağı bulmak için çeşitli uğraşlar verdi. İngiliz emperyalizmiyle burun buruna savaşmak yerine, onun ganimetlerini paylaşsa gayet memnun olurdu.

Aynı şekilde, bu hafta geri dönülmez bir noktaya gelmiş olsak da, AKP de Batı dünyasıyla bütünleşmek için uzun yıllar çabaladı. İdeolojik bağdaşabilirliklerine rağmen, Almanya ve İtalya ortak olmaya ‘mahkum’ değildi. Benzer biçimde, AKP’nin de bir savaşı kışkırtması, savaşın başını çekmesinden daha muhtemeldir.

ABD’nin tamamıyla habersiz olduğunu düşünmek çok zor

Hem ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, hem de AB sözcülerinin, yaptıkları açıklamaların AKP’nin baskıcı karşı darbesini dizginlemeyi hedeflediğini gördük. Tek başına demokrasinin kaygılarının nedeni olmayacağını varsayarsak, bu açıklamalardan Türkiye’nin istikrarı konusunda endişelendikleri sonucunu çıkarabilir miyiz? Eğer öyleyse, bu endişelerinde ne derece haklılar?

Hükümet destekçileri arasında bu darbeyi ABD’nin örgütlediğine dair samimi bir inanç var. Bu bir abartı olabilir, fakat Gülen Amerika’yla öyle sıkı ilişkiler kurmuş durumda ki ABD’deki bütün resmi organların darbeden tamamıyla habersiz olduğunu düşünmek çok zor. Ama bu durumda aynısı Türkiye’nin istihbarat hizmetleri için de geçerli; AKP’nin Gülenci komplolara karşı takıntılı olduğunun belli olmasına rağmen, orduda ne olup bittiğine dair hiçbir şey bilmiyorlar mıydı? Bu askerler sıkı bir gözetim altında değiller miydi?

ABD de AB de bir Gülen darbesiyle yaşayabilirdi, şimdi AKP karşı darbesiyle de gayet yaşayabilirler. Ancak, ikincisinin kontrolden (Batı kontrolünden) çıkma olasılığı daha yüksek. Kaygılanmakta haklılar.

İşte bu şekilde bir başka savaşlar arası dönem İtalya’sı hazırlanmakta. Şu anda, tıpkı savaşlar arası dönemki öncüleri gibi, Türkiye de kendinden daha güçlü bir patron bulmadan dünyanın hegemonik güçleriyle bütün bağlarını kesemez. Belki de Putin’e kur yapmasının asıl nedeni budur.

Muhtemel ki AKP fırsata çevirecek

Fotoğraf: Reuters

Fotoğraf: Reuters

Türkiye’de öne çıkan bir başka mesele de Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü vahşi savaşı canlandırması. Darbeye arka çıkanların (ya da en azından Erdoğan’ın bu suçlamayla gözaltına aldırdıklarının) çoğunun bu savaşın ön cephesinde olması ne ifade ediyor? Kürdistan’daki savaşta görevli birçok ileri gelen subay gözaltına alındı, hava kuvvetleri de, tıpkı savaşa katılan çok sayıda rütbesiz asker gibi darbeye karıştırıldı.

Bu durum ordu içindeki çatışmaların büyütülmesi konusunda bize ne söyler ve devletin bu yoğunlukta bir savaşı sürdürme becerisine dair ne ifade eder?

İlk haberler, son birkaç yılın Kürt karşıtı askeri operasyonlarına karışmış birçok ismin gözaltına alındığını belirtiyor. Şu gelinen noktada, başarısız darbeden sonra, ordu kaçınılmaz surette zayıflayacak ve yılacakken Erdoğan’ın Kürtlere karşı savaşı nasıl sürdüreceği çok açık değil.

Hükümet askerlerin kaygılarını yatıştırmaya çalışmıyor: Darbeyi kınayan generaller bile şüphe ve saldırı altında, hatta birçoğu sorguya çekildi. En muhtemeli, partinin bu durumu ordu içindeki muhalefeti kenara itmek adına bir fırsata çevirecek olması. Bu kadar zayıflatılmış bir ordu deneyimli bir gerilla hareketine karşı nasıl savaşabilir?

Türkiye’nin Türk ordusunun yerine geçmeleri için Ahrar el Şam veya başka cihatçı örgütlere dayanmak zorunda kalması da ihtimaller dahilinde. Bu tür eğilimler Ortadoğu’nun ‘Selefi cihatçılaşma’ hareketinin artmasıyla sonuçlanabilir.

Demokrasinin belli türleri ile faşizmin tezat oluşturmaz

Fotoğraf: Reuters

Fotoğraf: Reuters

Paramiliter güçlere bu tip bir yönelim, bir yandan da kitlelerin hareketlenmesi, klasik faşizme benzer bir yöne doğru giden basamakları andırıyor ve siz de sık sık Türkiye ile savaşlar arası dönem İtalya’sı arasında karşılaştırmalar yapıyorsunuz. Faşizm gibi olguların birebir aynı tarihsel biçimde tekrarlanmayacakları gerçeğine karşın, bunun Türkiye için esaslı bir tehdit olduğunu düşünüyor musunuz?

Farklılıklar olmak zorunda. En barizi Türkiye’nin İtalya gibi bir korporatiste dönüşmesinin pek mümkün olmaması. Son 10 yılda pazar ekonomisine duyulan coşku sürdürülebilir değil, ama buharlaşıp da yok olmayacak. Türk neo-faşizmi – eğer böyle bir şey varsa- atalarınınkinden daha ‘şık’ ve daha az ‘antikapitalist’ olacak.

Keza, dinin rolü çok daha merkezi olacak, ancak rejim bir süredir İslam’ı yorumlayışındaki (ırkçı imalar da içeren) milliyetçi tonun ağırlığını artırıyor. Zaten faşist şiddet ve ‘lider’ kültleri de görece daha dini bir milliyetçiğe aykırı değil.

Sonuç olarak, demokrasiye retorik bir bağlılığın, hele şimdi darbe karşıtı söylem ve hareketin siperiyle iyice kuşatıldıktan sonra, daha uzunca bir süre devam etmesi muhtemel. Yine de, demokrasinin belli türleri ile faşizmin tezat oluşturduğunu asla düşünmemeliyiz.

İspanya’nın (ki hiç gerçek anlamda faşist olmamıştır) aksine, demokratik kitle hareketi ve faşistleşme İtalya ve Almanya’da ta başından beri iç içe geçmiştir: Faşistler temelde demokrasiye güvenmeseler de (ve en sonunda onu yıksalar da) faşizm, en azından resmi demokratik normlar çerçevesinde gelişen kısmı itibarıyla, halk arasında rağbette olan bir hareketti.

Hem ülke içinde, hem de bölgedeki siyaset açısından darbe ve AKP’nin tepkisi fena halde endişe verici zamanların gelmekte olduğuna işaret ediyor. En azından kısa vadede, olumlu bir neticesini görmek zor.

Söyleşinin orijinali

Kategori:Aktüel

SON HABERLER

X'te (Twitter) erişim sorunu

Sosyal medya platformu X’e (Twitter) erişim sorunu yaşanıyor.

Platforma girildiğinde ana sayfa yenilenmiyor ancak bildirimler güncelleniyor.

Napoli şampiyonluğu kutluyor: En az 39 yaralı

İtalya Serie A’da 202-2025 sezonu şampiyonu Napoli’nin şampiyonluk kutlamalarında en az 39 kişinin yaralandığı bildirildi.

Borsada manipülasyon soruşturması: Ünsal Ban dahil üç şüpheli tutuklandı

Borsada manipülasyon soruşturmasında eski Türk Hava Kurumu Üniversitesi rektörü Ünsal Ban’ın da olduğu üç şüpheli tutuklandı.

Fransa'da elektrik kesintisi: Cannes'da film gösterimi yarıda kaldı

Fransa’nın güneyindeki Alpes-Maritimes bölgesindeki farklı kentlerde elektrik kesintileri yaşanıyor. Kesintiler nedeniyle 78’inci Cannes Film Festivali’nde bir filmin gösterimi de yarıda kaldı.

Pentagon, Güney Kore'den asker çekme iddialarını yalanladı

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Güney Kore’de konuşlu binlerce ABD askerinin geri çekilmesinin değerlendirildiği haberlerini yalanladı.

PKK Ordu'da saldırdı: Üç asker hayatını kaybetti, iki asker yaralandı
Başbakan Yardımcısı Canikli: Sadece Cemaat sempatizanı olanları kamuda tutabiliriz

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 762 gündür hapiste

YAZARLAR

Bir uyanışın tarihi: 19 Mayıs

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

GÜNÜN 11’İ

Berkant Gültekin: Bahçeli bir bakıma tüm sırrı ve gizemi bozdu

Gündüz Vassaf: Gün, Harvard'la dayanışmanın günü

Mithat Fabian Sözmen: İşçi sınıfının taraftarlığı anonimliğe, edilgenliğe ve seyirciliğe mahkum

Selin Nakıpoğlu: Diyanet iktidarın emrindeki politik bir aygıt

Cihan Tuğal: Uluslararası ilişkileri aile ilişkilerinin belirlediği bir döneme mi giriyoruz?

Recep Genel: O mis kokulu salatalıklar, domatesler, marullar bizi yavaş yavaş öldürüyor

Rahmi Turan: Erdoğan'a 'ömür boyu cumhurbaşkanlığı' sağlanmak için çalışmalar olduğu iddiaları var

Timur Soykan: Türkiye'de yaşamak vahşi bir dolandırıcı ormanında hayatta kalmaya benziyor

Onur Çanakçı: 'Faizle değil, üretimle büyüme' anlayışının uygulanması şart

Özgür Müftüoğlu: Lozan dahil kurucu belgeler tartışılabilmeli!

Umur Talu: Adalet adına feryadı olan da kendine bakacak

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×